Mutlu bir aile ortamında bence çocukluğun en güzel yıllarıdır 0-7 yaş arası.

En azından benim için öyleydi. 7 yaşından sonra tabii ki insan hala çocuktur, ama ne kadar idrak edemese de artık yavaş yavaş hayatın sorumlulukları seslerini duyurmaya başlarlar. 

Okulda birinci sınıf geride kalmıştır. Artık okullu olmanın ilk hevesi, ilk heycanı yerlerini biraz daha disiplin, vazife ve sorumluluklara bırakmışlardır. Aile içinde aldığınız eğitim büyüdüğünüz her geçen gün daha ciddileşir, ve anne, babanız yaşınızın artması ile artan sorumluluklarınızı idrak etmeniz için daha fazla çaba gösterirler. Oyuna ve hayallere ayrılan zaman azalırken, derslere ve hayatın gerçeklerine ayırmanız gereken vakit çoğalır. 

Aslında doğduğunuz andan beri siz öğrenmeye başlamışsınızdır. 

İlk önce gülümsemek, sonra emeklemek derken, en geç kendi ayaklarınız sizi taşıyarak bir yerlere ulaşmaya başladığınız da kendi güvenliğiniz için bazı yasaklarda başlar. Kızgın sobada kendinizi yakmamanız için sobaya gitmemeniz gerektiği, veya merdivenlerden düşmemeniz için merdivenlere yürümemeniz bir çok zaman ,Cısss' veya buna benzer sözcüklerle size öğretilmeye çalışılır.

Ama en geç 7 yaşınızdan sonra bazı sorumluluklarınız olduğunu ve bazı şeyleri yapmamanız gerektiğini idrak ediyor hale gelirsiniz. Belki sebeplerini tam olarak anlayamazsınız ama ailenize eskisi kadar nazınızın geçmediğinin farkına varmaya başlarsınız o yaşta. 

Ama en geç 7 yaşınızdan sonra bazı sorumluluklarınız olduğunu ve bazı şeyleri yapmamanız gerektiğini idrak ediyor hale gelirsiniz. Belki sebeplerini tam olarak anlayamazsınız ama ailenize eskisi kadar nazınızın geçmediğinin farkına varmaya başlarsınız o yaşta.

Ve bazen de hayat şartları yaşadığınız şehiri, sevdiğiniz insanları bırakarak sadece anneniz ve babanız ile başka bir yere gitmenizi gerektirir. Amcalarınız, halalarınız, dedeniz ve küçükken diliniz dönemdiğinden ve sonra da herkesin hoşuna gittiği için ailenizin düzeltmemesinden ,Bayanne' dediğiniz babanneniz geride kalır.

İnsan geriye dönüp hayatının bu ilk yıllarına bakdığında hatırladığı bir çok şey vardır. Bu hatıralar bazen mazinin sislerinin ardından kendini gösteren resimlerden, bazen kokulardan, bazen tadlardan veya duyulardan ibarettir. Ve kişinin çocukluğundan kalan bu hatıraların bir çoğunun üzerinde yoğunlaştığı anne ve babası hariç çok az sayıda önemli insan vardır. Bir çok kişide de bu önemli insanlardan en başta geleni babannedir.

İşte bende de öyle. Benim hayatımda çocukluğumun en güzel yıllarından kalan bir çok hatıranın odaklandığı en mühim insanların en başında gelen annem ve babamdan sonra Bayannemdir.

Gözlerim açık veya kapalı olarak o günlere baktığımda aklıma gelen ve hatta unuttuğumu zannettiğim ama hafızamın derinliklerinden tekrar yüzüstüne çıkan bir çok anının kaynağıdır Bayannem.

Bana anlattığı Keloğlan masalları, peri hikayeleri, belediyenin yakınında kirada kaldığımız evin mutfağında pişirdiği yemeklerin kokusu, bibertuzunun, keşkeğinin, mantısının, sütlaçının, baklavasının, hoşafının tadı, Devgeriş'te ki lojmanımızın banyosunda beni leğende yıkaması, bana maalesef tanıma fırsatım olmadığı babası, Gençağa dedemi, babaocağında, Eşgüne'de ki hayatını anlatması... ve şu an aklıma gelmeyen ama hiç beklenmedik bir anda kafama vurarak boğazımı düğümleyen bir çok tadın, kokunun, resmin, duyunun anısı.

İnsan yediği yemeklerin lezzetinin kaynağının o yemeklere katılan su, tuz, biber ve şeker olduğunu sanıyor. O malzemeler ve malzemelerin karışım oranları sayesinde o lezzetin oluştuğunu sanıyor. Dinlediği masalların kahramanı Keloğlan, ve heycanı Keloğlan'ın yaptığı zeki hamlelerde olduğunu sanıyor.

Ve sonra bir güz mevsimi geliyor ve yapraklar yere düşüyor. Aslında biliyorsunuz, ölüm de insanlar için. Bunu bilmenize rağmen ve büyükler ne kadar sıralı ölüm için dua etselerde sevdiklerinize yanaştırmak istemiyorsunuz. Ama hayat bu. Herkesin aldığı nefes sayılı... Hiç beklemediğiniz bir anda telefonunuz çalıyor ve Bayannenizin hayatı boyunca yaşadığı gibi dimdik ve asil duruşuyla bu hayattan veda ettiğini duyuyorsunuz.

Hayatta ilk kaybettiğim çok sevdiğim insan değil bayannem. Kaybettiğiniz kişinin yaşınında bir önemi yok, isterse 80 değil 100 yaşında olsun sevilene, seven doymuyor. Ve yine herkesin bildiği gibi ölenle ölünmüyor. Kaybınızın acısı hiç dinmese bile insan acıyla yaşamaya alışyor... diye sanıyordum şimdiye kadar.

Ama anladım ki yukarda bahsettiğim yemeklerin lezzeti, yemeklerin malzemesinden değil, bayennemin sihirli ellerindenmiş, meğer anlattığı masallarda Keloğlanı kahraman yapan Keloğlan'ın kıvrak zekası değil, bayannemin sihirli sesiymiş.

Ve nasıl o sihirli elleriyle tanıdığım tadlara ayrı bir lezzet katmışsa, gidişiyle de tanıdığımı zannettiğim acıya tahammülü zor bir acı kattı.

Şayet sizin çocukluğunuzun en güzel yıllarının anılarının odak noktası ,Bayanne'niz hala hayattaysa yanına gidin, anlattığı hikayeleri, masalları tekar dinleyin, yaptığı yemeklerden tekrar yeyin, ona sımsıkı sarılıp kokusunu tekrar içinize çekin. Allah gecinden versin, bir sonbahar günü o hayata veda ederse yokluğunun acısının neredeyse tahammülsüzlüğü yanısıra, yere düşen yapraklarla sadece onu değil, çoculuğunuzun en güzel yıllarını da toprağa veriyor olacaksınız.

Mehmet Alp

Kasım 2013