Ruhun mu ateş, yoksa o gözler mi alevden?
Bilmem, bu yanardağ ne biçim korla tutuştu?
Pervane olan, kendini gizler mi alevden?
Sen istedin, ondan bu gönül zorla tutuştu...

Genç Öğretmen, sınıfın kapısından çıktığı sırada göz göze geldiler, kendi gibi bu yıl okula ataması yapılan Türkçe Öğretmeni ile
Orta boylu, narin yapılı, belirgin yeşil gözleri ve uzun siyah saçları olan genç kadın son derece asil gülümseyişiyle selamladı.
Selâmı aynı kibarlıkla aldı ve yürüdü..

İlk gördüğünde genç kadını, tuhaf bir yakınlık hissetmiş
Yemyeşil ışıldayan gözlerinin güzelliğine kapılmıştı
Duygularını bastırabilen onları kontrol edebilen biriydi
Bu sayede ortaya çıkmaması gereken bir sır gibi saklıyordu duygularını.

Akşam olmuştu okuldan çıkmak için hazırlanıyordu, kapıdan genç kadının girdiğini farketmedi bile
Sessizce yaklaşıp,

- Selim bey, çıkmıyor musunuz?
Diye söze girdi genç kadın

Şaşkınlık ve sonradan farketmenin verdiği çekingenlikle

- Evet, diyebildi
- Evet çıkıyorum. Kusuruma bakmayın dalmışım, içeri girdiğinizi farketmedim.

Genç kadın, tatlı ve muzip bir gülümseme ile

- Ne demek efendim, bende çıkıyordum, gördüğüm kadarıyla bi ikimiz kalmışız
Dedi.

Selim,
- Eğer sizin için bir mahzuru yoksa birlikte çıkabiliriz

Genç kadın,
- Tabii ki, yol arkadaşlığı etmiş oluruz dedi.
Yine o masum fakat kendisine bir o kadar çekicilik katan gülümseyişiyle.

Çıktılar.

Yol boyu çok konuşmadılar, Selim konuşkan biri olmasıma rağmen dilini yutmuş gibi yalnız o, soru sorunca konuşuyor onun başlattığı konulara eşlik ediyordu.

Genç kadının evinin önüne geldiklerinde hava kararmış gökyüzünde dolunay bir tepsi gibi parlıyordu, teşekkür edip, hoşça kal diyerek evine doğru yöneldi.
Selim bir şey diyemedi kapı kapana kadar o'nu izledi.
Kapı kapanınca başını göğe doğru kaldırdı ve ay'ı gökte parlarken gördü.

Gün senden ışık alsa da bir renge bürünse;
Ay secde edip çehrene, yerlerde sürünse;
Her şey silinip kayboluyorken nazarımdan,
Yalnız o yeşil gözlerinin nuru görünse…

O gece gözüne uyku girmemişti, gizlediği duygular içinden çıkılamaz bir hâl alıyordu, derdini açıp söylemeliydi,
Başka bir deva yoktu bu yarasına.
Sabah uykusuz bir şekilde okula gitti.
İlk fırsatta genç kadının yanına giderek bir konu hakkında konuşmak istediğini eğer müsait olursa öğretmenler odasında bekliyor olacağını söyledi.

Dersi bitince öğretmenler odasına gitti ve beklemeye başladı, ancak o an üzerinde olan kararlılığından eser yoktu, konuşamayacaktı. Genç kadın geldiğinde başka bir konu açarak o'nu geçiştirdi, bu şekilde kendisini ifade etmesinin imkanı yoktu.

Üzerinde bu durumun verdiği kırgınlıkla o günün sonunda evine gitti, çalışma odasına geçerek oturdu,
Düşünmeye başladı, genç kadını düşünüyordu...
Aklına o'nu ilk gördüğü gün geldi ve yazdığı bir şiir olduğunu hatırladı. Kafası o kadar doluydu ki, unutmuş olduğu şiiri tekrar hatırlama çalıştı.

Ey sen ki, kul ettin beni onmaz yakışınla,
Ey sen ki, gönüller tutuşur her bakışınla!
Hançer gibi keskin ve çiçekler gibi ince
Çehren bana uğrunda ölüm hazzı verince
Gönlümdeki azgın devi rüzgarlara attım;
Gözlerle günah işlemenin zevkini tattım.
Gözler ki, birer parçasıdır senden İlah'ın,
Gözler ki, senin en katı zulmün ve silahın,
Vur şanlı silahınla,gönül mülkü düzelsin;
Sen öldürüyorken de, vururken de güzelsin!

Bütün hisleri bu şiirle dökülmüş, gözlerinin önünden geçmişti.

"Sen öldürüyorken de, vururken de güzelsin..."

Öyle güzel bir duygu idi ki bu, acısı bile tat veriyordu. Kararının vermişti bir mektup yazacaktı.
Mektupla açılmak mantıklı gelmişti, fakat bu mektup sıradan bir mektup değildi, kendi duygularının beyaz bir kağıda dökülmüş haliydi. Onun için yazdığı şiiri yollayacak ve bu sayede ruhunu saran bu belirsizlikten kurtulmuş olacaktı. Kesin bir kararla eline kalemi aldı ve yazmaya başladı.
Bir ara yorgunlukla saate baktı, saat epey ilerlemişti gözlerini ovuşturdu yazmaya devam etti;

Bir başka füsun fışkırıyor sanki yüzünden,
Bir yüz ki, yapılmış dişi kaplanla hüzünden…
Hasret sana, ey yirmi yılın taze baharı,
Vaslınla da dinmez yine bağrımdaki ağrı.
Dinmez! Gönülün, tapmanın, aşkın sesidir bu!
Dinmez! Ebedi özleyişin bestesidir bu!
Hasret çekerek uğruna ölmek kolaydı,
Görmek seni ukbâdan eğer mümkün olaydı..

Ertesi gün okula giderken kağıda bir not düşerek zarf içine koydu, şimdi mektup halini almıştı.
Çantasına koydu ve okulunun yolunu tuttu. Genç kadına verecekti mektubu, derse girmeden yetişti

- Affedersiniz, biraz zamanınızı alabilir miyim?

Genç kadın;
Tabii Selim bey buyrun, dedi.

Selim yine konuşamadı mektubu vermeyi bırak şuan nasıl bir yol bulup bu işin içinden çıkıcağını düşünüyor o'nu bile bulamıyordu.
Şey dedi.

- Şey, bir zarf buldum sizden düştü sandım fakât üzerinde başka bir isim yazdığını şuan farkettim. Rahatsız ettim kusura bakmayın. İyi dersler dilerim.

Genç kadın şaşkın fakat kibar bir ses tonuyla,

- Estağfirullah Selim bey, teşekkür ederim. Size de iyi dersler. Dedi

Selim başka bir yol bulmalıydı mektubu ona ulaştırmak için, düşündü ve mektubu genç kadının dolabına koymaya karar verdi. En mantıklı gelen buydu şuan.


Öyle yapacaktı.
Öğretmenler odasına döndü, kimsenin olmadığından emin olduktan sonra dolaplardan genç kadının ismi yazılı olanın kapısını açarak görünür bir şekilde mektubu bıraktı ve kapısını kapattı derin bir nefes aldı. Kalbi yerinden çıkacak gibiydi, iyi birşey mi yapmıştı bunu bir türlü cevaplayamıyordu.
Biraz pişmanlık, biraz heyecan, biraz mutluluk, biraz korku ile beklemeye başladı.

Akşam olmak üzereydi okulda yine son ders Türkçe idi, Selim heyecanla bekliyordu. Ders henüz bitmiş genç kadın yorgun bir şekilde sınıftan çıkmıştı.

Dolabı açmıştı ki, elinde çantası olmadığı halde odadan çıktı.
Biraz bakındıktan sonra Selim'i gördü, o'na doğru yöneldi hızla, yüzünden düşünceleri anlaşılmıyordu, heyecanı bir kat daha artmıştı Selim'in. Ne olacaktı acaba?
Yanına yaklaştı ve ona bir mektup uzattı tek kelime etmeden uzaklaştı.

Selim'in heyecanı, meraka dönüşmüştü mektuba baktı kendi mektubuna benziyordu müsait bir yere geçti, açtı ve okudu;

Dünyayı boğup mahşere döndürse denizler,
Tek bendeki volkanları söndürse denizler!
Hala yaşıyor gizlenerek ruhuma "Kaabil",
İmkanı bulunsaydı, bütün ömre mukabil
Sirretmeye elden seni, bir perde olurdum.
Toprak gibi her çiğnediğin yerde olurdum.

Evet, bu mektup kendi mektubu idi, niye geri vermişti ki, yoksa aynı hislere o da mı sahipti?
Ama mektup hiç açılmamıştı ki, beyninde bir şimşek çaktı herşey karardı. Dayanılmaz bir ızdırapla farkına vardı. Hiç okunmamıştı mektup. Genç kadın Selim'e ait olduğunu anlamış ve hatta beslediği duyguları da anlamış olacak ki, mektubu açma gereği bile duymadan o'na geri vermişti.
Evet bu bir reddedilişti. Hüsrandı...

Hızla peşinden gitti ama çoktan okuldan çıkmıştı genç kadın, hem çıkmasa ne yapacaktı ki rededilmişti bir kere.
Hüzünle ardından boş yollara bakakaldı...
Mektubun son satırları yankılandı derin loş boşlukta;

Mehtaplı yüzün Tanrı'yı kıskandırıyordur,
En hisli şiirden de örülmez bu güzellik.
Yaklaşması güç, senden uzaklaşması zordur;
Kalbin işidir, gözle görülmez bu güzellik…

Koridorlar şimdi bir zindandı;

Kalbin işidir, gözle görülmez bu güzellik…