Zygmunt Bauman, modernizm sonrası yaşama 'postmodernizm' değil de, "akışkan hale gelen dünya" der. Bahsedeceğim kitap Bauman'ın "Akışkan Modern Dünyada KÜLTÜR" adlı eseri. Bauman'a göre 'postmodernizm' çeşitli desiselerle yürüyen 'akışkan modernizm'dir.

Bauman'ın mezkur kitabında çok şey vardır ama iki konu öne çıkmaktadır. Birincisi 'Bahçıvan-Avcı' ayrımıdır ki 'akışkan modern kültür'de bahçıvan (çiftçi) bir ideale, bir ütopyaya sahiptir. O ideali için çabalar durur. Doğa kaynaklı kazalar veya beceriksizlikten kaynaklı sonuçlar olabilir ama bahçıvan, yaptığı işin sonunda bir güzelliğe ermenin peşindedir. Bauman şöyle der: "Bahçıvanlar yolun sonunda ütopyanın gerçekleşmesini ve nihai zaferi görürler. Avcılar için ise yolun sonuna varmak, ütopyanın sonu ve aşağılayıcı bir yenilgidir."

Çünkü avcı, insanların ütopyalarını, ideallerini yıktığı, onlara yeni zevkler verdiği kadar ayakta kalır. Avcı için bir 'sabit' yoktur. Varlığını ve gücünü "her şey olabilir, her şey değişir" satışına borçludur. Avcı, bir sene önce yarattığı bir modayı, bu sene yerin dibine sokarak yeni bir moda başlatmalıdır ki, avlanabilsin. Her gün, her ay, her sene yeni bir akım (moda) yaratarak beslenmektedir ve varlığını sürdürebilmeyi bu 'sabit'sizliğe, ütopya sahibi olmamaya, idealist olmamaya borçludur.

Bu avcılığa iş dünyasından da, siyasetten de birçok örnek verilebilir. Meselâ telefon firmaları daha bir yıl dolmadan yeni ürettikleri malın harika olduğunu pazarlar ve avlarını yakalarlar. Siyasetten örnek ise son derece basittir: Her seçim öncesi bir öncekinde kandırıldığını söyleyip yeni bir siyasi sürümle avını pençesine geçirmiş 14 yıllık bir iktidarımız var…

*

Mesele uzun ama Bauman'ın tartıştığı ikinci meseleye de değinmek gerek. Çıkarımlarıma göre; akışkan modern kültür (postmodernizm)de aydınlar önemini kaybetmiş, herkesin her şeyi bildiğini zannettiği bir döneme geçilmiştir. Buna Türkçede "paçozlaşmak, hödükleşmek" diyenler de vardır. Herkesin her şeyi bilmesinin bir yansıması, vahim olanı, işin "sen de haklısın, senin kültürün de çok güzel" saçmalığına varmasıdır. O kültürde, atıyorum, henüz akil-büluğ olmamış bir kızı mal gibi pazarlamak vardır ama avcı, "senin kültürün de güzel" diyebilmektedir. Avcı, avını hiçbir zaman küstürmemelidir. Postmodernist aklın kafasına Kant ahlâkı kadar taş düşse, "o taş o kafaya düşmekte haklıdır" diyecek ölçüde 'sabit'siz ve ahlâk yoksunudur.

*

Bir ülkede, çeşitli etnik unsurlar yaşıyor olabilir ve her etnik unsurun kendine ait bir dili, yani bir kültürü olabilir. Akışkan modernizmde, öncenin modernist sömürgecileri bunları kendi ülkelerinde uygulama alanı bulamazlar. Örneğin ABD'de yüzden fazla etnik unsur bulunmasına rağmen tek bir "Amerikan milleti" yaratma peşindedirler. İngiliz diye bir etnik unsur olmamasına rağmen, İngiliz diye bir millet oluşabilmiştir. Bütün dünyada uyduruk, oradan buradan çalıntı bir dil olan İngilizce konuşulmakta, hatta bilmeyen aşağılanmaktadır. Son sözde göreceğiniz gibi; bu çok çeşitliliğe saygı namına akışkan modernizmi, yani postmodernizmi bize ve benzerlerime pazarlamaktadırlar. Bizim aydınlarımız ve siyasilerimiz de bunu yemektedir… "Çok kültürlülük" bir gerçekliktir ama onu yüceltmek en hafifiyle ayıptır. İşte bu "çok kültürlülük" meselesinde yine ve gene devreye hukuk girmektedir. Kimsenin etnik kimliğine veya kültürel yapısına bakmadan herkese eşit uygulanacak bir hukuk sistemi şarttır. Bu da, laiklik olmadan olmaz. Bağımsız bir yargı sisteminin ve demokrasinin mütemmim cüzü laikliktir.

*

Fazla uzatmamak için kapanışı Ernest Gellner'den alıntı yaparak bitirmeme müsaade edin: "Her şeyden önce POSTMODERNİZM, sömürgeciliğin bedelini ödemek için, öznelcilik batağına saplanmış BİR AKLAMA PROJESİDİR."