Sevgili muhalefet,
Sevgili muhalifler,

Sinan Oğan'ın milliyetçi, ülkücü ve Türkçülüğünü yeterli kadar vurguladıysanız,
Yavuz Ağıralioğlu'nun ihanetini doya doya lanetlediyseniz,
Kemal Kılıçdaroğlu'nun doğru aday olmadığını sokabildiğiniz kadar herkesin gözüne soktuysanız,
Meral hanımın masaya geri dönmesine doyasıya kızdıysanız,
Muharrem İnce gibi bence günümüzün Türk siyasetinde en gereksiz ve çapsız isimlerden birini eleştirilerinizle veya dans ederek hak ettiğinden çok fazla şişirdiyseniz,
lütfen artık tekrar asıl meseleye odaklanabilir miyiz?

Ben halâ pek inanmıyorum ama en azından resmi açıklamalara göre 14 Mayıs'ta bu ülkede bir seçim olacak. Ve bu seçimde yine karşınızda devletin tüm gücünü elinde bulunduran bir Recep Tayyip Erdoğan var.

Devletin tüm gücünü elinde bulundurması bir yana, son 21 senede gördüğümüz gibi kazanmak için her türlü yönteme başvurmaktan çekinmeyen ve daha da kötüsü kaybetme olasılığında görünürde hiçbir 'çıkış planı' hazırlamamış, yani ya öz güveninden, ya da kaybetme ihtimalinin olmadığını bildiği için, zerre kadar makamını teslim etmeyi düşünmeyen bir Recep Tayyip Erdoğan.

Yanlış anlamayın, 'Asla kaybetmez' veya 'kazanamazsınız' diyenlerden değilim.

Ben hiçbir zaman kendisini fazla büyütmedim.

Hatta eleştirenlerin birçoğunun bile kendisine yakıştırdıkları 'şöyle hatip, böyle zeki…' gibi sıfatlara da katılmadım. Aksine, AKP ve Recep Tayyip Erdoğan'ın başarısının tek sebebinin muhalefetin beceriksizliği ve kendi kitlelerine bulundukları ihanete dayandığını savundum.

Ve maalesef görüyorum ki 14 Mayıs'a 45 gün kalmış ve kendimin de dahil olduğu 'muhalif camia' meleklerin cinsiyetini tartışmakla meşgul.

Belki gerek ekonomik duruma, gerek depremin yıkımına veya muhalefeti %10 küsürlerle önde gösteren anketlere güveniyorsunuz. Ve muhtemelen de adil ve hukuk kapsamında gerçekleşecek olan bir seçim olsa, haklı çıkarsınız ve bütün bunlardan doğrudan veya dolaylı sorumlu olan hiçbir siyasetçi veya siyasi parti bu şartlarda seçim kazanamaz.

Ama ortada olan gerçek; karşınızda Recep Tayyip Erdoğan ve AKP'si olması!

Üstte seçimlerin olacağına inanmadığımı belirtmiştim;

Benim son 20 küsür senede öğrendiğim bir şey var, o da Recep Tayyip Erdoğan'ın her imkânı zorlamasına rağmen kaybedecek kadar bir fark yiyeceği seçime ya girmeyeceği, ya da girse bile bir bahane bulup o seçimi tekrarlatacağı.

Ben 'efendim şu kadar silah kayıp, kaybederlerse kan gövdeyi götürür' dedikodularından bahsetmiyorum.

Çok daha basit yöntemleri var. Bakarsınız seçime birkaç gün kala bir yerde bir terör saldırısı olur veya bir büyük kaza, OHAL ilan edilmesi gerekir, OHAL'de seçim ertelenir, sonra yine ertelenir falan. Mesela patlayan bir elektik santrali… Ben ne bileyim, hiç mi 'House of Cards' seyretmediniz? "Bunlar sadece Hollywood'da olur" diyenler bir zahmet Venezuela'ya baksın.

Belki "İstanbul'da, Ankara'da gördük, bir şey yapamadılar" diye düşünebilirsiniz. Evet, gördük ama onlar da gördü ve aynı hatayı tekrarlamak istemeyeceklerinden emin olabilirsiniz.

Kabul ediyorum, bu yazdıklarım belki iktidar için son çare yöntemleri olabilir. Ama artık anayasa ve kanunlar kapsamında parlamenter sistemle yönetilen Türkiye yok, "Şahsımın Devleti" var.

Mahkemeler, kolluk kuvvetleri, askeriye, kamu hizmetleri, medya… Her yere kendisine sadık, bu düzenin devam etmesini isteyen, çünkü bu düzenden şahsi menfaat elde edenleri yerleştirdi. Bizler için iktidar değişikliği belki her şeyden önce 'normalleşmek', 'rahatlamak' manasına gelecek ama bu bahsettiğim kitle için değişim varlık meselesinden ibaret ve bunu kaybetmemek için her tür yola baş vuracaklar.

Yeniçağ, Halk TV vs. gibi muhalefetin tarafında olan tek tük medya kuruluşları muhalefetin iç meselelerine ve kendi aralarında kavgalarına odaklanırken iktidarın elinde olan tüm medya planlı ve projeli seçimlerin Cumhur İttifakı'nın lehine sonuçlanmasına odaklanmış durumda.

Bir adım geri atarak lütfen olaya daha geniş bir açıdan bakın.

Daha birkaç gün önceye kadar Sinan Oğan'ın imza toplamakta ne kadar zorluk çektiği gerçeği ile şaşırdık. Çünkü özellikle Sinan beyden yana olanlar gereken imzanın en kısa zamanda toplanabileceğini düşünüyorlardı. Oysa benim görüşüm, o imzalar, Sinan beyi seçmeyecek olanların bile sırf 'Milliyetçi, ülkücü bir aday küçük düşmesin' düşünceleri sayesinde toplandı. Bu da sosyal medyaya güvenilmemesi gerektiğini gösteriyor. Hepimizin sayfasına kendi düşüncesinden ve kendi düşüncesine yakın insanlar bulunmakta, dolayısıyla sosyal medya sayesinde uyanan intiba 'Herkesin kendimiz gibi düşündüğü' üzerine.

Ama gerçek öyle değil. Özellikle kendi camianızdan çıkıp Türkiye geneline baktığınızda çok farklı bir dünya ile karşılaşıyorsunuz.

Kaldı ki, sosyal medya her zaman, her an, kısa süre için de olsa, engellenebilecek, yavaşlatılabilecek bir mecra. Özellikle yeni sosyal medya yasası ile bireylerin çevrim içi ifade özgürlüğü çok kısıtlandı ve burada da iktidar tarafının planlı, projeli, maaşlı kullandığı elemanlara karşı koordinesiz, teşkilatlanmamış bir muhalif kitle söz konusu.

Ve elbette ekonomi.
14 Mayısa kadar seçim hediyeleri dağıtma kampanyası başladı bile.
Farkındalar, artık kömür, makarna sökmüyor. EYT oldu, şimdi emekli maaşları. Tahminin deprem yüzünden Türkiye'ye gönderilen yardım paralarının büyük kısmı henüz piyasaya sürülmedi. Bunlarla başka ‚hediyeler' veya döviz kuruna karşı Aralık 2021'de çekilen operasyonların benzeri tekrar gerçekleşebilir.

Yani durum iktidar için ne kadar zor görünürse görünsün, her an şapkadan çıkan tavşan gibi kısa vadede seçmeni şaşırtabilecek olaylar olabilir.

Bunları "Zaten kazanma şansımız yok, boşuna uğraşmayalım…" diye moral bozmak için yazmıyorum. Aksine, 20 senedir hiç olmadığı kadar çok kazanma ihtimali yüksek. İktidar da bunun farkında. Yoksa Emine hanım hiç tarifeli uçar mı?

Lütfen hiçbir şeyi 'garanti' gözü ile görerek, saçma sapan iç meselelerle uğraşarak bu fırsatı kaçırmayalım. Hayal dünyamızı terk edip gerçek meselelere çözüm odaklı yaklaşalım.

Zaten yeterli bedel ödediğimizi düşünüyorum ama bu sefer ödememiz gereken çok ağır olur.