Çanakkale başka destanlara benzemez; Çanakkale, dönmeyi düşünmeyenlerin destanıdır. Meçhul Askerlerin, mezun veremeyen liselerin, üniversitelerin destanıdır Çanakkale. 57. Alayın, Seyit Onbaşı'nın destanıdır. VE ÇANAKKALE MUSTAFA KEMAL'in destanıdır. Sakarya'yı, Dumlupınar'ı Çanakkale'de yazmaya başlamıştır Mustafa Kemal… Anneler, babalar, öğretmenler Çanakkale'ye götürün çocuklarınızı. ...
"Bir Demet Tiyatro"daki Zabıta İrfan gibiler. Kimi zaman da Saldıray Abi. Üstelik ne İrfan gibi sevimli yalancılar ne de Saldıray Abi gibi açık sözlü... Yalan söyleme bilincinin doruklarında yaşıyorlar. Millet? Millet, tıpkı İrfan'ın yalan dolan peşinde olduğunu bilen mahalle sakinleri gibi iktidar gücüne boyun eğme zorunda hissediyor kendisini. Tıpkı Saldıray Abinin tatminini maksimize etme peşinde olduğunu bilen mahalle gibi bireysel kariyer yapacak kapasitede hissediyor kendisini. Oysa özgürlük tam da bu eşiğe eyvallah etmeden, o eşiği geçme iradesinde. Türk tarihi tam da hep bu kırılma noktalarında yeniden şekillenmiştir…
Ne kadar "tutunamayan" olsa da Mükremin, ne kadar "cahil" olsa da Tirbuşon delikanlılığı uçtu gitti toplumun hayatından. Artık herkes "pipo" entelliğinin zirvesinde, Suriyelilerin nargile hergeleliği sarmış olsa da her tarafımızı…
Canların canlarını vakfettiği savaş bu!
Merminin mermi ile çarpışırken havada
Güllelerin toprağı titrettiği savaş bu!
Kulağa ne kadarda sıradan geliyor ilk duyduğumuzda değil mi?
Tarihe baktığımız zaman bunun hiçte böyle olmadığını tam tersine tüyleri diken diken edecek kadar bir farklılığa sahip olduğunu görürüz.
Çanakkale tarihin mitolojik dönemlerinden günümüz tarih çağlarına kadar önemini yitirmemiş bir bölgedir.
Biz Türk Milliyetçilerini heyecanlandıran yönü ise bir devre damgasını vurmuş, dünya tarihinin seyrini değiştirmiş "Çanakkale Savaşlarına" mekân olmasıdır.
Bilindiği üzre 1900'lü yılların başlarında sömürgeci Avrupa sömürecek alan kalmayınca birbirlerinin sömürgelerine göz dikmiş ve tüm dünyayı içten içe kaynayan kapak tutmaz bir düdüklü tencereye çevirmişlerdi.
haydi beklerim çiçeğe vursun kayısı
çoğalıyor güneşin mahalle baskısı
sönen ocakların eksilen dumanı yükseliyor
akşamcı lambaların perdeye düşen aksi
sürekli ıslık çalması
sigarası ciğerinde sönen aşkın
topal sancıların yetim bıraktığı
oyuncağını kırdılar çocuk olma yaşımın
Dönemin Başbakanı Turgut Özal zamanında gerçekleşmiş bir olay şöyle anlatılır:
Japon eğitim uzmanları gelmiş ve ülkemizin eğitim sistemini incelemiş, Sayın Özal'ın bürokratlarının da hazır bulunduğu bir ortamda raporlarını sunmuş ve sonuç olarak şunu söylemişlerdi:
"Sizin eğitim sisteminizde milli ruh yok!"
Turgut Özal'ın "Nasıl?" sorusu üzerine şunu anlatmışlardı:
"Biz Japonya'da okula başlayacak çocuklarımıza milli ruh şoklaması yaparız. Onları önce toplu halde hızlı trenlere bindirir, dev fabrikalarımızı, teknoloji merkezlerimizi gezdirir ülkemizin gücünü gösteririz. Sonra da bu yavrularımızı alır Hiroşima ve Nagazaki'ye götürür, orada atom bombası atılan ve yıllardır ot dahi bitmeyen alanları gösterir deriz ki:
Ben yazıyorum eşim endişeleniyor Sabah sabah eşimin moralini bozdum. "Artık yazma; sıkıntılarımızın zaten hiç arkası kesilmiyor. Bak etrafına, herkesin keyfi yerinde. Bu insanlar için mi hem bizim, hem de kendi özgürlüğünü riske sokuyorsun"...Eşime "En son ne zaman tatile gittik; dört sene önce. Bütün hareket alanımız mahalle bakkalı ile evimiz arası değil mi. Oğlumuz 28 yaşında, ne feda...
Derler ya, bu devrin mayası bozuk
Talandan, vurgundan, suçtan haber ver..!
Hâk'tan kopan bir nesiliz.. ne yazık
Garipten, fakirden, açtan haber ver..!