Şimdi göz yaşını yitirmiş koca bir ülkeye bakınca ne büyük hataya düştüğümü anlıyorum.
Haklılık uğruna vicdanını satmış, ölümlerin her çeşidine kulp takabilen, trajedilerden menfaat devşiren, kalpsiz, empatisiz, bitik bir ülke...

Empati yapmak" nedir fikriniz var mı?(*)​

Söyleyip geçtiğimiz o cümlelerin içinde süs olmaktan öteye çok nadir geçer.
O yüzden severiz atalarımın "ateş düştüğü yeri yakar" sözünü. (tamam kızmayın siz sevmezsiniz)
Şimdi bir örnekle, bunun nasıl yapıldığını düşündüğümü anlatayım. Sonra siz empati yapıp yapamadığınıza karar verin.

Ve sonra "başınız sağolsun, acımız büyük, analar ağlamasın,... vs" gibi klişelerle ne bayatlamış yüreklere sahip olduğumuzu tartışalım;

"Sabah uyandım. 8 de mesaim var. Alelacele kahvaltımı ettim. 7 yaşında ki kızım beni uğurlamak için kalkmış. "babacım hani o bebek var ya paran yoksa ona ihtiyacım yok" diyor. İçim buruluyor. "Bi daha ki maaşta çözeceğim bu sorunu" diye düşünüyorum. Servise yetişmek için kapıda bekleyen karımı öpüp hızlıca iniyorum. Uzun bi gün oluyor. Ülkenin her yerinden sıkıntılı haberler geliyor. Genel kurmayda çalışıyorum. Ölümleri dosyalıyorum. Artık çok sıklaştı, işe başladığımda her seferinde içime çöken o ağırlığı hissetmiyorum. "Alıştım" demek istemiyorum ama sanırım alıştım. Saat 5'e geliyor. Bugün ayrı bir daralma var içimde. Kızımı düşünüyorum ferahlıyorum. Alelacele toparlanıyorum. Niye bilmem o sıcacık evime daha bi hızlı gitme isteği var içimde. Aşağı indiğimde servisler her zaman ki disiplinde, yerlerinde bizi bekliyor. Adet edindiğim yere oturuyorum. Şoförün arkası aracın solu. Enerjisini nerden bulduğunu bilmediğim Ayşe hanım yine yüksek sesle selamlayıp, arkasından gelen kahkahasını patlatıp arkaya doğru yürüdü. Bir astsubay Orhan kaldı gelmeyen. Kurallar belli, saatinde gelmeyen diğer servisi bekler. 3 servis arka arkaya gaza dokundu. İçeriden çıktık. Ankara yine aynı soğuk şehir. Sıradan bir kış günü. Kavşağa yaklaşıyoruz. İstemsiz şekilde başım sola dönüyor. Anlamsız şekilde hızla üzerimize gelen ww'yi görüyorum. Bıktım bu gençlerin hız merakından. Yine acı bir fren sesine hazırlanıyorum. Umarım durmayı başarır "ama yok!" durmuyor doğruca bize geliyor. Derdi ne bu manyağın? Çarpacak, durması mümkün değil. Ben otobüsteyim bana bişey olmaz ama o salak genç, çok acı çekecek belli. Aman Allah'ım..."

O an, patlamayı gördüğü o çok kısa an, ne düşündü ? Patlayıcının kesif dumanını ciğerine çekecek vakti oldu mu? Şarapnel parçalarının vücuduna doğru gelişini algılayabildi mi? O parçalar içine girmeye başladığında acı hissetti mi? Bedeni parçalanmaya başladığında arkadaşlarının patlamanın şiddetiyle sağa sola dağılışını da gördü mü? Ayşe hanım o bir daha kahkaha atabilecek mi? Ya kızı ? Peki ya astsubay Orhan ? O yarın onların olamadığı binada ne yapacak? Onlarsız servise hangi halde binecek? ....

Hadis miydi, bir yerde mi okudum bilmiyorum; "insana verilebilecek en büyük ceza, göz yaşının ondan alınmasıdır" demişti birisi. Ağlayabildiğim zamanlarda okuduğum için gereksiz bir abartı olarak düşünmüştüm.
Şimdi göz yaşını yitirmiş koca bir ülkeye bakınca ne büyük hataya düştüğümü anlıyorum.
Haklılık uğruna vicdanını satmış, ölümlerin her çeşidine kulp takabilen, trajedilerden menfaat devşiren, kalpsiz, empatisiz, bitik bir ülke...

Konuşabilseydik ölmeyecek bunca canın üstüne, koltuklarını koyup hiç ızdırap belirtisi göstermeden davasını savunan patates çuvallarının ülkesi...

Türkü, kürdü, alevisi, sunnisi ve bilmem necisi, birilerinin daha güzel dünya yalanları peşinde sapır sapır ölürken, "en güzeli benim kuracağım dünya" diyenlere boş beyinlerle bakıp tapınan ruhsuzların ülkesi...
Oysa bir tek cümleye inansaydınız aynı mallıkla, aynı inanmışlıkla, ve insan olmayı deneseydiniz ölmek üzerine fantezileri yaşayacağınıza; "seni seviyorum" diyebilseydiniz yan koltukta oturan tanımadığınız insana, inanın yaşayabilirdik yüceler olmadan...


*- Empati: bir başkasının duyguları, içinde bulunduğu durum ya da davranışlarındaki motivasyonu anlamak ve içselleştirmek demektir.