Moğolistan'ın çatısı olan kuzey ve kuzeybatı bölgesi zengin su yatakları havzası, bize ulaşabilen tarihinde izleyebildiğimiz kadarıyla, bu coğrafyadaki toplum ve devletler için yaşama doğum alanı. Dolayısıyla bilinen erken Türk tarihinin en derin izlerinin burada olması şaşırtıcı değil. Tula ve Orhun, Selenga arasındaki bölgenin; ilk olarak Yenisey bölgesinden çıkartılan ve dokuz oğuzlar olarak adlandırılan Türk boylarına evi olduğu sanılıyor.Temuçin'in Cengiz han'a dönüştüğü 1200'lü yıllara kadar Hun, Kıtay, II. Göktürk ve Uygur Devletlerinin ve ardında bıraktıkları bakiye Türk boylarının hatıralarını düşündüğümüzde bizler için önemli bir coğrafya. Bizlerin genlerinde zamanın bir kesitinde bu toprakların sevgisi, yaşamış ataların izleri var. Anayurtta ata yurdun nehirlerini yâd eden şiirlerimiz marşlarımız var.

Gezi planımda Orhun ve Selenga ırmakları vardı, zaman ve yol kısıtım Selenga'ya yetmedi. Diğerleri ise "tadı damağımda kaldı"deyişine uygun bir haz bıraktı. Kısmetimde Tula (Tuul-Tola), Orhun, Hovd, Kazakların Yılanlı nehir dedikleri o güzelim akarsu ve Gobi Altaylarının zirvelerinden eriyerek süzülen tatlı su gölleri çıktı. Nehirlerin öylesine nazlı, sessiz ve derin akışları var ki, üzerine bir yaprak gibi değebilirsin ve ırmaklar beşikteymişçesine ninnili bir ezgi ile seni alıp, götürebilir, ana gibi kucaklayıp kendi sonsuzluğuna katabilirmiş gibi akıyor.

Tula ırmağı haritada, Orhun ırmağının biraz çarpılmış bir bacağına benziyor, 704 kilometrelik havzada aktıktan sonra Orhun Irmağı ile birleşerek Selenga'ya doğru bir süre ilerliyor ve nihayet iki büyük nehir birleşerek son durakları Baykal Gölüne akıyor. Doğduğu topraklardan ismini almış olan Tula nehri Moğollar tarafından kutsal kabul ediliyor. Tula'da kardeşimin Moğol arkadaşının eşi Gala bana eşlik ediyor. Tula'nın hafif bir delta oluşturduğu, şehrin az dışında sayılabilecek bir alanındayız. Rüzgâr soğumuş esintileri üşütüyor. Türkiye'den kirletilmiş-boğulmuş nehirlere, derelere, çaylara alışkınız. Ulanbatur'u bölerek ilerleyen bu nehrin suyunun içilebilir olup olmadığını soruyorum. Kirletilmemiş ve içilebilir imiş, âdetim olduğu üzere suya inip birkaç avuç içiyorum, sanki bir yudum içersem beni yeniden görmek isteyebilir, geri çağırabilir gibi bir inancım var, sevdiğim tüm yurtlardan bir avuç su bende kalıyor. Cebimde Tula'dan bir çakıl var, ırmaktan bana armağan vermesini istedim. 

Gala eliyle genişçe bir havzayı işaret ederek anlatıyor; Irmak Bundan 90 yıl kadar önce daha güçlü ve geniş biçimde akıyor imiş. Dağlar büyük ormanlar ile kaplı durumdaymış. Mevsimlerin daha istikrarlı olduğundan bahsediyor. Sovyet devrimi sonrası Moğolistan tüm bölgenin kereste ambarı olarak kullanılmış. Tam bir ağaç soykırımı yaşanmış, yeni ormanların gelişip beslenmesine imkân vermeyecek biçimde yapılan katliamın kurbanları olan ölü ağaçlar yine bu nehirlere atılarak suya taşıttırılmış. Nehrin bedavaya taşıdığı ağaçları, nakliyeye uygun alanlarda toplayarak, diğer ülkelerde kullanıma sokmuşlar. Katliamdan sonraki ilk yıllarda, Tula ve dağlar çok kızgın olmalı ki, suyu bir anda akıtıp büyük taşkınlar oluşturmuş. Bir keresinde Ulanbatur'un büyük bölümü sular altında kalmış, büyük hasarlar yaşanmış, nehir yıldan yıla zayıflıyormuş zira ormanlar geri dönememiş. Nüfus azlığı ve 90 yıllık şehirleşme kırsal bölgeleri daha da yalnızlaştırmış, insan eli ile onarım da mümkün olamıyormuş. Gala ile yaptığımız konuşma, onun bu toprakların ruhuna katılıp bütün oluşturduğu hissini veriyor. Akşamın ilk saatlerinde beni tanıştıracağı kişilerin görüşeceğimiz yere gelmelerini bekliyoruz. Mevsim kış başlangıcı sayılır, gün erken ufka iniyor, gün kararırken ayrılıyoruz. Deltanın sazlı kıyısında insanlar oltayla balık avına devam ediyor. Tula'nın hüznü bir parça temiz kalması ile yatışıyor olmalı.

Gala beni ger mahallelerine doğru götürüyor, aslında çok istediğim bir şeyi ben istemeden yapmasına memnunum. Moğollar şehre gelirken yanlarında yaşam tarzlarını da getirmişler. Apartmanlar çok fazla sevilmiyor, ait oldukları köylere mümkün olan her fırsatta dönüyorlar ve köydeki konut biçimlerini aynen şehrin çevresindeki ilçeleri oluşturan mahallelere taşıyorlar. Aslında şehir merkezindeki katlı yapılaşmayı ihmal edersek, Ulanbatur şehri de Ger çadırlardan inşa edilmiş. Ger mahallelerin dar sokakları düzensiz, yolları oldukça bozuk. Kare veya dikdörtgen bahçeler yüksek çinko levhalarla kapatılmış. Gala bütçeden ayrılan paranın bu mahalleri ve yolları onlarca kez mükemmel bir şekilde inşa edebilecek seviyede olduğunu ancak yolsuzluk ve kayırmalar nedeniyle başarıya ulaşılamadığını anlatıyor. Bir eve yöneliyoruz, sanırım Gala'yı tanıyorlar. Bahçe kapısından girdiğimizde köpek havlamaları ve çocuklarla karşılaşıyoruz. Avluda üç tane ger çadırı var. Bir köşede küçük bir tuğla ev inşa edilmiş. Evin camından küçük bir kedi yavrusu bakıyor. Moğolistan'da fazla kedi bulunmaz besleyenlerden de biraz çekinirler imiş.

Ev sahipleri bahçede bulunan üç çadırdan birine davet ediyor bizi, hemen sıcak süt çayı geliyor. Kendi aralarında Moğolca konuşuyorlar, benimle ilgili ev sahiplerine bilgi veriyor, Gala.Süt çayının ardından lezzetli bir patates havuç ve koyun etinden oluşan, kavrulmuş hissi veren bir yemek tası ile kaşığı getirip elimize veriyorlar. Bizdeki gibi bir sofra seromonisi yok, ikram ön plana çıkıyor. Gala ev sahibinin koyun etinin bu gün köylerinden geldiğini söylediğini, ailenin domuz eti yemediğini ve rahat olmam gerektiğini söylüyor.Ardından koyunun ciğeri ve haşlanmış boyun etinden sunuyorlar. Kendi başıma olsam meraktan biraz daha yiyeceğimi düşünerek ablamı hatırlıyorum. Bana sık sık merakım sebebiyle değişik yiyecek tadarken öleceğimi hatırlatır. Evin genç kızının sürekli temizlik yapması bizim baba evini hatırlatıyor. Çok kalabalık idik ve her zaman temizlenecek yığınla şey bulunurdu.

Geliş sebebimiz benim yaşayan bir kam görme isteğimdi, evin hanımı bir kam, bizi kam çadırına davet ediyor, dağlardan toplanmış süpürge otundan tütsü yanıyor, Gala korkabileceğim konusunda uyarmıştı, totemi bir kurt, doldurulmuş ve adım atabilirmiş gibi bir canlılıkta bakıyor. Kadın kam oldukça genç, ondan ne isteyebileceğimi düşünüyor sanırım, bir ara bana dönüp bir şeyler söylüyor. Gala Türkçeye çeviriyor "Hayatımın en güzel yılları ziyan oldu, güzel günlerim düşlerim yok oldu diye üzülüyorsun, hayır öyle düşünme çünkü yanılıyorsun, senin hayatın geride kalmadı zaten ileride"diyormuş. Seviniyorum, zira dünyada görmeyi düşlediğim çok şey var, zamanım olursa ne iyi, geç kaldığıma hayıflanmam. Konuşmanın ekseni başka şeylere kayıyor. Bir süre sonra izin isteyip çıkıyoruz.

Pansiyonuma dönerken şehir merkezindeki büyük caddelerden geçiyoruz. Birkaç gün önce Ulanbatur'a ilk geldiğimde gri, düzensiz binaları görünce içim sıkılmıştı. Hele hava alanındaki istekli taksi sürücülerinin elimdeki adresi bulamayışı çaresiz ve kaybolmuş hissetmeme sebep olmuştu. İleri teknoloji ürünü İ-phonumun sonraki versiyona endeksli kalitesiburada ciddi bir sorun yaşamama sebep oldu. Henüz üç yaşında kocamış bir ürün benim telefonum. Pil şişti ve kullanılmaz oldu. Harita yok, ulaşacağım adresin telefonu teknoloji ile birlikte şişmiş, yazılı adresim yok… Moğollara kendi isteğinizi kolayca kabul ettiremiyorsunuz, her birinin kendi kafasında bir yol var, o rotadan çıkmıyorlar 'Ana caddede Turizm polisinin orada inmek istiyorum' diyorum. Cevaben 'hayır, adresi bulacağım' diyorlar ancak tur üstüne tur adıp kendileri de kayboluyorlar. Böyle krizli bir sabahta cola fanta reklamları da görünce tuz biber olmuştu, keyifsizliğime. Emperyalizmin zehirli sıvıları burayı da zehirlemiş.

Şehrin büyük birkaç cadde ve mahallesi var. Gelişkin diğer ülke yerleşimleri ile yarışır derecede. Güzel butiklerde satılan, her zaman sevdiğim kaşmirler… Yol üstü kafeteryaları, akşamın bir saatinde kapanıp caz-bar'a dönüşen caddeleri ve sıralanmış karaeko barları çok fazla. Bizim sanayi sitelerimiz ile kareoko barları kıyaslanır, adeta. Gala, barların yaygın oluşunu alkol tüketiminin yoğunluğuna bağlıyor. İçten içe bunu bir sorun olarak algıladığını sanıyorum. Şehirdeki işsizlik ve kentliliğe uyum sorunları işsiz alkolikleri çoğaltmış. Sokaklarda yürürken başka bir şey daha ilgimi çekiyor. Pasaklı ve uyumsuz giyinen insana nadiren rastlanıyor. Çalışanlar ortalama 150-200 Amerikan dolarına yakın kazanıyorlar. Yine de bir yaşam zevki geliştirebiliyorlar, İyi bir yetenek bu. Paranın ikincil etkisi olduğunu düşündürtüyor. Önemli olan kaynağını doğru kullanmak.

Sokakta fazla kalamıyoruz, yağmur hızlanıyor. Ayrıca erken uyumalıyım, yarın Orhun Nehrinin kıyısında olacağım.

ORHUN NEHRİ 


Sabah yaşanan gecikme, yolda geçireceğimiz ve gittiğimiz yerlerdeki zamanımızı aşındırdı. Bilge Kağan ve Kül Tigin ziyaretinden sonraKarakurum'daki büyük Budist tapınağı yakınlarında hızlı bir öğle yemeği molası verdik. Baraka bir mutfakta bir tür sebzeli erişte yemeğinde karar kıldık. Bu tip yerlerde sürekli yemek temiz mi endişesi oluyor. Yemeğimi çok fazla incelemeden yemeye çalışıyorum. Olabildiğince risk almayan seçenekler veya kumanya ile yola çıkmak daha iyi olur, bir sonraki gelişimde aklımda olsun.

Tapınakta hızlı bir turda unutmamak adına her duvarın fotoğrafını almaya çalıştım zira o işlemeleri, mimariyi renk cümbüşünü bahçeyi ayrıca anlatmam gerek.

Osman Batırbeg'e "nehre gitmeliyiz"diyorum, nezaketi yorgunluğu ile çarpışıyor olmalı yüzü karışıyor ve benim burada bir nehir olduğu hakkında bilgim yok diyor. Soralım deyince misafir hatırına çevrede mini bir soruşturma yapıyor. Şükürler olsun bir kilometreden biraz fazla bir uzaklıkta imiş fakat gidilecek olan yol bilinmez bir sebeple o gün kapalı. Mahalle aralarında dolaşarak, az kaybolarak on beş dakika içinde nehri buluyoruz.Nehir karşımızda görkemli ve sessizce akıyor.

Batırbeg namaz kılmak için hazırlık yaparken ben suya sözlerimi aktarmaya çabalıyorum. İletilecek selamlar verirse alınacak bir şişe su var. İçine düşmekten korkarak nehrin içine doğru yürüyorum, buz gibi serinliği yumuşacık tadı ışıltılı akışı ile Kuzeye doğru ilerliyor, Orhun. Dalgıç kuşların balık avlamalarını, sungurların suya doğru süzülüp sonra birden ok gibi yukarı uçmalarını seyrediyorum. Yetmiyor… 1124 kilometre boyunca akışında yaşadığı macerasını anlamak, nazını niyazını duymak, boylarında koşturan atların nal seslerini dinlemek, savaşçıların ok atışlarını cenk vuruşlarını düşlemek, kıyılarında hayat bulan ataların ve devletlerin hikâyelerini anlamak için; sadece nehirler üzerinde gitmek, sularında yüzmek için tekrar gelmeyi diliyorum.

Gözlediğim kadarıyla suyolları ilginç rotalar oluşturabilir.Orhun'dan Selenga'ya, birleştikleri noktadan Baykal'a uzanan yolu hayal etmeye çalışıyorum. Yıllarca düş kuran ben, düşümden güzel kaynaklara ulaşınca erken dönmek istemiyorum.Kaf dağıma çıkmış, ardındaki güzelliklerde aklı kalmış biri olarak ırmağa söz verdim, geri geleceğim.

Evren kurulup Dünya olgunlaşalı beri var olan su… Dünyanın ortalama %70'ini kaplayan su varlığı insan organizmasının da %70'ine kadar olan kısmını oluşturuyor. Ne garip! Yaşam taşıyan her organizma suya ve kendi çekim alanına sahip, damlacıkları pürüzsüz, neredeyse her türlü doğal çevreye yapışacak, derinlere işleyecek kadar akışkan. Engel tanımaz bir biçimde ince ince akıp bedenlerden, tabiatın bin bir türlü yapısının içinden geçiyor. Yeniden ve yeniden çevrimini sürdürüyor. Eriyebilmesi, donabilmesi, buharlaşabilmesi için ustalıklı bir şekilde hem enerji üretiyor hem de harcıyor. Tüm diğer varlıkların aksine dıştan içe doğru donuyor ve çözülüyor. Donma ve çözülme seremonisi bile eşsiz, yaşamlara zemin sağlıyor. Her form değiştirişinde öz varlığını koruyor, dönüşü yeniden ve yeniden asıl formlarına doğru. Su nadir varlık ve ona özel davranılması gerekiyor. Benim zihnimde her zaman duruluğun tazeliğin cisim hali. Özellikle akarsuların akışı sesinde büyülenirim.

Yaşamsal, zeki, ilahi, melodik… kavgacı, barışçı… Dünya kurulalı beri devinen su; tüm ataların, tüm varlıkların içinden geçerken sayısız hayat yaşadı. Zamanın içinde bir yerlerde yitmiş trilyonlarca yaşamın içinden gelip geçti. İnanırım ki hafızası vardır; belki bir bardak su yudumlarken içinize Metehan'dan, Tomris'ten, Hazreti Muhammed'den, Firavun'dan, Mao'dan, Dedem Korkut'tan savaş meydanlarında vuruşan, kutlamalarda coşan, ömürlerini tüketen ruhlardan bir şeyler akıyor. Biraz kurt biraz turna belki kartal ya da kayın ağacının güçlü gövdesinden akıp gelen moleküllerini yudumluyoruz aslında.

Köyümde, taşlara çarpa akan suyun sesini dinlemiş, ninnisiyle uyumuş olmam, belki beni bu denli güçlü bir şekilde nehirlere doğru çekiyor.Türkiye bir garip hoyratlıkla o incecik akan suları bağlayıp esir ederken, yer altı sularını dahi rehin bırakırken kendi özgürlüğümün de kısıtlandığını düşünüyorum. Kaybettiklerimizi koruyamayınca duyduğum ama görmediğim nehirleri, çağlayanları, gölleri özlüyorum.

Yarın Büyük Hovd nehrine, Zengin beşiğe (Bayan Ölgii) doğru yola çıkacağım. Gala'ya veda edip eşi Çimge ve ailesine selamlar gönderiyorum.

Ulanbatur, Eylül 2018 


...

Bilge Tonyukuk - 1 - tahtapod.com | Blog

Nurşen Karakaş'ın Kaleminden Moğolistan Gezisi | Bilge Tonyukuk - 1

...

Bilge Kağan ve Kül Tigin Yazıtı - 2 - tahtapod.com | Blog

Türk medeniyetinin izleri ise ata yurdumuzda çöl kumullarının altında, steplerde terk edilmiş toprakların yüzeyinde ve altında bizleri bekliyor olabilir.

...

ZENGİN BEŞİK - 4 - tahtapod.com | Blog

Yer yer şamanların dua noktalarını görüyoruz. Genellikle yüksek noktaları, yol geçişlerini, doğada ruhsal olarak önemli buldukları yerleri seçmişler.

...

KAZAK DÜĞÜNÜ - 5 - tahtapod.com | Blog

Düğünün son kısmında misafirlere yiyecekleri koyabileceği kaplar veriliyor ve misafirler yiyeceklerden ne kadar isterse alıyor.