İstanbul'a gece çökmüştü. Dolunay, Haliç'in üzerine eşsiz yakamozunu bırakmış, kayıklar denizin üzerinde narince dans etmeye başlamışlardı. Dolunay olmasına rağmen sokaklar zifiri karanlıktı. Şişhane Galata yoluna sessizlik hakimdi. O sessizliği 3 adamın ayak sesleri böldü. Karanlığın içinden çıkabilecek bin bir türlü tehlikeye aldırmayan bu üç adam, yaktıkları sigaralarını amansızca içiyorlar ve etrafa keskin bakışlar yolluyorlardı. Daha da ilginç olanı, birbirleri ile tek kelime dahi konuşmuyorlardı.

     Şişhane'ye indikten hemen sonra, sağdaki toprak yoldan Tepebaşı'na doğru yollandılar. Uzun boylu olanı durmadan arkasına bakıyordu. Eli kuşağındaki tabancasındaydı. Daha fazla dayanamayıp yanındakine dönerek: "Ne ola Fırtına? Bu ardımızdan gelenler kimlerdir?" diye sordu. Fırtına Mehmet, sol omzundan geriye doğru baktı 100 metre geride kaldırımların kenarından gizlenmeye çalışan yaklaşık 15 kişi gördü. Dağınık şekilde yürüyen bu grup, gizlenmeye çalışıyor ve arada sırada başka sokaklara sapıyorlardı. Takip edildiklerini anlamak, Jön Türk fedaileri hiç zor olmamıştı. "Filintam, bu üç gariban için bu kadar adam çok değil mi? Sultan Hamid, bizden bu kadar mı çekinir?" dedi Fırtına Mehmet. Yüzlerinde ufak bir tebessüm belirdi. Filinta Mustafa, hala kuşağındaki silahın kabzasını bırakmamıştı.

     Serficeli Hasan ise, sessizce arkadaşlarının yanında yürüyor, muhabbete dahil olmuyordu. Morali bozuktu. 3 gün önce, Avusturya Postanesi'ne geç kaldığı için, Paris'ten gelen gazeteleri alamamış, bu yüzden Kara Kemal'den azar yemişti. Fırtına bunun farkındaydı. Fedaisinin fazla üstüne gitmiyor, yalnız gözlüklerini hep dalgaya alıyordu. "Serficeli.. Dolunay senin gözlüklerine yansımıyor mu? Azıcık havaya bak bari de yolumuz aydınlansın." diyerek yine maytap geçmeye başladı. Filinta bu sefer keskin bir kahkaha atarak muhabbete eşlik etti. Serficeli bu yersiz espriye hayli bozulmuş, yediği azar yüzünden sıkılan canını Fırtına'dan çıkartmaya karar vermişti. Söze girdi: "Ulan Mehmet, sen kendi derdine derman bul. Amca, Fatih'e savurduğun küfür yüzünden ocağına incir ağacı dikecek haberin yok." Mehmet bu sözden sonra ciddileşti. Amca, Kara Kemal'den sonra gelen ikinci adamdı ve bu ekip, Kara Kemal'den önce Amca'ya bağlıydı.

     Yaklaşık iki gün önce yapılan gizli toplantıda, Sultan Abdülhamid'in geçtiği Galata Köprüsü'nü havaya uçurmayı öneren bazı Jön Türkler, diğer bir grup tarafından kınanmış ve engellenmişti. Daha sonra ise Yıldız Sarayı'nın bombalanması önerilmiş ve yine aynı grup tarafından reddedilmişti. Bu karşıt grubun başını Fatih Bey çekiyordu. Fırtına Mehmet, Fatih Bey'i hiç sevmezdi. Pisboğaz derdi ve durmadan onu vurmak için bahane arardı. O gün yapılan toplantıda da Fatih Bey'in dediği olmuş, sokaklara Sultan aleyhinde yaftalar asılması kararlaştırılmıştı. Bunun üzerine Fırtına da Fatih Bey'e okkalı bir küfür savurmuştu. Bu küfür Amca'nın kulağına gittiği anda ortalık karışabilirdi. Gitmemesini ummak ise tamamen saçmalıktı.

     Serficeli, Filinta ve Fırtına, peşlerindeki acemi hafiyeleri atlatarak Kasımpaşa'ya indiler. Birazdan gizli bir toplantı daha olacak ve ne yapılması gerektiği konuşulacaktı. Toplantı mekanına gelince Fırtına arkadaşlarına dönerek: "Ben tersane tarafına gidip Binbaşı Sadık'ı alacağım. Onunla birlikte planları alıp geleceğiz. Dikkat edin gardaşlarım. Başınıza bir  hal gelmesin." Filinta bu duruma sinirlendi. Böyle bir gecede, hele Sultan'ın hafiyeleri sokaklarda cirit atarken, Fırtına'yı tek başına yollamak istemiyordu. Ama bir şey söylemedi. Sıkıca sarıldılar. Fırtına karanlık sokakta kaybolurken, Serficeli ve Filinta toplantı odasına indiler.

------

     Serficeli ve Filinta, ikinci kattaki toplantı salonunun , arka sokağa bakan camının kenarına oturdular. Filinta durmadan silahını kontrol ediyor, bunu gören Serficeli de tedirgin oluyordu. "Az sakin ol Mustafa. Beni de telaşa sürüklüyorsun." dedi ve o da kuşağını kontrol etti. Filinta sinirli bir sesle: "İçim rahat değil Hasan, bu gece sıkıntılı olacak gibi." dedi. Etrafına bakındı. Neredeyse herkes tamdı. Kara Kemal gibi yöneticiler orada yoktu. Bu toplantı saha ekibinin toplantısıydı. Fakat Deli Ali de ortalıkta yoktu. En önemlisi ise Fatih Bey daha gelmemişti.

     Jön Türkler, ses çıkmaması için konuşmuyorlardı. Herkes yanındaki ile fısıltı halinde konuşuyordu. Derken ufak bir çıtırtı duyuldu. Herkes kapı tarafına baktı. İkinci bir çıtırtı daha ve üçüncü… Serficeli ve Filinta birbirlerine baktılar. O anda kapı kırıldı ve bir grup zabit içeriye şimşek gibi daldı. Gür bir sesle: Devlet-i Aliyye ve Sultan Hamid'e baş kaldıran hainler! Tutuklusunuz!

     Fakat çok büyük bir hata yapmışlardı. Jön Türklerin en namlı fedailerinin olduğu bir toplantıyı basmak, intihar etmekten farksızdı. Genç zabit sözünü bitirir bitirmez kurşunu yiyerek yeri serildi. Ardından silahlar patladı ve kurşunlar uçuştu. Kapıdan ilk giren 4 zabit cansız bir şekilde devrildi. Filinta, tabancasını çekmiş, kapıya doğru kurşun boşaltmaya başlamıştı. Serficeli ise masayı devirip ardına siper alarak ateş ediyordu. Diğer fedailerden bir kısmı ateş ediyor, diğer kısmı ise üst katlara kaçıyorlardı. Zabitler geç kalmadan ateşe ateşle karşılık vermeye başladılar. Çatışma şiddetlendi. Birkaç Jön Türk vurulmuştu. Acil bu binadan çıkmak gerekiyordu. Filinta fazla düşünmeden Serficeli'yi tutarak kendini kırılmış camdan aşağıya bıraktı ve sert bir şekilde zemine çarptı. Kolu çıkmıştı. Hemen ardından diğer camlardan da atlayanlar oldu. "Kalk Serficeli. Koş!" Filinta ve Serficeli yoğun ateş altında ara sokaklara doğru koştular.

     Jön Türkler o gece baskın yediler…

-------

     Fırtına, arkadaşlarından ayrıldıktan sonra tersaneye doğru yürümeye başlamıştı. Binbaşı ile buluşacak, gazeteleri alacaktı. Arkadaşlarından ayrılalı 15 dakika olmuştu ki kurşun  sesleri duymaya başladı. Olduğu yerde durdu ve duvar dibine sırtını dayadı. Silah sesleri toplantı yerinden geliyordu. Eyvah diye irkildi ve tekrar geriye doğru koşmaya başladı. Binbaşı aklından çıkmıştı bile. 
     Toplantı yerine az bir mesafe kala durdu. Etraf zabitlerle sarılıydı. Hiç geçiş yoktu. Ön kapı tutulmuştu. Geriye dönmeye karar verdi. Binbaşıyı da alıp, Divanyolu'ndaki buluşma noktasına geçecekti. Tekrar geriye doğru koşmaya başladı. Neva'dan dönüp yokuşu tırmanmaya başlamıştı ki, sokağın başında iki kişiyi gördü. Serficeli ve Filinta olabilirdi bunlar. O iki kişi de Fırtına'ya yaklaşmaya başladılar. Aralarında 10 metre kalmıştı ki durdular. Fırtına, bu iki kişiyi nerede olsa tanırdı. "Ne o Mehmet? Baskından kurtulmuşsun? O iki fedain cehennemi boylamışlardır ama." Fırtına'nın kan beynine sıçradı. Bu cümleyi kuran kişi, Sultan'ın en meşhur hafiyesi Mahmut'tu. Yanındaki uzun boylu ise geçen kovalamaca yaparlarken, Üsküdar'da bir Jön Türk'ü öldüren Arnavut Ahmet'ti. Fırtına yavaşça elini silahına götürüyordu. " Ne oldu Mahmut? Sultan Hamid, en iyi adamını öldürmem için bana mı gönderdi? Hem tek gelmemişsin bak itin de yanında." Arnavut Ahmet bu sözden sonra delirdi ve küfür savurarak silahını çekti. Aynı şekilde Fırtına da silahını çekerek Ahmet'e tek kurşun yollayarak boğazından vurdu. Ahmet cansız yere düşerken Mahmut, ard arda 3 el ateş etti. Fırtına kendisini sağa atarak siper almaya kalkışsa bile koluna gelen iki kurşunun etkisi ile sol tarafının uyuştuğunu hissetti. Aynı şekilde iki kurşun sallayarak Mahmut'u midesinden ve kolundan vurdu.

Acı ile kıvrılan Fırtına kafasını kaldırıp baktığında, Mahmut'un kan kaybederek kaçtığını fark etti. Bu halde onu takip edemezdi. Ayağa kalktı. Yerde ölü yatan Ahmet'in yanına gelerek: "Bu, Üsküdar'da öldürdüğün o genç çocuk için!" dedi ve geri kalan kurşununu üzerine boşalttı. Arkasına dönüp, kan kaybederek Divanyolu'na doğru ilerlemeye başladı.

     Çok kan akmış, fedailer bu seferlik kaybetmek zorunda kalmışlardı. Fakat, Sultan ile Jön Türkler arasındaki savaş, bu geceden sonra daha da şiddetlenecekti…