Yellenmek neden yadırganır veya başkalarının yanında yellenen neden ayıplanır?
Aynı soruyu burun karıştırma, yüksek sesle geğirme veya balgam atmak gibi daha bir çok davranış sergileyenler için sormak mümkün.
Aslında cevap gayet basit. Bu tür davranışlar, her ne kadar tabii bir ihtiyacı gidermek için olsalar da, başkalarına rahatsızlık veren, davranışlardır.

Kimse başka birinin sesli bir şekilde vücudundan gaz çıkarmasını duymak ve çıkan gazın berbat kokusunu solumak mecburiyetinde olmadığı gibi burnundan sümük çıkarmasını görmek mecburiyetinde de değil. Nitekim kimse başka biri yüzünden midesinin bulanmasına tahammül etme mecburiyetinde değil.

Onun için iki veya daha fazla insan aynı zamanda aynı alanı paylaşıyorlarsa, beraber huzur içinde yaşamaları için kurallar gerekir. Sürü halinde yaşayan hayvanların bile kendi sürüleri içinde uydukları kurallar varken, insan olmanın hakkını vermek beraber, yani toplum halinde yaşarken uyulması gereken kuralları 'avdan kimin önce yeme hakkı var'dan öteye taşımakla başlar.

Özellikle bir araya gelen insanların sayısı 'grup' veya 'kabile' gibi kavramlar ile ifade edilmeyecek kadar büyüdüğünde huzur içinde beraber yaşamaları ve başka topluluklara karşı bağımsız ve güçlü varlık gösterebilmeleri için insanlar kendi ve başkalarıyla temas ettikleri hayat alanlarını 'burnunu karıştırma', 'toplum içinde os..rma'dan çok daha fazla etkileyen, kapsamlı kurallara ihtiyaç duyarlar.

Bu kuralların bilimsel bir çerçeve içinde sistematikleşmesine 'hukuk' deriz.

Bir hukuk sisteminin ne derece adaletli olduğu ise kuralları yapan ve uygulayan toplumun kendi içinde her ferdine eşit şans tanıyor olmasına bağlıdır. 'Eşitlikle' toplumun her ferdinin 'aynı' olması gerektiği maalesef bir çok zaman yapılan bir hatadır. Çünkü insanlar birbirlerinin aynıları değildir. Her insanın sadece farklı görünüşü değil, faklı kişiliği de vardır. Dolayısıyla 'adil' bir toplum bireylerinin birbirlerinin 'aynı' olmasını sağlayan hatta 'aynı' olmalarını zorlayan toplum değil, hayatta toplumu ilgilendiren alanlarda farklılıklarına rağmen 'eşit' şartlarla başlamalarını sağlayan toplumdur. 

Örneğin toplum eşit liyakatla iş başvurusunda bulunan iki kişiden biri bedensel engelliyse ona öncelik tanınmasını gerektiren kanun yapar. Bu tür 'eşitleyici' kurallar haricinde adaletli bir hukuk sisteminde kanun ve kurallar cinsiyet, dış görünüş, dünya görüşü gibi farklılıklar göze almadan herkes için geçerli olmalıdır.

Bir toplumun, bir milletin huzur içinde yaşaması ve maddi ve manevi refaha ermesi için adil bir hukuk vaz geçilmezdir. Devlet denilen kavram ise bu toplumun, bu milletin huzur ve refah içinde var olması ve ilerlemesini sağlayan kurallar ve kurumlar bütünlüğüdür. Devlet varlığını olduğu milletin tümünün, ayrım yapmadan hizmetçisi ve koruyucusudur ve ancak ve ancak milletin ve devletin bütünlük ve birliğine kastedenlere karşı kendini savunma mekanizmalarını devreye sokar!

İktidar ise geçici bir dönem için bu kuralların uygulanmalarını ve kurumların yürürlülüğünü sağlamakla mükellef olan güçtür. İktidar demokratik hukuk devletlerinde yetkisini milletten alır. Onun için Büyük Millet Meclisi'nin duvarında Mustafa Kemal Atatürk'ün 'Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir' sözü yazar.

Büyük Millet Meclisini duvarında 'Egemenlik kayıtsız şartsız çoğunluğundur' veya '...kayıtsız şartsız iktidarındır yazmadığına göre, kimse iktidarım veya iktidarı seçenlerdenim diye 'bana ne muhalefetten' diyerek alenen yellenemez, burnunu karıştıramaz, geğiremez. Kimsenin böyle bir saygısızlığa hakkı yoktur!

Daha da açık yazayım;

Demokrasilerde iktidarın, çoğunluk, daha doğrusu ortak oy kullanan en kalabalık kitle tarafından seçilmiş olması, bu kitlenin istedikleri gibi diğer insanların ağızlarına edebileceği manasına gelmez! 

Tabii ki demokrasi herkesin herkesle el ele tutuşup şarkı söyleyip kırlarda koşması demek değildir.

Akisne; demokrasi tartışma hatta gerekirse kavga etme sanatıdır.
Tartışmak, kavga etmek ama belirli kurallar doğrultusunda, herkes için eşit olan kanun çerçevesinde tartışmak ve kavga etmek esastır demokratik hukuk devletlerinde!

Bu doğrultuda muhalefetin 'iktidarı' hedef göstererek devlete saldırması ne kadar kabullenemez ise, iktidarın da kendine yönelik eleştirilere karşı 'devletin' arkasına saklanarak devleti ateş hattına sokması devletin varlığını ve işlevini tehlikeye sokar.

Baro başkanının iktidarla beraber Anıtkabir'de olmasına rağmen diğer avukatların kendi vatanlarının, kendi devletlerinin başkentine alınmamalarını yukarda yazdıklarım doğrultusunda değerlendirilmeli.

Anıtkabir'de olanları basından medyadan ne kadar tanıyabilirsem Ankara'ya girmeleri engellenenleri de o kadar tanıyorum. Kimseye karşı özel bir bağım yok. Muhtemelen bir çoğundan çok farklı bir dünya görüşüm vardır, ama mesele bu değil!

Eğer, ister bu baro mensuplarından olsun, ister başka biri olsun, içlerinde gerçekten benim millet ve devlet olarak bütünlüğüme kast eden varsa, devletin savunma mekanizması lütfen devreye girsin

Deliller toplansın, suç duyurusunda bulunulsun, zanlılar tutuklansın, mahkemeye çıkarılsınlar ve cezalarını çeksinler. 

Hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin yapması gereken ve yakışanı budur.

Bu yapılmadığı sürece, bu devletin hukuk siteminin üyeleri olan insanlarının başkente gelmelerini devletin kendi kolluk güçleri ile engellemesi bir hukuk devletine layık değildir. Türkiye Cumhuriyeti Devletine layık değildir ve asla da olamaz!

Ama bakıyorum ki, iki gündür bazı muhafazakar ve 'herkesten çok milliyetçilerin(!)' değişik iddiaları var.

Efendim engellenenler solcuymuş, hatta pkk destekçileriymiş, fetöcülermiş, devlet düşmanlarıymış...

Peki ne oldu da bugün avukatların Ankara'ya girmelerine müsade edildi?

Bunlar dün pkklıydı, fetöcüydü onun için engelleniyorlardı da bugün vatanperver mi oldular?

Yoksa iktidar pkklılara, fetöcülere taviz mi verdi şimdi?
Yok eğer fetöcü, pkklı değildilerse, bu iftiraları atanların hiç kul hakkı nedir, kanun, hukuk nedir akıllarından geçiyor mu?

Bir kere 'solcu' olmak suç değil. En azından solculuğu yasaklayan bir kanunun varlığından benim haberim yok henüz!
Ben beğenmem, benim dünya görüşüm değildir, benim bakış açım değildir.

Ama bu hakkı, yani solcu olma hakkı var mı, ben ona bakarım. Eğer varsa, benim için geçerli olan kanun ve kurallar onun içinde geçerlidir, Ben ne hakka sahipsem o da aynı hakka sahiptir, ben ne sorumluluğa sahipsem o da aynı sorumluluğa sahiptir.

Diğer iddialara gelince;
ister pkk deyin, ister fetö.. fark etmez, hepsi bölücü vatan haini kapısına çıkar.
Böyle bir durum varsa lütfen devlet gereğini yapsın, ama inanın 'gereği' suçu ispatlanmamış hukuk mensuplarının Ankara'ya girmelerini engellemek değildir.

Bu şekilde ancak devleti ateş hattına atıp arkasına saklanılır, bundan da devlet zararlı çıkar, hasar görür!

Çünkü hukuğu katledilen bir toplumda refah, huzur, ilerleme kalmaz.
Hukuğu katledenler er ya da geç hukuk diye yalvardıklarında haklarını arayacak hukuk bırakmadıklarını anlarlarsa çok geç olur!

Dolayısıyla bazılarının anlamadığı şu;
Eğer ben bu konuda barolara hak ve destek veriyorsam görüşlerini beğendiğim için falan değil.

Onların o görüşü ifade etme haklarını savunuyorum, bunun gasp edilmemesi gerektiğini savunuyorum.

Buna rağmen, eskiden olsa, bazılarının olaya 'bunlar pkklı', 'fetöcü', 'şucu', 'bucu' diye yaklaşarak olayı anlamadan saldırmalarını anlayabilirdim bile...

Taa ki bir zamanların aynı tiplerin avuçları patlayana kadar 'açılımı' alkışladıklarını bilmeseydim.
Taa ki bir zamanlar Perverlerle kaldırılan kolları, Habur'u savunduklarını görmeseydim,
taa ki Barzaniye ‚Türkiye seninle gurur duyuyor' tezahüratlarını duymasaydım,
her türlü milliyetçiliğin ayaklar altına alınmasını alkışlamasalardı, yağan yağmurda birileriyle beraber ıslanmasalardı…

Ama şimdi bunlar mazi oldu, onun için artık destekliyorlar, değil mi?

Değil!

Eğer gerçekten böyle olsa daha bir kaç ay evvel bebek katilinin kardeşinin devletin kanalına çıkmasını savunmazlardı. 
Eğer gerçekten böyle olsaydı, çoktan ülke çapında indirdikleri 'T.C.' ibarelerini hepsini yerine koyar Türk Milletinden özür dilerlerdi.
Eğer gerçekten böyle olsaydı, çoktan vatanın her okulunda andımızın sesi tekrar yankılanırdı.
Eğer böyle olsa kendileri gibi düşünmeyen her vatan evladına ihaneti yakıştırmaktan imtina ederler her gözünün üstünde kaşınız var diyeni yok fetöcü, yok pkklı ilan etmezlerdi.

Çünkü gerçekten birlik ve beraberlik isteyen, yüce Türk milletini ‚Millet ve zillet' diye ikiye ayırmazdı.

İşte bu sebepten inanmıyorum.
İnanmıyorum bu goygoy milliyetçiliklerine,
inanmıyorum bu kıçı sıkışınca Atatürk'e sarılıp rahata erince sövenlere.
İnanmıyorum 'Anayasa mahkemesininin kararını saymıyorum' diyenlere,
inanmıyorum halay çekip döner ayranla demokrasi nöbeti tutup sonra el birliğiyle kuvvetler ayrımını yıkanlara.

Samimiyetsiz geliyor bana!
Her yerlerinden vıcık vıcık akan riyayı görüyorum.

Onun için vaz geçin sahip olduğunuz güce güvenerek herkesin önünde ulu orta yellenmekten.
Çünkü emin olun bu koku asla üstünüzden çıkmaz!