Karantina günlerinde biyografi serisini sürdürüyorum. Bugün yine bir başka "herbokolog" anlatacağım özetle. Hep diyorum ya, (özellikle akademisyenlere) iflah olmaz bir "herbokolog" olunuz. Sadece kendi alanınız değil, diğer alanlarda da ciddi bilgi sahibi olmak için çaba harcayınız. Hem başka alanlarda bir şeyler okumak, üzerinde düşünmek sizi kendi alanınızda da verimli kılar ve beyninizi dinlendirir... Neyse uzatmadan bahsedeceğim herbokolog'a geleyim.

"Schopenhauer" denilince bir çok insanın aklına "karamsarlık" gelir. İç karatıcı karışık bir felsefe, kadın düşmanlığı vs vs gelir. Ancak günümüzde "Schopenhauer" adı ve eserleri tartışılır ve konuşulur. Schopenhauer olmak için birikim gerek, üzerinde tartışabilmek için önce iyi bir "herbokolog" olamak gerek. Neden mi ? Ben size biyogrofisinden öğrendiğim kadarıyla öğrenimi sırasında aldığı dersleri sıralayacağım:

Etnografya, doğa tarihi, mineraloji, kimya, botanik, fizik, fiziksel astronomi, meteoroloji, İnsan Vücudu Anatomisi, İmparatorluk Tarihi, metafizik, psikoloji, mantık... vs vs. (s:132-133)

Sanırım ne demek istediğimi anlatabildim. 

Sadece felsefe dersleri, sadece edebiyat dersleri, sadece Tıp dersleri alarak bir "aydın" bir "entellektüel" olunmuyor. "Düşünür" hiç olunmaz... "Herbokolog" olmaya çaba harcamak şart.

Evet "Schopenhauer" bugünden bakarak bir kadın düşmanı olarak nitelendirilebilinir. Sadece o kadar mı?. Yahudi düşmanlığı da var onun. Ancak o dönemin hangi ünlü ALMAN filozofunun eserlerine, biyogrofilerine bakarsanız bakın, hepsinde YAHUDİ düşmanlığını ve KADIN düşmanlığını okursunuz. Yani Almanya HİTLER'i durup dururken doğurmadı. Dönemin Alman kültüründe "Yahudi Düşmanlığı" yüzyıllardır güçlü bir şekilde vardı:

"Musevilik tiksintisi o kadar büyüktü ki, Musevi kokusunu " Foetur judaicus" [Yahudilerin pis kokusunu], herhangi bir görüşün Musevilikten gelip gelmediğinin kokusunu aldığını söylüyordu" (s:483)

Kadın konusuna gelirsek, burası hem ilginç, hemde gülünç gelebilir. Şöyle bir tezi var;

Mesela der ki: "Erkekler doğal olarak 18-28 yaş arasındaki kadınlarla, kadınlar ise 30-35 yaş arası erkeklerle ilgilenir ve bu yaş aralıkları, üremenin de doruğa eriştiği dönemleri temsil eder." (s:358)

"Schopenhauer, tekeşliliğin, erkeğe de kadına da hizmet etmediğini savunuyordu. Erkek artık cinsel açıdan çekici olmayan yaşlı bir kadına bağlı kalıyor; sonra başka kadınların peşinden gidiyordu. Evliliğin başlangıcında kadın, diğer erkeklerle ilgilenir çünkü "tekeşlilikte kapasitesinin yalnızca yarısını kullanır ve arzularının yarısı tatmin olur. " Tekeşlilik, kadından kısa süren fiziksel gücü ve kısa olgunluk dönemi boyunca kendisini bir adamla sınırlamasını, başkalarının ondan istediği ve tek bir adamın kullanamayacağı şeyi o adam adına koruyup başkalarından sakınmasını ister ve bu reddediş kadının sefil bir hayat sürmesine neden olur." (s:359)... 

Ve buradan tezini şöyle bağlar;

"Schopenhauer'ın teorisine göre tetragami, evliliği, kadın ve erkeğin hayatını iyileştiren bir kuruma dönüştürür çünkü insanların üreme kapasitelerine ve doğal cinselliklerine uygun düşen ve tekeşlilikte bulunmayan yöntemleri vardır. Bütün tarafların maddi ve parasal gereksinimlerini daha rasyonel bir şekilde sağlamalarına olanak tanır. İki genç erkek bir genç kadınla evlenmelidir. Kadının üretkenliği sona erdiğinde, dolayısıyla kocaları için çekiciliğini kaybettiğinde bu iki erkek başka bir genç kadınla evlenmelidir. Böylece bu genç kadın iki adamı da ihtiyarlatır . Schopenhauer'ın düşüncesine göre bu tip bir evlilikte ciddi ölçüde maddi bir avantaj vardır. 

Başlangıçta iki genç erkeğin geliri küçüktür, yalnızca tek bir kadına ve onun küçük çocuklarına bakmak zorundadırlar. Sonra zenginlikleri arttıkça, iki kadına ve daha çok çocuğa bakabilir hale gelirler." (s: 360)

Schopenhauer'ın kadınlar hakkında savunduğu konu, tetragami tezi, biraz dönemin ekonomisi ile de ilgilidir gördüğünüz üzere. 

Başta söylemiştim ya felsefesi "karamsarlık", iç karartıcı" gelir. Sosyal ilişkilerin acı ve sıkıntısını anlatır. Son olarak yine biraz alıntı ile tamamlayayım: 

"Acı çekeriz, çekmediğimiz zaman sıkılırız; tatmin edilen arzular bizi boş bırakır, bizi gene istenç için tahrik eder. Sıkıntı öyle bir şeytandır ki, bizi kumar oynamaya, içmeye, israfa, dalavereye ve seyahat çılgınlığına iter. 

Sıkıntı, kirpiyi bile sosyal yapar:

Soğuk bir kış gününde, birkaç kirpi donmaktan kurtulmak için birbirlerine iyice yaklaşırlar. Ama hemen dikenleri birbirlerine batmaya başlar, bu durum onların tekrar ayrılmalarına neden olur. ısınmaya ihtiyaç hissettiklerinde gene birbirlerine yaklaşırlar, dikenlerinden dolayı tekrar geri çekilirler ve birbirlerine tahammül edecek uzaklığı bulana kadar bu böyle devam eder; iki dert arasında sallanırlar. Bu nedenle, insan hayatının boşluğu ve monotonluğundan hasıl olan toplum ihtiyacı onları bir araya getirir. . . . Her kimin istencinin içsel sıcaklığı çok büyükse o, rahatsızlık vermemek ya da rahatsız edilmemek için toplumdan uzak duracaktır" (s:367)

Umarım bu biyografiyi merak ettirmişimdir.