Gezi olayları sırasında medyaya düşen resimlerden beni çok etkileyen kare, muhtemelen bir evin balkonu veya penceresinden çekilmişti ve resimde polis protestoculara karşı müdahalede bulunurken, polis saflarında sivil kıyafetli, elinde bir kalas yukarıya bakan 30'lu yaşlarda bir adam görünmekteydi. Resimden anlaşıldığına göre, bu adam polisle birlikte protestoculara müdahalede bulunuyordu. 

Bu resmi görünce aklıma, okuduğum tarih kitaplarında anlatılan 1920'lerin Almanya'sı, daha doğrusu Hitler'in sonradan 'SA' diye isimlendirilen örgütünün kökü olan 'Kahverengi Gömlekliler' geldi.
Bu 'Kahverengi Gömlekliler'in Weimar Cumhuriyetinde hiç bir meşruiyetleri yoktu. Tek özellikleri Hitler'in NSDAP partisine üye olmaları idi. NSDAP ve Hitler güçlendikçe kendilerine kahverengi bir üniforma diktirdiler. Bütün yetki ve güçleri Hitler'in diktasına dayanmaktaydı. 

23 Mart 1933'te Kroll Operasında toplanan Weimar Parlamentosunda Hitler'in diktasına meşruiyet kazandıran yetkilendirme yasası 'onaylandığında (!)',salonun dışı SS tarafından ablukaya alınmıştı, salonun içinde ise Kahverengi Gömlekliler vardı.

Gezi olayları esnasında bahsettiğim resim işte bunun için beni korkutmuştu. 

Bu yazıyla asla olaylar esnasında polisin müdahalesini tartışma niyetinde değilim. Polisin hukuki açıdan o müdahalede bulunma meşruiyeti vardı. Meşruiyeti olmayan ise bahsettiğim elinde kalaslı yüzü kin dolu sivildi. Dolayısıyla bir hukuk devletinde protestoculara müdahale eden polisin, mensubu olduğu parti veya desteklediği siyasi görüşe dayanarak, kendini kolluk gücü gören sivillere de müdahale etmesi gerekirdi. 

9 Kasım 1938'de engellenen 1923 darbesini anma toplantısında Göbbels, 17 yaşında Herschel Grynszpan isimli Musevi gencin Paris'te Alman Elçisi Ernst Eduard vom Rath'a düzenlediği suikastı bahane göstererek, daha önce Kurhessen ve Magdeburg'ta Yahudilere karşı yapılan saldırılarla ilgili olarak, partinin, bu saldırıları teşkilatlandırmadığını ama engellemeyeceklerini de söyledi. Bu konuşma sonrasında Yahudi mahallelerinde Musevilerin dükkanları ve evleri kapı ve camlarına Davud'un Yıldızı boyanarak işaretlendi. 9 Kasım 1938'i 10 Kasım'a bağlayan gecede 1400 sinagog ve Musevilere ait binlerce ev ve dükkan, Musevi mezarlıkları yakıldı, yıkıldı, yağmalandı, 400'ten fazla insan öldürüldü. Bu gece tarihe 'Kristal Gece' olarak geçti. 

10 Kasım günü Alman Güvenlik Polisi Başkanı Reinhard Heydrich tüm SA birimlerine telgraf göndererek, bir önceki gece yaşananlardan hareketle, bundan sonra bu tür olaylarda,
  • Almanların hayatlarının tehlikeye atılmaması gerektiğini, 
  • Yahudilerin evlerinin yıkılıp yakılmasına izin verildiğini ancak yağmalamaya asla izin verilmediğini; ama asla yağmalamaya izin olmadığını, yağmacıların polis tarafından tutuklanacaklarını,
  • Yahudilere ait olmayan dükkanların muhakkak korunması gerektiğini,
    bildirdi.

(Kaynak, Almanca)

19 Eylül 1941'de, Musevilerin kıyafetlerinden tanınabilmesi için herkesin kolaylıkla görebileceği şekilde, sol göğüslerinin üstünde Davud'un Yıldızı'nı taşımaya zorlayan yasa yürürlüğe girdi. Bundan kısa süre sonra Yahudiler toplama kamplarına gönderilmeleri başladı. Zaten benzer bir uygulamaya 1939'da Polonya'da başlamışlardı. 

"Kristal Gecesi"nden 79 yıl sonra, 22 Kasım 2017 senesinde medyada Malatya'da Alevi vatandaşlarımızın evlerinin işaretlendiğine dair haberler yer alıyor.

Her ne kadar mevcut hükümetimizi ve hükümette olan partiyi eleştirsem de ben böyle bir rezilliğin hükümet veya AKP tarafından organize edilebileceğini asla düşünmüyorum.

Lakin şu gerçekle artık yüzleşmemiz gerek, Türkiye'de Türk ya da Türk olmayan ve mezhepçilik yaparak Türk'ü Türke düşürmek isteyen, mezhep farklılıklarını vatanımızı kan gölüne çevirmek için fırsatlardan biri olarak gören bir güruh var. 

Bu yazımın tek amacı, gerek okuyan herkesin, gerekse yetkililerin bu konuyu ve yaşananları hafife almaması.
Bu tür olaylar sadece büyük acı ve ızdıraba sebep olmakla kalmaz, aynı zamanda dış güçlere müdahale için uluslar arası ilişkiler ve hukuk kapsamında zemin ve meşruiyet hazırlayarak çok ama çok büyük felaketlere sebep olur.

Bunu yapanlar ve görmemezlikten gelen herkes, ateşle oynadığını bilmelidir.
Aslında bu tür olayların nelere mal olacağını bilmemiz için Alman tarihinden ders almamıza da gerek yok. Maalesef geçmişte biz de bunun acısını çok yaşadık. 

Alevi vatandaşlarımıza karşı yapılan bu tehdidi, terbiyesizliği ve kışkırtmayı kınıyorum.
Türk bayrağına saygı duyan, Türk bayrağı altında yaşamaktan gurur duyan hiç kimse vatanımızda sahipsiz değildir.