Evde iki bağlamam var. 
Biri uzun sap Ali Osman Tiryaki yapımı, diğeri kısa sap Ragıp Akdeniz yapımı.
Bağlama çalmayı çok severim ama ne Musa Eroğlu ne de Çetin Akdeniz'le ölçülebilecek seviyeye gelemedim.
Gerçi Allah var, zaten uzun yıllardır da doğru dürüst elime almıyorum, vakit kısıtlı ama düzenli şekilde uğraştığım yıllarda bile, 'usta' denilebilecek seviyeye çok uzaktım.
Bizimkisi eş dost ortamında fazla olmamak şartıyla kendini dinletebilecek kadar.
Yani demem o ki, iki usta ismin elinden çıkmış bağlama sahibi olmak ve 'ben çok iyi bağlama çalarım' demekle olmuyor. 

Ama nedense insanlarımızda böyle bir anlayış var.
Birileri ortaya çıkıyor ve bir konu hakkında bir şeyler söylüyor ve insanlar bunun doğruluğunu, yanlışlığını tartışmadan o kişiyi o konuda uzman sayıyor.
Sadece bir konuda bir şey söyleseler de iyi, ortalık her konuda uzman sayılanlarla dolu.

Mesela birileri kendini 'İslam, Türk, yörük, siyaset bilimci, UAİ uzmanı, tarihçi, ekonomist, yazar, mütercim, gazeteci' olarak tanımlıyor ve yıllardır twitter ve TV ekranlarında saçmalayarak insanların aklına tecavüz ediyor… 

Veya geçende görmüş ve sosyal medya hesabımda paylaşmıştım; bir şahıs kendisini 'Fetö Detektörü' olarak tanımlamıştı. Ne kadar doğru, ne kadar sahte bir hesap bilemem ama bu tipler var ve varlıklarından da daha vahim olan durum, milletimizin ciddi bir kısmının bunları sorgulamadan söylediklerine itibar etmesi.

Bunlar gerek sanatçı olarak ortaya çıkar, bir gün PKK'lılar ile dayanışmada, ertesi gün MHP genel başkanlığını işgal edenle beraber pozlar verirler, gerekse jöleli saçları ile Türkiye'nin en büyük varlık fonunun yönetim kurulunda olurlar veya mehteran DJ'liğine soyunmayı habercilik zannederler. 

Varlıklarında istikrarlı olan tek şey, iktidara yaptıkları dalkavukluktur. Bunu o kadar abartarak yaparlar ki, sanalın hafızasında herkese ulaşılabilir olmasına rağmen, zerre gözlerini kırpmadan, en ufak bir yüz kızartması göstermeden dün söylediklerinin tam tersini iddia ederler ve söyleyen kendileri değilmiş gibi çok rahat hareket ederler.

Eskiye dönelik bir özeleştiri, olaylara mesafeli bir bakış, hadi kendine saygıyı geçtim, onları muhatap alanlara bir saygı…..., bütün bunlar bu tiplerde nafile aranan vasıflardır.

Hadi bu vatandaşlardan bu vasıfları beklemek nafile, anladım ama asıl beni şaşırtan milletimin ciddi bir kısmının bunlara itibar göstererek, kendisine yapılan bütün bu saygısızlığı adeta kutsaması.

Hal böyle olunca, geçmişte Ajdar gibi bir delinin kendini süper star zannetmesi çok masum ve gayet normal kalıyor. 
Burada bir parantez açmalıyım; Bu dediğim tipleri ciddiye alıp Ajdar ile dalga geçilmesini de çok adaletsiz buluyorum.
Ajdar'ın yaptıkları çok masumane çünkü en kötü ihtimalde TV'de karşınıza çıkar siz de (küfürle veya küfürsüz) kanal değiştirirsiniz ve hayat devam eder.
Ama benim bahsettiğim bu tiplerin ülkeye verdikleri zararı, emin olun torunlarımız çekecek.

Maalesef bu tür 'çark etmeleri' vasıflı olmasını beklediğimiz insanlarda da görmekte mümkün. 

Örneğin koskoca Anayasa Hukuku Anabilim Dalı öğretim üyeliği ve başkanlığı yapmış olan Burhan kuzu 'Her Yönü İle Başkanlık' isimli eserinde 'Gerçekten geniş yetkilerle donatılmış devlet başkanının kolayca diktatör olması düşünülebilir' diye yazarken, Anayasa referandumu evvel kanal kanal başkanlığın ne kadar müthiş bir şey olduğunu anlattığına şahit olduk.

Bugün Ahmet Davutoğlu'nun Kerkük ile ilgili çözümü, müzakerede gördüğünü okudum. Evet, eski başbakan, Uluslararası Politika Uzamanı, 'Stratejik Derinlik' diye kitap yazan ve 'Sıfır Sorun' politikasının mucidi Ahmet Davutoğlu. 

Ne zaman iktidarla anılan bir isim 'müzakere' dese, karnıma ağrı girer, Oslo'da çürük balık yemiş gibi olurum. Geçmişte 'Türkiye'nin kimlerle gurur duyduğunu (!)' hatırlarım...

'Neyse' diyorum, 'ön yargılı olmayayım' ve şöyle bir haritaya bakıyorum, hani 'Davutoğlu'nun politikası ne kadar başarılı oldu acaba?', kontrol etmek için...'

Ve birden içimde dayanılmaz bir 'Çikita Muz' ve 'Nane, nane, nane, nane…' dinleme arzusu hissediyorum.