Nerede kalmıştık?

Vergiler verimli kullanılıyor mu?

"Bilmiyorum."

Aslında verimsiz kullanıldığını biliyorum. Ama maalesef hepsini tam anlamıyla ispatlayamıyorum.

Eskiden Sayıştay diye bir kurumumuz vardı. Aslında yine adı var ama çoğu zaman kendilerini pek göremiyoruz. Arada bir rapor yayınlarlarsa ucundan kıyısından bazı şeyleri öğrenmeye, bazı çıkarımlar yapmaya çalışıyoruz.

Ama mesela; geçiş garantileri, yolcu garantileri, maliyetler gibi unsurları çoğu zaman öğrenemiyoruz.

Bilen varsa beri gelsin.

Eğer birileri de çıkar bazı rakamları telaffuz ederse kesin fetöcü, vatan haini, işbirlikçidir.

Peki ya vatandaş ne diyor bu duruma?

"Biz ne bilek beğim böyükler bilir."den başka bir şey demiyor.

O halde önceki yazımızda sorduğumuz soruyu tekrar soralım. Ne demiştik?

"Bizim vergiler nereye gidiyor?"

Bizim vergiler, bu verimsiz projelerin garantilerini karşılamak üzere işletici firmalara ödeniyor.

Nereye kadar devam eder bu düzen bu şekilde?

Millet olarak aşırı borçlu yaşamaya alıştık alıştırıldık. Ondan dolayı kendimizden bir örnek vermek istiyorum.

Muhtemelen kredi kartı borcunuz vardır. Hatta belki de o borcu ödemekte zorlanıyorsunuzdur. Ve son çıkan kredi fırsatlarından faydalanarak borcunuzu ödemek üzere kredi çekmiş bile olabilirsiniz. Peki o borç nasıl oldu?

İlk önceleri yaptığınız harcamalar taksitli olduğu için çok fazla dokunmadı. Sonra öbürü bitmeden bir taksit daha, bir daha, bir daha derken en sonunda krediyle kredi kartı borcu öder duruma geldiniz. Çünkü harcamalarınızın birçoğu uzun taksitlere bölündüğünden siz farkında bile olmadan birbiri üstüne biniyor ve her ay ödediğiniz tutar bir önceki aya göre artıyordu.

Bu yap-işlet-devret projelerinde de aynı mantık geçerli. Neticede devletin toplayabileceği vergi miktarının da bir sınırı var. O yüzden devlette harcamaları yaparken belli bir bütçe temelinde yapıyor. Yaptığı harcamalar bütçesini aşarsa borçlanmak zorunda kalıyor. Bu borçlanma bazen yurt içinden olurken bazen de yurt dışından yapılıyor. Tabi ülkenizin risk durumuna göre belli faiz oranları üzerinden borçlanabiliyorsunuz.

Yapılan yatırımların çoğuna bakarsanız 20 yıl garanti, 25 yıl garanti vs.

Bu yatırımlar proje aşamasındayken gelecekle ilgili herhangi bir planlama veya gelir-gider tahmini yapılmış mıdır? Vatandaşa herhangi bir açıklama veya sunum yapıldı mı?

Örneğin Kanal İstanbul;

25 yıl sonra İstanbul nüfusu kaç olacak?

Şu anda bu kanalı yaparsak neler kazanacağız neler kaybedeceğiz?

Yapılan yatırımda halkın çıkarları nasıl etkileniyor?

ÇED Raporları ne diyor?

Kanal güzergahındaki tarihi ve kültürel varlıklarımızın akıbeti ne olacak?

Fiyat/Kazanç oranı ne olacak? Yani yapılan yatırım kendini kaç yılda amorti edecek. Karlılığı nasıl olacak?

25 yıl sonra Türkiye ekonomisi nasıl olacaktır? Çünkü garantileri dolar bazında ve Amerika'da geçerli olan enflasyon oranları üzerinden vereceğiz.

Bütün bu dev YİD Projelerinde bağımsız otoriteler tarafından değerlendirmeler yapılmış mıdır? Yapıldıysa hangi bağımsız otoriteler değerlendirdi.

Kanal, Ordu-Giresun Havalimanı ve 3. Havalimanı özelinde;

Uluslararası Doğayı Koruma Birliği (IUCN), Doğal Hayatı Koruma Vakfı (WWF) gibi kurumlardan ÇED konusunda bir görüş alındı mı?

Veya birkaç yıl önce ülke ekonomisini bile emanet etmeyi düşündüğünüz MC. Kinsey kuruluşu hiçbir garanti olmadan sadece belli bir süre dahilinde işletme hakkı verilmek suretiyle YİD projelerinin yapımını ve işletmesini üstlenir mi?

Fazla örnek aramaya gerek yok. Sakarya Arifiye tank- palet fabrikasının işletme hakkı devrini hatırladıysanız ne demek istediği anlamışsınızdır. Biliyorsunuz tank-palet için de bir garanti söz konusu.

Diğer bir örnek proje ise Ankapark.

Ankapark= İstisnasız 82 milyon yurttaşın her birinin cebinden çıkan 62TL,65kr. Ankaralılara paylaştıracak olursak bu zararı= Ankara'da ikamet eden her Ankaralının cebinden kişi başına 934TL,09kr.

Yani anlayacağınız özel sektör kara bakar, paraya bakar. Etikmiş, değilmiş, ağaçmış, ormanmış önemli değildir. Yapacağı yatırım ekonomik mi değil mi inceler. Ondan sonra yapar veya yapmaz.

Ama olay devlette bu şekilde gelişmez ve gelişmemelidir zaten. Devlet yapacağı yatırımda sadece karı gözeterek iş yapmaz. Devlet önce kamunun çıkarlarını gözeterek yatırımlarını gerçekleştirir. Bu tip yatırımlara bazı eksikliklerine rağmen hızlı tren projeleri örnek olarak gösterilebilir. Diğer yatırımlara nazaran çok daha mantıklıdır.

Aynı devlet çalışmayacağını bile bile Zafer Havalimanını, Hakkari Havalimanını, Ordu-Giresun Havalimanını ve çevrede yol açtığı tahribatın boyutları çok açık olmasının yanında bütün Avrupa ve gelişmiş ülkelerin tamamında kapatılmaya başlanan Akkuyu Nükleer tesisini de yapmaz. İngiltere'nin sağlık sistemini yerle bir etmiş olan şehir hastanelerinden vazgeçer. (Aşağıya İngiliz sağlık sistemini çökerten şehir hastaneleriyle ilgili bir bağlantı bırakıyorum. Dilerseniz indirip okuyun.)

YİD (Yap-İşlet-Devret) tarzı büyük projelerin finansmanı GOS (Gelir Ortaklığı Senedi) çıkarılarak vatandaşı tasarruf yapmaya yönlendirmek suretiyle sağlanamaz mı?

Bu sayede geçiş garantisi vererek almış olduğumuz risklerden ve uzun yıllar devletin kasasında kara bir delik gibi büyüyecek garanti ücretlerini ödemekten kurtulmuş oluruz. Daha da güzeli bu yatırımlardan kendi insanımız kazanç sağlamış olur.

Şu anki haliyle bu ödemelerin miktarı her yıl (örneğin; %5 artarken, bütçe gelirleri %3 artarsa) bunun içinden çıkılmaz bir hal alacağı gün gibi ortadadır. Buna birde Türkiye ekonomisinin gidişatının mevcut şekliyle devam edebileceği varsayımı eklenirse bu kara delik ilerleyen yıllarda daha çok ve daha çabuk büyüyecektir.

Bu arada Wolksvagen'in Manisa'da yapmayı düşündüğü fabrikadan vazgeçtiği yönünde bazı haberler var. Dilerim gerçek değildir. Ve bu yatırım Türkiye'ye yapılır.

Bu iş için de Wolksvagen'e verilen bazı garantilerden bahsediliyor. Yine söylüyorum hep söyleyeceğim verilen garantiler bizim cebimizden çıkan ve çıkacak olan paralardır. Verilen garanti ücretini ben Konya'dan ödüyorum, öbürü Van'dan, bir başkası İzmir'den.

Daha nice sorular sorulabilir.

Sorulmalıdır.

Çünkü bu para bizim cebimizden çıkıyor. Geçmişimiz satıldı, geleceğimiz satılıyor. Önceki yazımda da belirtmiştim. İngilizlerin 805 yıl önce krallarına söylediği gibi;

"Evet, seçildin. Kabul başkansın. Ama hesap ver be kardeşim."

Eğer bunu bugün, şimdi demezsek ilerde demeye fırsatımız kalmayabilir.

Demokrasinin olmazsa olmazlarından birincisi hesap verebilmektir.

Sağlıcakla kalın.

Selam ve sevgiler.

Kaynak: ttb.org