Bozkır sıcağını düşlemek zor, tepede yanan bir alev, her bir hücreden ayrı bir damla olup kesintisiz süzüldüğü hissedilen ter, bastıkça bulut halinde havalanıp tekrar tepenizden aşağı yağan pudramsı toprak eşliğinde Otrar'ı adımlıyorum. Boz buradaki çevrenin rengini tam ifade ediyor. Bitkiler, atlar, develer, gökteki doğanlar boz renge bulanmış. Bu bahar evime giden yolun kenarlarında yetişen bitki ve çiçeklerin türlü renklerine tutulmuştum. Beyaz, sarı, mavi, mor, pembe, kırmızı… ton ton, renk renk, cümbüş havası yaşıyordum. Türkistan'a gelmeden önceki günlerde, mavi mor hindiba çiçeklerinin günün saatlerine yayılı açılıp kapanma seremonileri henüz tükenmemişti, o gösterinin hala içindeydim ve bir anda otsuz, çiçeksiz, renksiz toprakta yürümek hüzün getirdi. Bozkırın dört bir yanı boşalmış ıssız kalmış gibi, Nişabur'lu çadırcının oğlu Ömer'in dizeleri düşüyor zihnime;

"Senden benden önce de vardı bu gün bu gece
Felek dönüp durmadaydı hep bu gördü
ğünce
Usulca bas topra
ğa, çünkü bastığın yer
Bir güzelin gözbebe
ğiydi beş on yıl önce."

Yağan bulut toprak olmaktan çıkıyor böylece, zaman çizelgesinin orasından burasından bu toprağın çocukları canlanarak seslerini duyurmaya çalışıyor ve hissettiğim ıssızlık duygusunu biraz ötelere itiyor. Onların yardımıyla günün sonunda, benim Türkistan'ım için zihnimde canlandırmaya çalıştığım görüntü ayıklanıp netleşip şekil kazanacak, düşlenmiş olan gerçeği ile yer değiştirecek ve tarihin çocukları ile göz bebeklerimiz buluşacak. Bir yandan okuduklarımı hatırlamaya diğer yandan fiziki çevre ile edindiğim bilgiyi eşleştirmeye çalışıyorum.

Antik şehrin ve bölgenin diğer bilinen ismi de Faryap veya Farab, bu isme tarihi metinlerde eyalet adı, günümüzde de farklı ülkelerde şehir ismi olarak rastlarım. Nehirler yatağını değiştirdikçe bereketli topraklar ortaya çıkarmış ve bu bölgeler Faryap diye isimlendirilirmiş. Kelime halkın emeğiyle sulama kanalları açarak toprağa dayalı ürünleri yetiştirdiği ovalar için de kullanılıyor. Bu yönüyle sanki bir coğrafya terimi isimleşmiş, Asya coğrafyasında birçok Farab/Faryab isimli şehrin nehir-su havzalarına yakın oluşu benim için bir keşif oluyor.

Otrar şehri nehirlerin kavşak noktasındakurulu, bazı metinler bölge için yedi nehrin aktığı ülke diyor ki bu muhtemelen Seyhun (Siriderya) nehrinin kollarıdır. Türkistan nehirlerinin akış hattı ve oluşturduğu kavşaklar yaşam alanlarının kuruluşunu ve ticaret yollarını da şekillendirmiş. Bazı bölgelerbu yapılaşma sebebiyle daha da önemli bir yere sahip olmuşlar. Kuzeyden güneye doğudan batıya her yönden gelen yol ağı Otrar'da buluşmuş ve yine buradan her yöne uzanmış.

Bereketli topraklar ve yol ağlarına yakınlık Otrar'ı çevre köy-kasaba sisteminin merkezine konumlandırmış, bozkırın hem yerleşik hem de göçebe yaşamını koruyan bir tür jandarma üssü oluşturmuş. Otrar'a bağlanan ve bir günlük zaman dilimi içinde ulaşılabilen kasaba ve şehir yerleşkeleri tarih boyunca hep ola gelmiş. Şehir hazinelerle dolu merkez algısını uzun zaman korumuş, zenginliği masallaşmış. Yapılan kazılardaki buluntuların karakteri bu anlatıları doğruluyor. Kısıtlı vakit ve içinde bulunduğumuz salgın hastalık sebebiyle uygulanan tedbirler yüzünden buluntuları yeterince göremeyeceğime hayıflanıyorum.

Otrar Antik şehrinde yapılaşmanın tarihi milattan öncesine götürülebiliyor, çevreleyen arazide de bronz çağı ve öncesine dair yaşam kültüründen kalıntılar var, bu yönüyle yerleşim bölgesinin tarihi hakkında her yeni katman incelendiğindeveri zenginleşebilir ve daha eski dönemlerle ilişki kurulabilir.

Kale kısmına doğru ilerlerken ön cephede restore edilmeye devam edilen surlar yan ve arka cephelerde henüz belirginlik kazanmadığını görüyorum. İçyapı duvarları bir metreden geniş ve pişmiş tuğla ile örülmüş, duvarlar kerpiç benzeri bir sıva ile kaplı. Toprağın rengi ile inşa edilen binaların arasında ton farkı yok, bozkır ile şehir yapıları arasında kesintisiz renk akışı sürüyor. Kalenin içyapıları burada oldukça kapsamlı bir hayatın sürdürüldüğünü düşündürüyor. Ortaya çıkarılmış temel kazıları, yarıya kadar restore edilen oda duvarları, tam odacıklar, bağımsız binalar, iç kalenin askeri olduğu kadar sivil yaşamla da dolu olduğuna dair ipuçları veriyor. Kalenin içinde yer alan yapıların inşa biçimleri, batıda gördüğüm tarihi kalelere göre daha fazla düzen ve konforu hatırlatıyor. İncelikli bir iç yerleşim vardı muhtemelen. Bazı bina örneklerinin çatıları düzgün ağaç gövdeleri ve saz bitkisiyle örtülmüş. Bozkırın adeta bir tepsi tabanı gibi düz ve ufka uzanan topraklarında orman alanı veya ağaçlarla kaplı dağ görünmüyor, yapılarda bütün halde ağaç kullanıldığını görmek şaşırtıcı olsa da saz bitkisinin inşaat hammaddesi olarak temini, nehirler sebebiyle kolay olmalı.

İnşaat faaliyetinde kullanılan pişmiş tuğla, kiremit ve diğer malzemelerin Altınorda yolu üzerinde bir başka antik kent olan Sauron'dan getirildiği, bu nakliye faaliyetinde yetmiş bin civarında insanın çalıştığı söyleniyor. Ancak, tarihi kaynaklarda Otrar bölgesinde kurulu seramik ve tuğla fırınlarından bahsediliyor ki, bu tez tarih boyunca aktif bir devinimi olan şehir tanımına daha uygun, belki kazıldıkça o birimler de açığa çıkacak.

Antik şehri çevreleyen dış yerleşim üzerinde yapılan kazı çalışması yok gibi. İstisna olarak iç kaleye yakın bir mesafede kazısı yapılmış nefis bir hamam kalıntısı var. Gölgelik ile koruma altına alınmış hamamın kenarında otururken, güzel bir banyonun tepedeki sıcağı alıp yerine vereceği rahatlığı, bulandığımız topraktan arınmanın tatlı düşünü yaşadım. Atalarım temizliğe çok özenmişler, temiz suların şehirlere taşındığı, atıkların bertaraf edildiği sistemler kurulmuş. Medeni bir geçmişe sahip olmanın gururunu yaşattılar bana. Bin yılı aşan bir şehir geçmişine bakmak, şehirleşme kültürüne asırlar önce sahip olan ataların çocukları olduğumuzu hissetmek, yaşamına başlaması devamı, yaşamın buradan çekilmesi ve derin uykusunun arasına sokulmamızı düşünerek dönüyorum.

Otrar'ın yasamı nasıl başladı acaba? Muhtemelen çok uzak olmayan bir yerlerde nüfus yığılması oldu, ya da bir göç ihtiyacı ortaya çıktı. Belki bir savaştan arta kalanlar ya da iklim sebebiyle çevresinde yiyecek ve barınma imkânı bulamayanların yeni ve yaşama uygun yurt kurma ihtiyacıyla göçmesi sırasında keşfettiler burayı.

Yerleşme için seçilen mekân, yaşamın anası suyun doğasına yenilmeyecek kadar uzak, susuz kalmayacak kadar yakın olmalıydı. Toplumun dünya ile bağı olmalı bilinen dünyaya uzanan yollar üzerinde kurulmalıydı. Kadim ataların deneyimi burada karar kıldı ve hummalı faaliyet başladı, önce bir çekirdek oluştu. Zaman ilerlerken eklenen yuvalarla büyüyen toplum köy ölçeğinden kasabaya oradan şehirleşmeye doğru yol aldı.

Ataların harlı fırınlarda boz toprak hamurundan kap kacak ve tuğla pişirdikleri, şehirlerde duvarları yükselttikleri, kaleler, surlar, evler kurdukları anları canlandırıyorum zihnimde. Tarlalar ekiliyor, hayvanlar otlatılıyor, ocaklar tütsün, ekinler yetişsin, hasatlar yapılsın, kervanlar gelsin alan alsın, satan satsın diye pazarlar geliştiriliyor.

Otrar, büyüyüp serpilirken adı yayılıyor, gelen geçen tarafından beğeniliyor. Kıtayı boydan boya adımlayan tüccarlar şehri sözleriyle betimleyerek ilerideki ya da gerideki ülkelere taşıyor, kıskançlıklar ve kolay elde etme hırsları kabarıyor. Bozkırın zorlu dünyasında kolay elde edilen zenginlik ve güç daima değerli hayatın önüne geçiyor.

Türk dediğin bin boy denir, milleti oluşturan boyları sosyal katmanlar halinde tanımlamak mümkün olamıyor. Her boy kendilerini göklerin asil oğlu kızı biliyor ve varlıklarını kutsuyorlar. Zamanın ruhunu yakalayıp atak olanlar gücü yakalamayı da başarmışsa mensubu oldukları boyun adını tarihe daha belirgin geçiriyor. Dolayısıyla tabii olma yetenekleri çok zayıf. Siyaseten hızlı toplanıp dağılıyorlar, kurultay geleneği diğer deyişle demokrasi ruhlarına uygun, kağan seçiliyor. Ancak yeteneksiz kağandan kurtulup uygun olanına yetki sunana kadar yaşanan süreçte yurt ve devlet parçalanıyor. Birleşip üreten kardeşler elde edileni paylaşamıyorlar, önce birbirlerini hırpalayıp zayıflatıyor, ardından ötelerden gelenlerin ayaklarının altında ezilerek soylarının tüketilmesini çaresizlikle izliyorlar. Tatlı barışı yok eden kıyım zamanlarında neşeli türkülerin yerin canhıraş ağıtlar alıyor.

Yeniden toparlanırken kaybedilen kazanılandan fazla oluyor. İşte bu nedenlerle istikrar dönemleri hep kısa sürüyor. Yüz, yüz elli yıllık zaman dilimlerinde devletler kurulup gelişiyor, ardından gelen atalet dönemi ve miras kavgalarında devlet erirken başka bir boy sivrilip egemenlik sırasına yerleşiyor.

Kurulan devletler temelde Türk Milletine dayandığı için aslında tek bir devlette hanedan değişimlerinden bahsetmek de mümkün. Nihayetinde her defasında sıfır noktasından başlanmıyor, güç merkezi değişiyor ancak bir şekilde mevcut üzerinden devam ediliyor. Şehirler savaşlarda yıkılıp harap ediliyor barışlarda yeniden kuruluyor. Sudan daha çalkantılı bir yaşam nehri akıyor Türk'ün dünyasında.

Otrar'ın tarih çizelgesine adını belirgin biçimde yazdıran Türk devletleri ilki Kangar'lar. İlk yerleşimciler ve devlet kuranlar olarak biliniyor. Kangar'lı atalar Milattan önce 1. Ve 5. yüzyıllar arasında iki nehrin arasındaki ülkede (çoklukla kullanılan Maveraünnehir ismi de bu anlama geliyor) yerleşik imişler. Çin kaynaklarında Kang /Kangarlar Türkleşmiş topluluklar diye takdim ediliyor ama bizden olmayanın tarih yazımı doğrudan Türk olduğunu söylemek istememiş de olabilir diyor, gönlüm. Kang kelimesinin yüksek arabalı anlamına geldiğini okumuştum geçmişte, bu günkü Moğolistan çevresinde de yüksek arabalı/Kang anıları var. Belki yüksek arabalar üretip kullanacak iş bilgisine sahip atalarımın kurduğu, sınırları doğu Türk illerine ulaşan, yurdun ve devletin başkenti idi burası.

Kangar'ların 5. yüzyıldan itibaren devleti dağılıyor ve devleti oluşturan boyların kendilerini idare ettikleri yeni bir dönem başlıyor. Kimi zaman yerel devletçikler kimi zaman da güçlenmiş Türk devletlerine dahil olarak ve esasında daima kendi kendilerini yöneterek zamanda ilerliyorlar. Savaşlar, kıtlık dönemleri, iklim değişimleri sebebi ile diğer Türk topluluklarından sisteme dahil olanlar veya sistemden çıkanların olması da tarihin akışına uygun, ancak gelen ve gidenlerin dahil olduğu milletin özü değişmiyor, hepsi Türk milletine dahil.

9 ila 14. yüzyıllar arasında dünyayı baştanbaşa etkileyecek kişiliklerin rahmi gibidir Faryab ve Otrar'ında nasibi boldur. Yine aynı dönem büyük kuruluşların ve büyük yıkılışların çağıdır.

9.yüzyıldan itibaren Büyük Selçuklu Devletinin geniş bir coğrafyaya yayılan hükümranlığına dâhil Otrar. Büyük Selçuklu Devleti'nin genişleme siyaseti Orta Asya'da toplumun kökten sarsılarak değişmesine sebep oluyor. Kadim zamanlardan beri süregelen din İslam ile yer değiştiriyor ve İslam devlet dini durumuna getiriliyor. Diğer egemen olunan ülkelere ait değerlerin ve bilim, sanat, kültür ürünlerinin,kılıç etkisi olmadan dolaşımı Otrar'ı etkiliyor. Bu çağ mesut ve mağrur bir çağ gibi görünüyor zira hayat canlı ve her anlamda zengindir.

11. yüzyılda büyük bir yıkılışın sesi yankılanır, Selçuklu Devleti'nin Harezm bölge valisi Orta Asya'ya varis olur. 130 yıl kadar yaşam Harezmli yönetimi ile ilerler, Otrar yine zengindir, devinimi, önemi büyüktür.

Ne yazık ki büyük felaket kapıya yaklaşmaktadır bu yıllarda, gücün zehirlediği, hırslı emelli ama akıldan uzak bir yöneticiler dönemi gelmiştir, Harezm eline. Rezilce siyasi hatalar yapılacak, bilgi ve bilginler kovulacak, dev bir ülke, büyük bir devlet bir anda tarihin boşluğuna fırlatılacaktır. Yine bu hatalardan kaynaklı sonuçlar sebebiyle sadece Otrar değil, Batı Türkleri de kıyıma ve yağmaya uğrayacaktır.

Harezm Orta Asya'da hüküm sürerken Doğu Asya'da her zaman olduğu gibi yeni bir gün doğmuş ve yükselmiştir. Doğunun yeni Han'ı, Çin'in fatihi Temur Cengiz olmuştur bu sıralarda. Harezm Şah'ı gelişimi gereğince izleyememiş, yeteneği durumu değerlendirmeye doğru siyaset üretmeye yetmemiştir. Doğu ve Orta Asya arasında yapılan anlaşmalara uygun davranılmaz. Doğunun inceden oluşturduğu siyasete uygun karşı siyaset geliştirilemez. Rezilce kıyım ve gurur gösterileri ile Cengiz'in onurunu çiğner Orta Asya'nın Şah'ı.

Cengiz'e öç alma hakkı doğmuştur. Otrar'ın çevresini çizmeleri ile çiğnerken göz bebeği öfkeyle ışımaktadır. Beş ay boyunca direnir bozkır ve Otrar. Şehir düştüğünde tam bir soy kırım yaşanır, yıkılır, yağmalanır ne var ne yoksa el konulur ve nihayet Harezm ülkesini Oğul Çağatay'a mülk bırakan Han baba Cengiz çekilir çekilmesine de Moğol akınları dur durak bilmeden devam eder. Devletsiz kalmış ya da devleti zayıflamış büyük coğrafyadaki Türk varlığı tarifsiz kıyımlara uğramış olur.

13 yy. 'da Otrar yıkılmış bir beldedir ancak hala kıymetlidir, eskisi gibi bacaları tütmese, tarlaları sulanmasa, sokakları şakımasa da tarihi görevi bitmemiştir. Küllerini silkeleyip ışığını bir süre daha Çağatay hanlığı ve 14. yüzyılda Barlasların Bey soyundan Emir Timur ile parlatacaktır.

Emir Timur kılıcına teslim olmayan her beldeyi yok edip ardından yeniden inşa ettirir. Adeta öncesiz ve sonrasız olmayı arzulamaktadır. Faryap çehresini epeyce değiştirir, Otrar da nasibini alır bu dönemden. Batıdan dönüp doğuya cenge gittiği günlerin birinde yolda üşür, Otrar'da bir sarayda, Dünyanın tek hâkimi olma savaşının stresi yüzünden kasılan kaslarının ağrıları ve soğuk titremeler içinde ölümün çağrısına teslim olur.

Eş sayılabilecek bir zaman diliminde Anadolu topraklarında yükselen Kayı boyu orta çağın sonunu getirmiştir. Değiştirdiği toplu durum ve diğer ulaşım ağlarının İpek Yolu'nun yerini alması ile paralel olarak Otrar'ın zengin çağı kapanır. Dünya değişirken Otrar ışığını kısmaya başlar.Zaman ilerlerken tüm yaşanmışlıkları ile bozkırın pudralanmış toprağına karışır.

İzleyen yüzyıllarda bölgede Kazak, Özbek ve Kıpçak boyların ağırlığını taşıyan devlet yapılanmaları görülür. Çin saldırıları yeni devletlerin kendisini geliştirmesine izin vermez,zayıflayan devletçikler Rus çarlığı ve devrim sonrası Sovyet etki alanında kalır.


Otrar'ı adımlarken Türk arkeolojisine dair çalışmalar geliştikçe ne çok yitik bilgiye ulaşacağımızı düşünüyorum. Arkeoloji faaliyeti, sabırlı, nitelikli insana ve bol maddi kaynağa ihtiyaç duyuyor. Her katmanın dikkatle çalışılması, uzmanları tarafından değerlendirilmesi, yorumlanıp sonuçların en sağlıklı halleriyle bilgi birikimine ve insanlığın kültür varlığına katılması gerek. Türklerin binlerce yıl öncesine dayanan yerleşik yaşam biçimlerinin maddi kanıtlarına, belki yazılı kaynaklarına kavuşma ihtimalini barındıran zengin bir saha var. Bu bilgi birikimini, Türk Milletinin geçmişine dair kültür ve medeniyet söylemlerini maddi dayanaklarla desteklemenin, geçmişi anlamanın, geleceği sağlam temellendirmenin malzemesi olarak kullanabilmek büyük bir nimet.Hamaset ve rivayetten kurtulmuş geçmiş bilinci gelecek nesiller için azımsanmayacak öz saygı kaynağı, değerli bir miras

Son otuz yılda küçük adımlarla başlayan kazı faaliyeti ile Antik Otrar'ı derin uykusundan farklı bir güne uyandırmaya çalışıyor, arkeologlar. Uyansın ve uzun öyküsünü bu güne ayrıntılarıyla anlatsın.

24/07/2021, Türkistan, Otrar