Vakti zamanında Han'ın bir çobanı vardı. Çoban, karısı ve oğlu ile birlikte yaşardı. Çobanın oğlu bir gün koyunlarını yaymaya çıktı ve geri dönerken yolunu kaybetti. Gökyüzüne bakarak yolunu bulmak istedi ama gökte iki ay birden vardı. Yönünü şaşıran oğlan, yolun kenarına oturup ağlamaya başladı. Onun eve geri dönmediğini gören babası kırlara çıkıp oğlunu aradı ve onu ağlarken buldu. Beraber eve vardıklarında oğul şöyle dedi: "Gökyüzünde iki ay birden gördüm baba! Bir tanesi her zamankinden çok daha güzeldi!"

Babası gülümseyerek "O gördüğün ay değildir, hem nerede görülmüş gökyüzünde iki ay olduğu? O olsa olsa Han'ın güzel kızının nurudur. Diğeri de her zamanki ay olmalı." diye yanıtladı. Bunun üzerine oğlan, Han kızı ile evlenmeye karar verdi. Babasına "O zaman bu güzeller güzeli han kızını bana isteyelim, onunla evleneyim," dedi.

Han'ın çobanı oğlunun sözlerini o gecelik geçiştirse de sonraki günlerde oğlan sık sık babasına han kızından bahsetmeye ve "Ne zaman isteyeceğiz?" diye sormaya devam etti. O kadar çok sordu ki adam sonunda bunalıp "Peki öyleyse, Han'ın çobanı gidip Han kızını oğluna istesin bakalım, başımıza ne iş gelecek görelim." dedi ve sabah güneş doğar doğmaz Han'ın otağının önüne vardı. İçeri girmeye cesaret edemeyince etrafta bulduğu bir süpürgeyi alıp Han'ın kapısını temizledikten sonra evine geri döndü.

İkinci gün yine Han'ın otağına gitti. Bu kez cesaretini toplayıp Han'ın huzuruna varacak, diz vurup söz isteyecek ve oğlunun Han kızına talip olduğunu söyleyecekti. Ama yine yapamadı, yeniden süpürgeyi eline alıp Han'ın kapısını süpürdü ve evine geri döndü.

Üçüncü gün tekrar han kapısındaydı ama yine cesaretini toplayamadı ve süpürgeyi eline aldı. O sırada otağından çıkan Han, çobanı görünce nöbetçilerini çağırıp "Bu adam kim? Burada ne yapıyor?" diye sordu. Nöbetçiler "Bu sizin çobanınızdır Han'ım. Üç gündür her sabah gelip kapınızın önünü süpürüyor." diye yanıt verdiler.

Han, otağına geri dönerken, nöbetçilerden birine çobanı huzuruna getirmelerini emretti. Az sonra çoban Han'ın huzurunda diz vurup oturdu. Han bir süre onu gözleri ile süzdükten sonra "Üç gündür kapının önünü süpürdüğünü duydum, bunu neden yapıyorsun?" diye sorunca çoban artık nasıl bir durum içinde kaldığını Han'a açıklamak zorunda kaldı. Han olup biteni dinleyip "Han kızını almak kolay mı sandın çoban? Önce oğlun bir hüner göstermeli ki onu tanıyıp bilelim, sonra kızıma talip olursa bu işi o zaman düşünürüz." dedi.

Çoban eve dönüp oğluna Han karşısında nasıl iki büklüm mahcup olduğunu anlatınca oğlan üzüldü ve "Öyleyse yollara düşelim baba." diyerek sözüne şöyle devam etti: "Gidip öğrenecek bir hüner bulalım, madem ki Han bizim çobanlığımızı beğenmedi biz de başka meziyet ediniriz."

Çoban ile oğlu birlikte yola çıkıp uzun yollar aştılar. Üç günlük mesafede dört yolun kesiştiği yerde bir büyücü ile karşılaştılar. Büyücü adam bir elini kazan, diğer elini kepçe, bir ayağını ocak şekline sokup et pişiriyordu. Çoban onun bu hâlini görünce "Ne büyük meziyet." diye düşünüp hemen büyücünün yanına gitti ve oğlunu çırak olarak alıp sihir öğretmesini istedi.

Büyücü adam oğlana şöyle bir baktıktan sonra "Şu tepenin ardında evim var, oğlunu oraya götüreceğim. Kızım onu pişirip yiyecek. O yedikten sonra oğlun canlanırsa onu yanıma alırım. Eğer canlanmazsa yarın gelip evin penceresinden oğlunun kemiklerini al," dedi.

Çoban, oğlunun canlanamayacağından korktuğu için "Olmaz!" diyecekti ama çobanın oğlu hemen atılıp "Tamam usta, haydi gidelim de beni bir güzel pişirip kızına yedir. Göreceksin ki canlanıp çırağın olacağım." dedi.

Büyücü, çobanın oğlunu alıp evine götürdüğünde büyücünün kızı onu görür görmez âşık oldu ve o günden itibaren oğlana büyü öğretmeye başladı. Büyücü ise bir koyunu kesip kazanda bir güzel haşladı ve kemiklerini ayırıp pencerenin önüne bıraktı. Ertesi gün çoban, büyücünün evine geldiğinde oğlunun öldüğünü düşünüp kemikleri oradan aldı ve kendi yurduna götürüp ona bir mezar yaptı.

Büyücü ve kızı ile birkaç ay geçirip büyü ilmini öğrenen çobanın oğlu, ailesini iyice özlemişti. Günlerden bir gün uzaklara dalıp gittiğini gören büyücünün kızı ona neden böyle üzgün durduğunu sorunca "Ailemi çok özledim. Keşke gidip onları görsem." dedi. Büyücü ve kızı evine gidip ailesini görebileceğini söylediğinde sevinçten havalara uçtu, hem de gerçekten uçtu! Büyücüden öğrendiği bilgiler sayesinde bir anda ak bir güvercin donuna bürünüp babasının yurduna doğru kanat çırpmaya başladı. Evine döndüğünde babasının kendini anmaktan ve sürekli ağlamaktan kör olduğunu gördü. Hemen kanatlarını babasının gözlerine sürerek onu iyileştirdikten sonra eski insan hâline döndü.

Çoban oğlu anne ve babası ile hasret giderdikten sonra babasına artık Han'ın karşısına çıkma vaktinin geldiğini ve bir oyun edeceğini söyledi. Buna göre oğlan güzel bir at kılığına girecek, babası da onu pazara çekip Han'a satacaktı.

Oğlan ertesi sabah at olup babası ile pazara gitti ve öğlene kadar bekledi. Han yanında kalabalık askerleri ile pazarı geziyordu. Birdenbire bembeyaz bir at dikkatini çekti ve yanına vardığında onun satıcısının kendi çobanı olduğunu gördü. İyi para ödeyerek atı hemen satın aldı ve evine götürdü. Gece olduğunda oğlan yeniden insan hâline dönüp Han'ın ahırından kaçtı ve evine geri döndü. Ertesi gün oğlan bu kez koç kılığına girdi ve babası ile birlikte yarışmalarda koçlarla dövüşmek üzere şehre indi. Tüm koçları yenip birinci olunca kaybeden koçlardan birinin sahibi onu alıp evine götürdü ama gece olunca oğlan yeniden insan olup evine geri döndü.

Üçüncü günün sabahında oğlan bu kez ağzı köpük köpük, hırsından yeri eşeleyen kızıl bir buğraya dönüştü ve babası onu pazara çekti. O sırada uzaklarda oğlana büyü ilmini öğreten hocasına çırağının ne işlerle meşgul olduğu mâlûm oldu. Hemen bir şahin kılığına girip pazar yerine uçtu, yeniden insan olup kalabalığın arasına karıştı. Çırağının deve olarak satıldığı yere gitmeden önce de biraz kuru yaprak bulup onları paraya çevirdi ve ceplerini doldurdu. Az sonra çobanın yanına gelip yüklü para ödeyerek deveyi satın aldı ve üzerine binip evinin yolunu tuttu. Bir yandan kamçılıyor bir yandan da "Beni akşama kadar eve götürmezsen seni keseceğim." diyordu.

Deve kılığındaki oğlan, sırtında hocası ile akşama kadar yol alıp yine de büyücünün evine varamadı. Gece yarısı eve vardıklarında büyücü, kızına seslenerek "Bu deve istediğim kadar hızlı değil." dedi ve ekledi: "Bana bıçağımı getir de şunu keseyim."

Büyücünün kızı o devenin âşık olduğu çoban oğlu olduğunu biliyordu. Bu yüzden babasını atlatmak için "Bıçak kaybolmuş, bulamıyorum." dedi. Bu kez büyücü "Öyleyse keskin baltamı ya da kılıcımı getir!" dedi. Kız evde ne kadar kesici alet varsa hepsini toplayıp kuyuya attı ve babasına "Hiçbirini bulamıyorum, hepsi kayıp!" dedi.

Büyücü bu işe sinirlendi. "Gel deveyi tut da ben arayayım o zaman!" diyerek bıçak bulmak için eve girdiği anda kız, devenin ipini bıraktı. Oğlan hemen bir kurbağaya dönüşüp kuyuya atladı ama bu sırada evden çıkan büyücü onu görmüştü. Hemen yılan olup oğlanın peşinden kuyuya atladı. Çoban oğlu yılanın peşinden geldiğini görünce güvercin olup kaçtı, ustası ise bir ala doğana dönüşüp ardına düştü.

O sıralarda Han, elma bahçelerinde gezinirken bir ala doğanın ak bir güvercini kovaladığını gördü. Güvercin doğruca uçup Han'ın başına kondu ve bir çiçeğe dönüştü. Büyücü ala doğan donundan çıkıp bir ozan kılığına girdi. Han'ın yanına gelip kopuz çalarak onu övmeye başladı ve şöyle dedi:

"Baylık içinde Han'a
Yaraşır gökçe çiçek
Cömertlikle ozana
Şu çiçeği verecek"

Han çiçeği eline aldı, rengine kokusuna baktı ama onu ozana vermek istemedi. Bu kez ozan şöyle söyledi:

"Cömert yüzü ak olsun
Cimrininki kapkara
İsteyenin bir olsun
Vermeyenin bin kara"

Han, ozanın sözlerine daha fazla dayanamadı ve çiçeği vermek için elini başına attı. Bu sırada çiçek darıya dönüşüp yere saçıldı. Büyücü hemen ozan kılığından çıkıp bir tavuğa dönüştü ve yerdeki darıları yiyip bitirdi ama darılardan biri Han'ın ayağı altına düşmüştü. Han ayağını kaldırır kaldırmaz bir tilkiye dönüşüp tavuğu boynundan kaptığı gibi boğup yedi. Oğlan az sonra tilki kılığından çıkıp yeniden insan hâline döndü. Karşısında hayretle olup biteni izleyen Han'a "Han'ım işte ben gördüğünüz bu hünerleri öğrendim! Şimdi kızınızı bana verecek misiniz?" diye sordu. Han artık oğlanı atlatmanın bir yolu olmadığını anladı ve kızını vermeye razı oldu. Çoban oğlu ve Han kızı, kırk gün kırk gece toy edip evlendiler, baylık içinde yaşadılar…

Hikâyeyi Youtube'da dinlemek için aşağıdaki videoyu kullanabilirsiniz...