Salgın yüzünden İmralı'daki bebek katiline telefonla görüşme izni verilmiş.
O da 25 dakika ailesi ile görüşmüş.

Ne var bunda değil mi?
Buna da laf söyleyenin tek niyeti hükümeti kötülemektir.
Alt tarafı, 25 dakika. Abartılacak bir şey değil.

Ama madem bu gündem oldu, insanımız hastalık bulaşmasın diye evlere hapsedilmişken, ücretsiz izine gönderilenlerimiz evimi ne ile geçindireceğim diye, esnafımız çalışanlarımın aylığını nasıl ödeyeceğim diye kara kara düşünürken bu konuları mevzu etmeyi değil eşcinsellik ve sapıklığın ne kadar haram olduğunu hatırlatma ihtiyacı duyanlara sormak istiyorum;
Binlerce masum canımızın ölmesine veya sakatlanmasına, yakınları başta olmakla milletçe çektiğimiz acılara sebep olan ve devleti bölmek isteyen bir terör elebaşına tanınan bu izin haram mı, helal mi?
Bakalım buna cevap verirler mi.

Belki birileri diyanetin bu konuda muhatap olmadığını olayın hukuki olduğunu falan söyler.
Çünkü öyledirler.
Kâh şeriattan, kâh modern hukuktan dem vurduklarını hepimiz biliyoruz.
Artık nasıl işlerine gelirse.

Sorsanız modern hukuk devletinde mahkumların bile hakları vardır.
Eminim bunun son derece insancıl ve çağdaş bir hukuk anlayışı olduğunu savunacaklardır.
Birisine gözünün üstünde kaş var diyen gazetecilerin, yazarların yararlanamadığı ama sübyancının, uyuşturucu satıcısının, katilin, kadın tüccarının, yani her türlü insan kılıklı toplumsal atığın serbest kalmasını sağlayan bir af çıkaran sistemin çağdaş hukuk anlayışını sorgulamak elbette abes olur.
Onun için hiç olayı hukuki boyuttan ele almayacağım.

Çünkü cehaleti kutsayan bir güruha bazı anayasa profesörlerinin bile saygı duymadığı hukuku anlatmak, doğuştan âmâya gökyüzünün mavisini anlatmaktan zor.
Ama bu zihniyetin, alenen demeseler de, 18 yıldır başta din olmakla beraber her türlü manevi değer üzerinde tekel iddia ettiklerini yaşayarak gördük.
Onun için, hemen bu 25 dakikayı partizanca savunup itiraz eden herkesi yok hain, yok fetöcü yok dış güçlerci ilan etmelerinden evvel, kendilerine şunu sormalarını istiyorum;

Bu bebek katili canavarın başını çektiği terör ve vatan ihaneti yüzünden hayatını kaybetmiş canların ailelerine 25 dakikanın değer ve manasını hiç sordular mı acaba?

Verdiğimiz binlerce şehit polis ve askerimizin anaları yavrularının sadece 25 dakika daha fazla saçlarını koklayabilmek için neler verirlerdi?
Babaları evlatlarını 25 dakika daha fazla bağırlarına basabilmek için neler feda ederlerdi?

Fazla değil, sadece 25 dakika daha...

Ya eşleri, nişanlıları, sevdalıları?..
Sevdiklerini 25 dakika daha fazla görebilmek, 25 dakika da fazla gözlerine bakabilmek için?

Bu bebek katili ve piçleri yüzünden daha analarının karnındayken babaları şehit olan kaç çocuğumuz var biliyor musunuz?
Yani babalarını hayatlarında 25 dakika bile göremeyen, hayatları boyunca 25 dakika baba şefkati, sevgisi tadamamış olan kaç yavru var?

Aynı şekilde baba, ana olma gurur ve sevincini yaşayamadan, doğacak bebeklerini 25 dakika bile sevemeden, koklayamadan kaç canımızı toprağa verdik?

Polis Memuru Şerife Özden Kalmış'ı hatırladınız mı?
Fazla değil, 4 sene olmadı, karnında 6 aylık bebeği ile beraber toprağa verildi.
Hüseyin Kalmış'a sordunuz mu, eşi ve evladı ile 25 dakika geçirebilmenin değerini?

Hüseyin Utku yavru 5 yaşındaydı.
Diyarbakır Çınar ilçesinde Bölge trafik denetleme istasyonunda bombalı araç saldırısında polis babası ve babasının dört silah arkadaşı ile beraber şehit oldu.
Cenazesinde Betül Gülbahar oğlu ve eşi ardından "İkisini bir koyun ne olur, benim yavrum korkar, korkar benim kuzum annesiz" diyerek ağladı.
Bir anne için 5 yaşında yavrusunun korkusunu 25 dakikalığına da olsa alabilmenin değerini bilir misiniz?

Tabii sadece askerimiz, polisimiz değil;
17 yaşındaydı Serap Eser. Tek suçu İETT otobüsüne binerek evine gitmek istemesiydi.
Şimdi ailesi ile 25 dakika konuşmasına izin verdiğiniz caninin piçleri otobüse molotof kokteyl ile saldırdılar.
Diri diri yandı Serap.
İnsan yanarken çektiği acıyla, bırakın 25 dakikayı 1 dakikanın bile ne manaya geldiğini bilir misiniz?
Hiç yanlışlıkla parmağınızı yaktınız mı?
25 dakika değil 29 gün komada kaldı kızcağız, iyileşir diye annesinden deri nakli yapıldı.
Serap'ın ailesine sordunuz mu, Serap'ın o gün 25 dakika daha gecikip otobüsü kaçırması için neler verirlerdi?
Ailesi için Serap'ı 25 dakika daha kucaklayabilmek nelere bedel?

Ya Şenay Aybüke öğretmen?
'Kızım, yaşım genç, korkuyorum' demeden, öğretmen olduğuna sevinerek, cehaletle, yobazlıkla, vatan hainliği, devlet düşmanlığı ile mücadele etmek, kutsal görev olan öğretmenlik yapmak için Batman'da şehit olan Şenay Aybüke Yalçın 23 yaşındaydı.
23 yıla kaç 25 dakika sığar?
Sevdiklerine bu dünyada Aybüke ile beraber geçirebilecekleri 25 dakika daha verebilecek misiniz?

Ve tabii ki Fırat.
Yüreğimizi yaran Fıratımız.
Üniversitelerin pkk yuvasına dönüştüğü için, 
devletin üniversitelerinin devlet düşmanlarına bırakılmasına karşı mücadele ettiği için İmaralı'dakinin enikleri tarafından kalleşçe öldürülen Fıratımız...
Ölüm haberi geldiğinde bazılarınızın utanmadan, arlanmadan hakkında 'O da rahat dursaymış...' diye yazabildiği Fırat.
24 yaşındaydı.
Yani aynı Aybüke öğretmen gibi hayatının baharında.
Bıçakladılar Fırat'ı.
Bugün dünyaya yardımlarımızla hava atıyoruz, İsveç'e ambulans gönderiyor tribünlere oynuyoruz ama o gün Türkiye'nin en büyük illerinden birinde ambulans gecikti.
Öyle AKP'den önceki dönemler falan değil hemi de. Daha şundan beş yıl evvel.
Kan kaybından öldü Fırat.
Hiç sordunuz mu 'o geciken ambulans 25 dakika daha erken gelseydi Fırat yaşar mıydı' diye?

Bunlar ismi gündem olan, hafızada kalanlar.
Gündem olmayan, ismi maalesef unutulan nice acılar yaşandı.

Babamla Samsun'da şehitliği ziyaret ettiğimizde bir şehidimizin annesi ve kardeşi ile karşılaşmıştık.
Şehidimizin kardeşi ile ayak üstü kısaca konuştuk.
Annesine baktım, sadece susuyordu.
O kısa, ayak üstü karşılaşmada o annenin gözlerinde gördüm ben 25 dakikanın değerini.

Aslında sadece şehitlerimiz için geçerli de değil bu.
Bu kansızların kalleş tuzaklarında bacaklarını, kollarını, gözlerini, kaybetmiş, yüzleri vücutları yanık izleriyle dolu gazilerimize bir daha 25 dakika doya doya 
koşabilmenin,
sevdiklerine sarılabilmenin,
görebilmenin,
aynada eski yüzleri, sağlıklı vücutlarıyla karşılaşmanın değerini bir sorun.

Yani demem şu ki;
'Alt tarafı 25 dakika' değil!...
Geçin o 25 dakikaya boyunuzdan büyük 'çağdaş hukuk' gibi bahaneler aramayı. 
Kandırmayın kendinizi.

Siz herhangi bir mahkuma 25 dakika ailesi ile telefonlaşma izni vermediniz.
O 25 dakikayla bahsettiğim acıları doğrudan veya dolaylı yaşayan ve hisseden herkesin suratına tükürdünüz siz.

Sadece bilin istedim.