Almanya'da 50bin nüfuslu küçük bir şehirde yaşıyorum.
Aslında 'herkes herkesi tanıyor' diyebilecek kadar da küçük değil ama güncel hayatta alışkanlıklarımız insanı her zaman aynı mekanlara sürüklediği için özellikle kaldığım mahallenin sakinleri ve esnafı ile samimi bir diyaloğum vardır.

Ama Cumartesi gününden beri bazı şeylerin değiştiğini fark ettim. İnsanların bana karşı eski samimi ve sıcak davranışları yerlerini garip soğuk, mesafeli hatta kısmen düşmanca denilebilecek bir tavıra bırakmış.

Cumartesi, hafta sonu olmasından dolayı ailem ile biraz geç bir kahvaltı yaptıktan sonra haftalık alış verişimizi yapmak için dışarıya çıktım.

Apartmanın merdivenlerinde iyi kalpliliğini asık suratının arkasına saklamayı tercih eden Alman komşumla karşılaştım. Bu her karşılaştığımızda kendine has homurtusunla selam veren emekli adam beni görünce iyice kaşlarını çattı ve verdiğim selamı bu sefer hiç almadan başını başka yere çevirdi.

Davranışına bir mana veremedim, hatta o an durup neden böyle yaptığını kibarca sormak istedim. Ama sonra benim çocukların belki bir yaramazlık yapmış olabilecekleri aklıma geldi ve komşumla yüzleşmeden evvela bizim oğlanlara bildikleri bir şey var mı sormanın daha doğru olacağını düşündüm ve yoluma devam ettim.

Arabama binip haftalık alışverişleri yaptığımız süpermarkete geldim. Eşimin bana verdiği eksikleri görürken cep telefonum çaldı. Eşim listeye bir şey yazmayı unutmuş. Onu bana söylemek için aramış. Açık tenli olmamdan dolayı Alman toplumunun kafasındaki 'Türk' tipine uymuyorum, küçük yaşta Almanya'ya geldiğim için Almancam da aksansız. Dolayısıyla görünüşümden veya konuştuğum Almanca'dan hemen Türk olarak tahmin edilmiyorum, ama etrafımda eşimle telefonda Türkçe konuştuğumu duyanların bana bakışlarının birden sertleştiğini fark ettim.

Evden çıktığımdan beri yaşadığım bu gariplikler yüzünden marketin biraz tenha bir köşesine geçip acaba yadırganacak bir şey mi var diye üstümü başımı bir kontrol ettim. Hatta belki kahvaltıdan sonra elimi yüzümü yıkarken her zamnki kadar titiz davranmamışımdır diye elimle ağzımı ve çenemi bile yokladım. Ama nafile. Anormal bir halim yoktu.

Nihayetinde komşumun davranışının beni tedirgin ettiği için ve herkesin de yüzünde zaten maske olduğu için şimdi markettekilerin bakışlarını da ben yanlış yorumlamışımdır diye kendimi teselli ederek alış verişime devam ettim.

Eksikleri tamamladıktan sonra kasalara doğru ilerledim. Normalde her hafta alış veriş yaptığım bu markette 2 Türk eleman çalışır, Murat ve Hakan. Hiç birini kasada göremeyince tüm alış veriş esnasında da markette görmediğimi fark ettim. Kuyruğu en kısa olan kasada sıraya geçtim, kasiyer bizim Türklerin İtalyan iş arkadaşı Massimo'ydu. 

İtalyanlar da sıcak Akdeniz milleti, sanırım onun içindir ki sohbeti severler. Kasada parayı öderken Massimo'nun da suratının hiç alışık olmadığım şekilde asık olduğunu fark ettim. Hem bu tavrını, hem de bizim Türkleri merak ettiğim için para öderken sohbeti açamak niyetiyle "Murat ile Hakan depoda çalışacaklar bir müddet." dedi. Ama söyleyiş tarzından her zamanki kısa ayak üstü hoş sohbete niyetli olmadığı belliydi.

Sonunda dayanamadım ve "Massimo bir şey mi oldu?" diye sorunca bana baktı. 

"Oldu tabii!" dedi sertçe "Kayınbabam Stuttgart'ta çalışıyor. Ne olacak şimdi?"

Neden bahsettiğini anlamamama rağmen konuya açıklık getiremedim, çünkü benden sonraki müşteriye sıra gelmişti.

Massimo'nun davranışına hayli şaşırmış olarak arabaya gittim ve alış verişi kasalara yerleştirip evin yolunu tuttum.

Eve gelip zile çaldığımda kasaları taşımama yardım etmek için büyük oğlum yanıma geldi. Ama yüzünden üzüldüğü belliydi. Neden üzüldüğünü sordum, o gün iki Alman arkadaşı ile sinemaya gitmeyi planladığını, ama ikisinin de mesaj atıp gelemeyeceklerini bildirdiklerini söyledi.

Beraberce erzakları birinci kattaki evimize taşıdık. Ufak oğlumun da suratının asık olduğunu fark ettim. Annesine "Buna ne oldu?" diye sorunca, "Ben de anlamadım, az önce yüzme hocası aradı, kursun bugün çok dolu olduğunu onun için gelmemesini rica etti.

Eşimin söylediğine bayağı şaştım, çünkü oğlumun yüzme hocası benim üniversiteden arkadaşımdı ve normalde evden değil, doğrudan cebimden arardı.

Alışverişleri mutfağa bıraktıktan sonra titizce ellerimi yıkadım (malum salgın var). Eşim aldıklarımızı dolaba yerleştirirken kahve makinesinde bir espresso yaptım ve oturma odasına geçerek oğlumun yüzme hocası, üniversiteden arkadaşım Olli'yi aradım. Telefona çıkmayınca mesaj attım beni acil ara diye.

Az sonra telefonum çaldı. Karşı hatta Olli vardı ama sesi sanki 20 yıllık arkadaşı ile değil düşmanıyla konuşuyor gibiydi.

Oğlumun neden gelmemesi gerektiğini sorunca, "Bu hafta doluyuz, hatta önümüzdeki haftalarda da doluyuz. Ben sana haber veririm." dedi.

Artık iyice canıma yetmişti.
"Ya sen bana baksana, ben o yüzme kulübüne para ödüyorum. Ne demek doluyuz?" diye çıkıştım.

"Ben yönetimle konuşurum, gerekirse aidatı çekmezler." dedi buz gibi bir sesle.

Ben artık iyice huylanmıştım.
"Ya ne oluyor size?" diye sordum.

Bu sefer Olli'nin sesi iyice gerildi "Ne mi oluyor bize? Ne mi oluyor?.." diye parladı "Babam kaç sene Opel'de çalıştı biliyor musun? Şimdi Opelin emeklilik sandığından emekliliğini almaya devam edecek mi belli bile değil!" dedi.

Kafam iyice allak bullak olmuştu.
"Neden bahsetiyorsun?" diye sordum.
"Ya bırak safoza yatma." dedi "Onca yıldır tanımasam gerçekten bilmiyorsun diyeceğim."
"Bak dostum," dedim daha sakince "gerçekten bahsettiklerinin benimle ne alakası var, oğlumu kursa kabul etmemenle bağlantısı ne bilmiyorum."
"Şahsen senin sorumlu olmadığını ben de biliyorum, ama sen kendini bizim yerimize koy. Sen nasıl hissedersin?"

Artık iyice delirmek üzereydim. Ben yine olayı anlamadığımı ve konunun ne olduğunu sorunca bu sefer Olli sinirli sinirli "Bak," dedi, "tartışacak halim yok. Bu olan bitenden sonra onca yıllık arkadaşlığımızın hatırı için bir de telefon açıp dalga geçeceğini beklemezdim."

Ben iyice afallayıp kaldım.
Olli derin bir nefes aldı ve "Görüşürüz." deyip kapattı.

Benim ise kafam iyice karışmıştı. Kafamı dağıtmak için koltuğa oturup Netflix açtım.

Alman olsun, Türk olsun, TV kanallarının yayınlarını seyretmeyi sevmem.
İşim gereği sabahtan akşama kadar zaten haber ajanslarının önünde oturduğum için, hafta sonları ne gazete alırım, ne haber seyrederim. Netflix'te 'Umbralla Academy' bayağı sardığı için zamanın nasıl geçtiğini fark etmemiştim.

Akşam üzeri Türkiye'den arkadaşım Özgür'den WhatsApp'ıma 'Koyduk mu?' diye mesaj geldi...
Bütün gün yaşadığım tuhaflıklar iyice canıma yettiği için doğrudan arkadaşımı aradım.

Ses tonundan keyfinin gıcır olduğu belliydi.
Hiç olayı uzatmadan sordum: 'Abicim ne oldu?'
Özgür'ün konuşurken ağzı kulaklarına varıyordu.

"Ne oldusu var mı abi? Nasıl koyduk ama?"
"Abi ne koydunuz, kime koydunuz?"
"Almanlara abi..."
"Nasıl koydunuz? Galatasaray Bayern'e 7 mi çekti?"
"Yok abi, o ne ki?"
"Allah, Allah... Alman Milli Takımına 9 çekip Brezilya'nın öcünü mü aldık?"
"Yahu yok abi bize ne Brezilya'dan?"
"Özgür deli etme adamı!..."
"Abi senin cidden dünyadan haberin yok yahu. Hiç TV seyretmiyor musun?"
"Netflix seyrediyorum."
"Ohooo abicim. Biz de akıllı bir arkadaşımız var diyoruz. Abi Merkel açıklama üstüne açıklama yapıyor, Alman ekonomi bakanının Schulz..."
"Scholz!"
"Tamam diyorum ya Schulz..."
"Abi, Ordu'nun O'su! Uşak'ın U'su değil! Yok U, Uuuuu!.. Oooo o O!"
"Ordu kimin uşağı? Ne diyorsun abicim sen, ne ordusu, ne uşağı? Fetöcü mü oldun? Hem neden durup dururken Tanrı Dağında'ymış gibi ulumaya başladın?"
"Ya of Özgür.... Neyse ne olmuş Alman ekonomi bakanına?"
"İstifa edeceği konuşuluyor. Şimdi haberlerde geldi, Merkel AB'yi acil toplantıya çağırmış. Türkiye'ye karşı yaptırım konuşacaklarmış. Ama Trump'ın Putin' ile telefon konuşması sızmış, 'Reis yapacağını yapacağı kadar yapmış bu Almanlar daha ne yaptırımın rüyasını görüyor?' diye"
"Özgür neden bahsetiyorsun?"
"Abi Almanların Rusya ve ABD ile de arası bozulmuş... Fransa 'da AB'de Almanya'nın yerini almaya hazırlanıyormuş..."
"Özgür bütün bunlara biz mi sebep olmuşuz."
"Tabii ki biz, daha doğrusu Reis ve damadının dahiyane planı."
"Allah, Allah, nasıl olmuş bu?"
"Abi şimdi araçlara ÖTV'yi artırdık ya..."
"Eeeee?"
"Alman otomobil üreticilerine çok ağır darbe olmuş bu.... Ekonomi çöküyormuş sizin orada..."

Birden tüm gün yaşadıklarım şimşek gibi hafızamda çakmaya başladı...

Massimo'nun "...Kayınbabam Stuttgart'ta çalışıyor. Ne olacak şimdi?" demesi...
Stuttgart, yani ya Mercedes, ya Porsche...
Olli'nin "Babam kaç sene Opel'de çalıştı biliyor musun?" derken sesindeki çaresizlik...

Özgür'le konuşmamı apar-topar kesip hemen eşime ne kadar kapı cam varsa sım sıkı kapatmasını söyledim. Ben ise çocukları camlara yakın koltuklardan alıp duvar tarafına oturtup hemen perdeleri çekip ışıkları kapattım.

TV'nin sesini iyice kıstık ve tüm akşam öylece tedirgin, tedirgin oturduk. Çocuklar olan bitenin farkında değillerdi ama bizim gözümüze uyku girmedi. Pazar sabahı erkenden sokaklar tenhayken eve ekmek almak için dışarıya çıktım.

Fırına doğru yaklaştığımda Alman fırıncının bana ters ters baktığını görünce geri dönüp doğrudan arabama bindim ve evimin bayağı uzağında, beni tanıyan esnafın olmadığı bir semtte açık fırınıncı aradım.

Allah'tan eski model Mercedes kullanıyorum.

Nihayet bir fırıncı bulunca normalde hayatta kullanmadığım yerel şiveyle selam vererek, Göbbels'ten bile daha Alman bir tavırla fırına girdim. Bir an aklımdan topuklarımı birbirine çakıp, sağ kolumu ve elimi düm-düz hizada uzatarak 'Heil...' diye bağırarak selam vermek geçti ama kendi kendime ‚mokunu çıkartma' dedim ve abarti olur diye vazgeçtim. Onun yerine "Ben Hans Meier" dedim.

Fırıncı bana baktı ve "İyi günler bay Meier" derken ses tonu ile ismimi zerre umursamadığını ses tonuyla belli etti.

Tezgahtan istediğim ekmekleri uzatırken adeta gözüne sokarcasına Mercedes araba anahtarlığımı tezgaha koydum, parayı ödedim ve "İyi pazarlar, kiliseye gitmeyi unutmayın. Bu zor zamanlarda Tanrı yardımcımız olsun. Siyah, kırmızı, altın inmeyecek, çanlar susmayacak!.." diyerek arabama gittim.

Adam bir şeyden şüphelenmiş miydi bilmiyorum ama arkadamdan bakışlarını sırtımda hissettim.

Evde kahvaltı yaparken önümüzdeki günlerde mecbur kalmadan evden çıkmamaya karar verdik. Çocuklar bayağı bir isyan ettiler ama iPad ve Playstation kullanmalarına karışmayacağımızı söz vererek ikna edebildik.

Gün esnasında bir çok zaman pencerenin yanından perdeyi aralayarak dışarıya baktım. Sokakta her polis arabası gördüğümde yüreğim hop etti, hatta bir seferinde siyah montlu kel kafalı bir grup görünce iyice korktum ama Allah'tan henüz bir olay olmadı.

Bu sabah erkenden iş yerine eposta attım ve hastalık yüzünden gelemeyeceğimi söyledim.

Gelecek neler getirir bilmiyorum ama hele bir şu toz duman bir dinsin sonra bakarız.

Eğer çok gererlerse biz de Türkiye'ye döneriz, ne de olsa burada edindiğimiz birikimlerimiz orada her gün değer kazanıyor. 

Zaten 50 yıl önce reis olsaydı, biz şimdi gurbette Almanların ağız kokusunu çekmezdik!...

Ama hazır o noktaya gelmeden seyredebildiğim kadar Netflix seyredeyim. Ne'olu, n'olmaz, bakarsın Türkiye'ye dönersek Netflix falan seyredemeyiz...

...

Türkiye’nin yeni ÖTV hamlesi Almanya'da endişeye yol açtı: Otomobil üreticileri ağır darbe aldı - Takvim

İkinci el otomobil fiyatlarında aşırı yükselişin ardında vatandaşların gözü sıfır araçlardaki ÖTV oranlarındaydı. Cumhurbaşkanlığı'nın aldığı kararla otomobil ithalatının azalması için lüks kategoriye giren ithal otomobillerde ÖTV zammı geldi. Dışa bağımlılığı azaltarak yerli otomobil sektörüne can...