Marksist ve Leninist bir dünya görüşünü benimseyip Atatürkçülük masalları anlatmak en hafif tabiriyle riyakârlıktır. Örtülü Atatürk düşmanlığıdır işin özü. Atatürk katıksız bir Türk milliyetçisidir, millidir. Hayatı boyunca milleti kendi öz kültüründen beslenen, milli değerleriyle büyüyen ve gelişen, özünden kopmadan yükselen bir çizgiye getirmeye çabalamıştır.

Her yıl 6 Mayıs olunca - Deniz Gezmiş ve iki arkadaşının idamlarının yıl dönümünde - bu üçlü ile ilgili ağıtlar ve övgüler sarar sosyal medyayı. Bu paylaşımların çoğu Atatürkçülük denince mangalda kül bırakmayan çevrelerden gelir. Öncelikle belirtmeliyim ki bu üç gencin idamı bence de yanlıştı, bu ülkede örneğini geçmişte tecrübe ettiğimiz benzer başka birçok uygulama gibi, haksız idamlar cenneti olduk maalesef.

Ancak hayat felsefesi, söylemi, eylemi ve hedefi Atatürk ile taban tabana zıt olan bu yapıyı tasvip etmemiz de mümkün değildir. Yasa dışı eylemleri, banka soygunculuğunu ve benzeri onca hukuksuzluğu sözüm ona "ulvi" idealler uğruna kabul edilebilir görmek hangi izana sığar ki.

Üniversite yıllarımızda sıkça şahit olduğumuz gibi, sıkı takipçileri Atatürk'ü "basit bir burjuva diktatörü" gibi ucuz ifadelerle tarif etme cüretini kim(ler)den öğrenmişlerdi acaba? "Biz bu devleti yıkacağız, devrim yoluyla olursa ne âlâ, olmadı silâh yoluyla." diyen zihniyeti nereye koyacağız meselâ. Atatürkçülük ile bu anlayışı hangi ortak noktada bir araya getirebileceğiz, mümkün mü?

Şu halde, herkes nerede durduğunu, kime, hangi hususta ve hangi amaca yönelik olarak destek verdiğini iyi belirlemeli. Aksi hâlde rüzgârın önündeki yaprak misali belirsiz bir sona doğru yol alırız kontrolsüz bir şekilde. Bilinçli olarak bu tercihi yapanlara sözümüz yok, onlarla yolumuz kesişmez bizim.

Ancak hem Atatürkçülükten dem vurup hem de kökü dışarda bir sürü "izm" hayranı, destekçisi olan ya da hukuksuzlukları belirli kılıflar uydurup şirin görmeye veya göstermeye çalışan dostlarımıza bir sözümüz var elbette: "el insaf!"