Gönül isterdi ki bu yazıyı deneyimli, donanımlı bir usta yazar olarak yazayım fakat bu yazıyı tökezleye tökezleye öğrenen henüz yolun başında bir öğrenci olarak yazıyorum. Lafı fazla uzatmadan biz gençler niye yaz(a)mıyoruz, yazarsak faydalarının ne olacağını inceleyelim.

Bu devirdeki milliyetçi gençlerin fikir iklimini yansıtacak. Türk milliyetçiliğine merak saldığım ilk zamanlarda aklımda şu vardı: Bizden öncekiler ne düşünüyordu? Merakımı babamın üniversite yıllarından kalma kitaplarını karıştırarak, internette eski dergilerin (Orkun, Ötüken, Devlet vb.) taranmış formatlarına ulaşarak yatıştırmaya çalışmıştım. Gelecekteki meraklılar için de bugün yazdıklarımız bu işlevi görecektir. (Evet, sen -dijital arşivlerde bu yazıyı bulup okuyan meraklı kardeşim- burada senin gibilerden bahsediyorum.)

Fikirlerimizin değişimini, olgunlaşmasını gözler önüne serecek. Yazmamız fikirlerimizi düzene sokmamıza yardımcı olur, yazılarımızın yayımlanması ise yazılarımızın kaybolma riskini azaltır. Ne benim ne de sizin fikirleriniz bugünküyle aynı kalacak. Yıllar sonra gönlümüzde hasretin yanığıyla, dudağımızda tebessümle bu yazıları okurken fikirlerimizin değişimine, olgunlaşmasına (ve bolca anlatım bozukluklarına, imla hatalarına, akıcılıktan uzak üsluplara) tanık olacağız.

Geleceğin aydın adaylarının kaynaşmasını sağlayacak. Fikir alışverişi kültürünü zenginleştirecek. Farklı illerdeki arkadaşlarımın fikirlerini, yazılarım hakkında ne düşündüklerini merak ediyorum. Türkiye'nin dört bir yanından okuyucuya sunulacak yazılar, gençler arasında etkileşimi doğuracaktır. Elektronik postalarla birbirimizin yazılarını değerlendirsek, mektuplaşma kültürünü canlandırsak güzel olmaz mı? Bu sebepten yazıların yazarın e-posta adresi ile birlikte yayımlanması iyi olur. Yazılarımızda bir kavramdan bahsettiğimizde onu iyi anlattığını düşündüğümüz biri varsa yazısına yönlendirmek de güzel olur. Teknolojinin nimetlerini kullanıp yazıda bahsetmek yerine direkt sözcüğün üzerinde köprü (link) oluşturabiliriz.

Olayları, fikirleri, kavramları daha iyi analiz edip daha iyi kavrayacağız. Alanında çok çalışmış, tecrübeli büyüklerimizin yazılarını okumak elbette hoş fakat yaşıtlarımızın yazılarını okumanın da ayrı bir keyfi olacaktır. Neticede birbirimize - büyüklerimize kıyasla - daha yakın dile, tutuma, tavırlara sahibiz. Yani akran eğitimi yöntemini kullanacağız demem yanlış olmaz. Akran eğitimi dünya genelinde kabul gören etkili bir yöntemdir. Akran eğitimi belirli konularda gönüllü gençlerin eğitilmesinden sonra öğrendiklerinin yaşıtlarıyla paylaşmasıdır. Yazılarımızın bu işlevi göreceğine inanıyorum.

Yazma becerimizi geliştirecek. Yazma becerimiz nasıl gelişir sorusuna cevap ararken internette şöyle bir cevap buldum: yazarak. Yazma yeteneği yazarak gelişirmiş. Kendini yazmaya zorlayarak. Yazılarınızı yollayacağınız adreslerden daha yazınız yayımlanmadan dönütler gelecektir. Yayımlandıktan sonra da yazımızı kuvvetlendirmek için güzel tavsiyeler alacağımıza şüphem yok. Bu dönütlerin bizlere neler katacağını az çok tahmin edebiliriz.

Yazmadan önce oluşan kaygılarımız dinecek. Fikir ifade etme konusundaki cesaret kırıcı unsurları en aza indirecek. Yazdıkça yazmadan önceki korkularımız kırılacak. Ben biraz unutkanım bu yüzden unutmamak adına satır aralarında kendime öğütler vereceğim ve cesaret kırıcı unsurları, yazmamızı ve yazılarımızı paylaşmamızı engelleyen faktörleri de şöyle sıralayacağım

Konu bulmak. Konular arasında seçim yapmak zordur. Bilinen işten başlamanın en iyisi olduğunu söylerler. Yazılar yayımlandıkça bu sıkıntımız azalacak. Birbirimize ilham kaynağı olacağız. Durmuş Hocaoğlu'nun milliyetçi camianın tartışmamasından yakındığı konulardan - Bilim Felsefesi, Bilim Sosyolojisi, İslâmî Bilim, Modernite, Post-Modernite, Globalizasyon, Tarihin Sonu, Medeniyetler Çatışması, Laisite, Sekülerite, Batılılaşma v.b. - seçmek güzel olabilir.

Anlatılmak istenenle anlatılan arasındaki uçurum. Sözcükler böyledir farklı yorumlara açıktır. Aynı cümle yaşantısı, yaşı, eğitim durumu... farklı olan kişiler için farklı anlamlar ifade edebilir. Cümleni olabildiğince güzel kurmaya dikkat et ama bunun için yapacak çok da bir şey yok. (Olmadı yazılarımızı paylaşırken atarlı atarlı "söylediklerimden sorumluyum, anladığınızdan değil" yazıp sonuna bol bol ünlem işareti koyarız.)

Utanmak, çekinmek. Öyle sanıyorum ki çoğumuzun en büyük problemi budur. Utanmak, çekinmek, kendinden başkasının o fikre sahip olmadığını düşünmek, fikrinin gülünç, değersiz olduğu düşünmek, eleştirirken bir yerden tepki almaktan çekinmek... tanıdık geldi öyle değil mi? Canınızı sıkmayın. Bir tek sizde yok. Bunun teorisi bile var. Alman siyaset bilimci Elisabeth Noelle-Naumann'ın teorisine göre bir kişinin savunduğu fikir, toplumun çoğunluğunun kabul ettiği fikirlere aykırı ise bu kişi dışlanma korkusu nedeniyle kendini kısıtlar, fikrini açıklamaktan vazgeçer ama aynı kişi saklamak zorunda kaldığı görüşünün toplumda yaygınlaşmaya başladığını fark ederse, görüşünü yüksek sesle söylemeye başlar.

Yaklaşık 2 sene evvel Türkçülüğün hem devrimci hem muhafazakar olduğunu düşünüp yazmıştım fakat yayımlamaya cesaretim yoktu çünkü benden başkasının öyle düşüneceğine ihtimal vermiyordum ve gülünç buluyordum ta ki Nejdet Sançar'ın bir makalesine rastlayana kadar. Sançar da Türkçülüğü hem muhafazakar hem inkılapçı bir hareket olarak gördüğünü öğrenene kadar. Sançar da yıllar önce benim düşündüklerimin benzerini düşünüyormuş. Sonra bu görüşümü daha yüksek sesle dillendirmeye başlamıştım.

Yazıların yetersiz olduğunu düşünmek. Biz gençler davamıza aman leke düşmesin diye milliyetçi olduğumuz kadar da mükemmeliyetçiyizdir. Bu davanın bir mensubu olarak kendi eylemlerimize de önem veririz. Yazılarımızın yetersiz olduğunu, fazlaca taklit ve öykünme barındırdığını düşünürüz. Belki de barındırıyordur ama bu durum şimdilik ne bize ne de davaya zarar getirir. Zaten yazarların ilk adımı örnek aldıkları kişilere benzer cümleler oluşturmakmış. Konuşmamızın da anne, baba taklidi ile başlayıp daha sonra özgünleştiğini hatırlarsak telaşlanmanın lüzumu yok. İleride kendi yolumuzu buluruz.

Yüksek dozda yapıcı eleştiri içeren, kötü şeyler gördüğünde ihtar eden, iyi şeyler gördüğünde hakkını teslim eden bir anlayışla yazmamızın hem bize hem milliyetçi harekete katkısı büyük olacaktır. Utanmanın, çekinmenin hiç lüzumu yok. Türlü türlü işler yapanlar utanmıyor da biz birkaç satır karaladık diye mi utanacağız? Sözün özü sesini çıkar dostum, yaz dostum…

Ne diyordu Mithat Cemal Kuntay:

Zincirin altınsa da hatta, koparıp kır,
Susmak ne demekmiş, yere haykır göğe haykır!
Vicdan bile duymaz çıkmazsa bir âhı
Sessiz kölelerdir yaratan binbir ilâhı