2007 yılında zamanın Amasya Taşova İlçe Milli Eğitim Müdürü Sayın Ali Rıza Atasoy ile Taşova Sağlık Meslek Lisesi öğretmenlerinden Fesih Aktaş Hocamızın düzenlediği Boraboy Şiir Günlerine davet edilmiştim.

Taşova'ya ilk giden kişi ben olmuştum ve Milli Eğitim Müdürlüğünde kısa süre oturduktan sonra Fesih Hocam 'Sen yoldan geldin, acıkmışsındır. Seni yemeğe götüreceğim ama burası öyle sıradan bir yer değil. Gideceğimiz yerde çok seveceğine inandığım biri ile tanıştıracağım.' deyince, açlığımı bile unutup tanışacağım kişiyi merak etmeye başladım.

Arabaya binerek Taşova'dan Amasya istikametine doğru yola çıktık. Kısa süre sonra tabelasında Cingöz Petrol yazan bir benzin istasyonunda durduk. Fesih Hocam, benzin istasyonundaki lokantanın giriş kapısının yukarısındaki kocaman resmi gösterip 'İşte birazdan tanışacağın adam bu!' dedi. Fotoğraftaki adam irikıyım biriydi ama asıl dikkat çekici olan tarafı hemen hemen göbeğine kadar inen bıyıklarıydı. Kapıdan içeri girip daha sonra mekân sahibinin ofisi olduğunu anladığım bir odaya yöneldik. Odanın kapısını açınca az önce resmini gördüğüm adamın telefonla konuştuğunu fark ettim. Fesih Hocam, 'Misafirimiz Adıyaman'dan geldi. Seninle tanıştırmak istiyorum' deyince, gayet nazik bir dille 'Kusura bakmayın hocam. Şu an önemli bir konuyu görüşüp halletmem lazım. Siz yemeğinizi yedikten sonra sohbet edelim, olur mu?' diye cevap verdi. Bu cevap üzerine biz de yemeğimizi yemek için tesisin lokanta kısmına geçtik.

Yemek sırasında Fesih Hocam, mekân sahibini kısaca anlatmaya başladı. Dediğine göre, o bölgede Pala Sezai olarak tanınan mekân sahibi, Türkiye Bıyık Şampiyonlukları olan, sadece ticaret değil MHP İl Genel Meclisi üyesi olarak siyasetle de uğraşan çok esprili ilginç biriymiş.

Yemekten sonra yeniden Pala Sezai'nin odasına yöneldik. Kısa bir tanışma faslının ardından Fesih Hocam mekân sahibine hitaben 'Mustafa bey, ilginç ve esprili insanları sever. Özellikle seninle tanışması için getirdim.' diyerek devam etti:

"Hele şu yaşadığın ilginç olaylardan bahset de biraz gülelim."

Pala Sezai 'Durup dururken ne anlatayım, nereden başlayayım bilmem ki.' deyince bu kez Fesih Hocam, atışma için âşıklara ayak verir gibi:

"Önce Samsun'daki ana ile kızını anlat" dedi.

Pala Sezai, başladı anlatmaya:

"Bir gün Samsun'da kaldırımda yürüyordum, karşımdan da ana ile kız olduğunu anlaşılan iki bayan geliyordu. Kadın kızına dirseği ile dürtüp 'Şu adama bak kız, şu adama bak' deyip duruyordu. Zavallı kızcağız da karşısına bakmak yerine etrafa baktı ve o sırada birbirimizi geçmiş olduk. Tam yanımdan geçerken kadıncağız kızına 'Salak salak etrafına bakmaktan karşındaki adamı görmedin' diye çıkışınca geriye dönüp 'Kızım ananın dediği adam benim. Bıyıklarımdan dolayı bakmanı istedi. Sana zahmet biraz çabuk bak çünkü işim acil, yetişmem gereken yer var' dedim."

Bunu anlatırken vücut hareketleriyle o anı yeniden yaşıyor gibiydi. Fesih Hoca bir kez yol vermişti ve bundan sonra kendisi o yoldan gidecekti. Bu kez Samsun'da yaşadığı bir başka olayı anlatmaya başladı:

"Yine bir gün Samsun'da yürüyorum. O gün de Samsun Belediyesi kaldırımlardaki ağaçları budamış fakat belediye çalışanları kesilen dalları henüz kaldırmamışlardı. Karşımdan gelen bir genç kız birebire beni, daha doğrusu bıyıklarımı fark etti. Ağzı açık vaziyette gözlerini bıyıklarımdan alamıyor, bir yandan da bana doğru yürüyüşe devam ediyordu. Birkaç adımdan sonra yerdeki ağaç dallarına takılıp yüzükoyun yere düştü. Hemen koşarak kaldırdım ve 'Kızım neden gözünün önüne bakmıyorsun? Bıyıklarıma bakmak yerine gözünün önüne baksan düşmezdin. Hem bıyıklarıma bakmak istediğini söylesen ben durur, sen baktıktan sonra giderdim.' dedim"

Bazen tesiste çalışanlar içeri giriyor, Pala Sezai bir yandan işiyle de ilgileniyordu. Arada bir bizi de konuşturuyor, sohbetin sadece kendi anılarından ibaret olmamasını istiyordu. Biraz da bizler konuştuktan sonra Fesih Hocam, 'Uçakla Kıbrıs'a gidişini de anlat' dedi. Hiç nazlanmadan onu da anlatmaya başladı:

"Bir gün uçakla Kıbrıs'a gidiyorum. Hostes kızımız kapı önünde durmuş, biletleri kontrol ederek yolcuları yönlendiriyordu. Öyle bir tesadüf olmuştu ki benden önceki yolcuların büyük çoğunluğu uçağın sol tarafındaki koltuklara oturmuştu. Sıra bana geldiğinde biletimi kontrol edip tesadüf bu ya koltuk numaramdan dolayı benim de sol tarafa oturmamı söyledi. Ben onun dediğini yapmayıp göreceği şekilde uçağın sağ tarafındaki herhangi bir koltuğa oturdum. Durumun anında farkına varıp 'Beyefendi sizin yeriniz sol tarafta. Yanlış oturdunuz' deyince, avuç içim yere bakacak şekilde elimi havada uçak gibi düz bir hale getirip 'Yahu hanım kız, sen bizi öldürmek mi istiyorsun? Kim geldiyse hepsini uçağın sol tarafına yolladın. Üstelik benim gibi iriyarı bir adama da sola geç diyorsun. Ben de sola geçersem uçak havalandığında (Burayı anlatırken elini aynı şekilde yapınca hepimiz güldük) aha böyle yan yatacak. Hadi havada yan olarak gitti diyelim. Bu vaziyette yere nasıl inecek? Hiç olmazsa ben sağ tarafta oturayım da uçağın dengesi sağlansın' dedim. Zavallı kızcağız şaşkın şaşkın bana bakıp kalakaldı. Daha o bir şey demeden 'Senin hatırın için o tarafa geçiyorum. Ama pilota söyle uçağın dengesi bozulursa bana haber versin, diğer tarafa geçerim.'dedim."

Fesih Hocam:
"Şu akrabalık mevzuunu da anlat, ondan sonra biz de gidelim" dedi.

Pala Sezai, önce tebessüm edip ardından da bana dönerek başladı anlatmaya:
"Allah affetsin, bende bir zamanlar çok kötü bir hastalık vardı hocam. Kumar oynardım ama aynı zamanda dünyanın en keriz kumarcısıydım. Kaybettiğim para cebimden gider ama kazandığım para asla cebime girmezdi. Eğer o gün kazanmışsam miktarı ne olursa olsun parayı cebime koymadan rastladığım ilk fakire verirdim. Çocuklarımın rızkını kumara verdiğim olmuştur ama kumar parası çocuklarımın boğazından geçmemiştir. Dediğim gibi benimki hastalıktan başka bir şey değildi. Bir gün dört kişi masayı kurduk, yine kumar oynamaya başladık. Her oyunda olduğu gibi ilk oyun sona erince iki kişi kazandı, iki kişi kaybetti. Kaybedenlerden biri de sık sık ateist olduğunu söyleyen bir öğretmendi. Oyunu kaybedince kağıt destesini masanın üzerine sertçe fırlatarak 'Hay kâğıt senin Allah'ını ...!' diye küfretti. Kan beynime sıçradı ama yine de olabildiğince sakinliğimi koruyarak 'Bana bak hocam, benim olduğum yerde kimse Allah'a küfredemez. Bu seferlik cahilliğine sayıyorum, bir daha olmasın!' dedim ve ikinci oyuna başladık. İkinci oyunda da yenilip aynı küfrü bir daha edince sol yakasını toplayıp 'Bana bak ulan şerefsiz. Sen Allah'ın sahibi yok, Allah kimsesiz mi zannediyorsun?' diyerek sağ elimle okkalı bir yumruk vurdum. Daha ben ikinciyi vuramadan araya girip bizi uzaklaştırdılar ama aslında ona o tek yumruk da yetmişti. Çünkü ağzı burnu kan çanağına dönmüştü. Bu olay geceden sabaha kadar tüm Taşova' da duyulmuş ama duyulduğundan haberim yok. Ertesi sabah Taşova'da kiminle karşılaşsam gülerek 'Pala, Allah'ın Taşova'da bir akrabası varmış. Sen onu tanıyor musun?' diye sormaya başladı. O güne kadar Taşova'da 'Pala Sezai' olarak bilinen ismime o günden sonra 'Allah'ın akrabası' da eklenmiş oldu."

Pala Sezai ile iki gün boyunca sohbet etme imkânı bulduk. Bizlere başından geçen olaylardan da bahsetti, hayatın gerçeklerinden de. Allah uzun ömürler versin, irtibatımız kopsa da bildiğim kadarıyla Pala Sezai halen sağ. 

İnsan ister istemez bir geçmişi düşünüyor bir de bugünü. Eskiden Allah'a akraba olan büyüklerimiz vardı. Şimdiki büyüklerimizi(!) ne siz sorun ne ben söyleyeyim... 

Not: Yolunuz Taşova tarafına düşer de fırsat bulabilirseniz, mutlaka Pala Sezai ile tanışıp Boraboy Gölü'nü görmenizi tavsiye ederim.


Mustafa Erkenekli