Dün gördüğüm bir habere istinaden bu yazımda dilim döndüğünce Nuri Paşa'dan ve Dağıstan'da yaşadığım birkaç anıdan bahsetmeye çalışacağım. Haberin başlığı "Nuri Paşa'nın cenaze namazı 67 yıl sonra kılındı"

Haberi okuduğumda büyük bir şok etkisi yaşamıştım ve aklıma ilk gelenler önce çoğu kişinin Hababam Sınıfı'ndan hatırladığı o meşhur "Laleler" türküsü oldu. Tabi o dönemde ve sonrasında daha nice şiirler ve türküler karşılıklı bir şekilde yazılıp söylenmiştir. Daha sonra Dağıstan'da yaşamış olduğum birkaç anıyı hatırladım. Haberden başımı kaldırıp kendime geldiğimde etrafıma baktım ve sadece boş bakan yüzler ve birkaç gereksiz söz duydum. Peki; nedir bu "Laleler" türküsü kime ve niçin yazılmıştır?

Türkü 15 Eylül 1918 günü sabaha karşı Bakü'ye Kafkas İslam ordusunun Nuri Paşa komutasında taarruz etmesine istinaden Azerbaycan'lı şair Aslan Aslanov tarafından yazılmıştır. Şiirin içinde lalelerin kırmızısı Osmanlı askerlerinin feslerine içindeki tomurcuklarıysa feslerin püskülerine benzetilmek suretiyle kaleme alınmıştır.

Yazın evvelinde Gence çölünde
Çıkıblar yene de dize laleler
Yağıştan ıslanan yapraklar
Seribler dereye düze laleler

Laleler laleler
Laleler laleler
Laleler laleler
Laleler laleler

Hayalimden neler gelir ne geçer
Yaz gelir ellere turnalar göçer
Bulaqlar simovar ag taştan çeker
Benziyor çemende köze laleler

Laleler laleler
Laleler laleler
Laleler laleler
Laleler laleler

Meylim özümdeki kara haldadir
Hicranın ilacı ilk vusaldadir
Ne vaktidir Bakü'nün gözü yoldadır
Bir konak gelesiz bize laleler

Laleler laleler
Laleler laleler
Laleler laleler
Laleler laleler

Gence'de Bakü'de velhasıl odlar yurdu Azerbaycan'da şanlı ordumuzun bu kadar sevinçle karşılanmasına vesile olan Nuri Paşa'nın cenaze töreni niçin yapılmamıştır?

Bilindiği üzere Kafkas İslam ordusunun muzafferiyetinden sonra aradan fazla bir zaman geçmeden Birinci Dünya Savaşı'nın son bulmasıyla Mondros Mütarekesi imzalanmış ve askerlerimiz Azerbaycan'dan çekilmek zorunda kalmışlardır. İlerleyen yıllarda Nuri Paşa ticarete atılmış ve Milli Savunma Bakanlığı'nın izni ile İstanbul Zeytinburnu'nda bir kömür deposunda başlayıp daha sonra Sütlüce'ye taşınarak silah, gaz maskesi, havan topu üretmiştir. Daha sonra işleri büyütüp yurt dışına ihraç etmeye başlıyor ve 2 Mart 1949 günü sebebi belirlenemeyen bir patlamayla o sırada fabrikada bulunan Nuri Paşa ve 27 kişi patlamada yaşamını yitiriyor. Cesedin yüzde ellisinin bulunamadığı gerekçesiyle muhtemeldir ki dönemin iktidarının etkisiyle ailesinin başvurusuna rağmen müftülük Nuri Paşa'nın cenaze namazının kılınamayacağını söylüyor.

Ve 67 yıl sonra dün Nuri Paşa'nın cenaze namazı kılındı.

Gelelim anılarıma;

2014 Şubat ayında iş vesilesiyle Rusya'nın Dağıstan bölgesine gitmemiz gerektiğinde öylesine çok sevinmiştim ki anlatamam. Mesele yurt dışına çıktım havası değildi, inanın herhangi bir Avrupa ülkesine veya başka bir yere gidecek olsaydım bu kadar sevinmezdim. O coğrafyanın benim için bizim için yani Ülkücüler için önemini ancak benim gibi bizim gibi yani Ülkücüler gibi düşünenler daha iyi bilirler. Neticede gittiğimiz yer eski bir Türk toprağıydı ve hala çeşitli boylara mensup Türk'ler yaşıyorlardı. Şeyh Şamil'in, Cevher Dudayev'in memleketini Hazar Denizi'ni görecektim.

İzmir'den İstanbul'a oradan da yolcunun birinin hostese söylediğine göre tavanı akan bir uçakla 2.5 saatlik bir yolculuktan sonra Mahaçkale'ye indik. Uçaktan indiğimizde gözlerime inanamadım tabi daha sonrada herşey tam bir rezalet üç saatte havaalanından çıkabildik. Valizler didik didik arandıktan sonra yola çıkabildik o sırada uçaktan görmüştüm ama yanından geçmek bir başka oluyormuş Hazar'ı gördüm. Bakmayın özerk falan dendiğine Dağıstan'ın tamamında Rus hakimiyeti mevcut. Dört saatlik bir kara yolculuğunda en azından üç sefer arabamız durdurulup arandıktan sonra kalacağımız yere varabildik.

İşçi vizeleri pahalı ve zor olduğu için Dağıstan'a turist olarak gittik bir ay çalıştıktan sonra sınırdan giriş çıkış yapmamız gerektiği için en yakın ve en güvenli sınır olan Azerbaycan sınırına gittik. Samur çayının üzerinde Samur Serhat gümrük geçit kapısından geçtik ve tekrar Rus tarafına geçmemiz için dolmuşlar kalkıyor. Orada beklerken Azerbaycan tarafına bir göz gezdirdim dolmuşa bindik yaklaşık bir saat kadar oyalandıktan sonra dolmuşa Azerbaycan tarafından gelen bacılar bindi ve bizim Türkçe konuştuğumuzu görünce hemen ellerinde ne var ne yoksa bizimle paylaştılar. Bizi kucaklıyorlar falan yaş olarak hepsi bizden büyüktü ellerini falan öptük derken içlerinden biri "gardaşlar Türkiye'den mi geliyorsunuz " diye sordu. "Evet" dedik konuştuk "karnınız aç mı? " dediler dolmuşun içinde yaklaşık yarım saat hem bizimle ekmeklerini paylaşıp hem bizi gördüklerine sevindiler.

İlerleyen zamanlarda bizimle beraber Özbek asıllı bir amca yemekten sonra bizleri yani Türkiye'den gelenleri ve orada bulunan Kumuk, Nogay, Avar, Özbek hepimizi bir araya toplayıp hepimize biz "Türk'üz kardeşler" demesi beni bir kez daha şaşırttı.

Şaşırttı çünkü;

Yüzyıllarca her türlü Rus baskısından başını kaldıramamış olan halk bugün hala Türkçe konuşabiliyor, evlerine, dükkanlarına Şeyh Şamil resimleri asabiliyor, cuma günleri camileri doldurabiliyor en çok hoşuma giden de Türkiye'yi her zaman kendilerine yakın hissediyorlar.

Bu yakınlığın en büyük sebeplerinden biriside hayalperest dedikleri Enver Paşa ve kardeşi Nuri Paşa'nın yüzyıl önce Azerbaycan'ın istiklali ve Turan ideali uğruna canlarını hiçe sayarak ilerlemiş olmalarıdır.

Selam Türk'ün bayrağına.

Allah hepsinden razı olsun.