​(Bu satırlar o kara günün kara gecesinde, yürekten gelen seslerin küçük bir kısmının kalemin ucundan sızışıdır.)

​Saat gece yarısına geliyor.
Karlı İstanbul sokaklarında tek başıma yürüyorum.

Sokaklarda arabalar geçiyor, insanlar dolanıyor.
Bazı kafelerde oturanlar var.
Hemen yanımda yeni yapılmış bir rezidans yükseliyor.
Karşıma bir yarışma programının afişi çıkıyor.

Bir ülkücü ölmüşken niye yaşıyorsunuz lan?
Niye yıkılmıyor bu binalar? 
Neden birbirine girmiyor bu arabalar?
Allah'ın belası yarışmanızla birlikte o adada neden geberip gitmiyorsunuz?
Bir ülkücünün ölümünü umursamayan veya habersiz olanlar neden yaşıyorlar?
Kahrolmayan yürekler, yanmayan yürekler neden atmaya devam ediyor?

Ah ulan ah!!! Diyor ya şair o al bayrağa: "Seni selamlamadan uçan kuşun
Yuvasını bozacağım"
Bir kuş neden tehdit edilirmiş anlıyorum.

Kuşlar, kediler, köpekler neden bağrışıp çağrışmıyorlar?
Ülkücünün ölümünden büyük deprem mi var?
Niye yarılmıyor yerler?
Değil bütün İstanbul'un karını, Türkiye'nin karını bassam yüreğime söner mi bu yangın?

Allah kahretsin ki elden bir şey gelmiyor, bir şey yapamıyorum bu ellerle.
Üşüdüler şu an, donsalar ne yazar? Ülkücüler ölürken işe yaramayan ele gerek mi var?
Alsam şurdaki taşı, önüme gelene saldırsam, alır mıyım hıncımı acaba?

Kafam allak bullak, yüreğim yangın yeri... "Vurulan hep biz olduk. Kırılan hep biz. Kime ne ettik? Bitmez çilemiz..." diyordu bir şarkıda.
Ulan bitmeyecek mi gerçekten bu çile? Ülkücünün Çilesi'ni anlatmıştı bize bir ağabey... Kabul ettik çileyi.
Çilenin her türlüsüne eyvallah da ölüm çok zor geliyor be...

Fırat kardeşim, can kardeşim, hiç görmediğim, adını duymadığım kan kardeşim.

Hakkını şimdiden helal et bize. Çünkü senin de ardından bir şey yapamayacağız konuşmak ve şu an benim yaptığım gibi ağlamaktan başka...

Allah'a emanet ol deriz ya hani, sen artık tam anlamıyla Allah'a emanetsin.
Davan da bize, ülküdaşlarına emanet. İnşallah emanetine sahip çıkabiliriz.

Ruhun şad, mekanın cennet olsun.

(21 Şubat 2015)