İYİ PARTİGELİYOR!

Türk milleti tarihi bunalımlarından birini yaşıyor; çok sarsıcı, debisi belli olmayan her yönden dalgaların geldiği bir afet ile karşı karşıyadır. Bugün yaşananlar toplumun bütün katmanlarını etkileyen bulaşıcı bir hastalık halidir. Müsebbipleri dışarıdan, yardakçıları her zaman olduğu gibi yine içerden destek vermektedir.

Buhranların zirve yaptığı toplumlarda atalet, duyarsızlık, tepkisizlik, alışma, basiretsizlik ve mantık yürütememe adeta akıl tutulması gibi özellikler ön plana çıkar; bireyler gelecek kaygısı, yarına umutlu bakamama gibi sıkıntılara girerler. Sadece bireylerde değil toplumsal yapıda da "apati" durumu söz konusudur.

Siyasi iradeyi temsil noktasında olanlar ise her şeyi mükemmel gösterme telaşından vazgeçmezler, toplumsal gerçeklikten kopar, hayalî bir topluma hitap ediyor gibi davranırlar. Yönettikleri topluma ölümü gösterip sıtmaya razı etmek, ana felsefeleridir. Toplumların o gününü değil, geleceğini bile etkileyecek kararlardan toplumlar ya habersiz olurlar ya da anını kurtarmaya çalışırlar. Böylesi dönemlerinde şuurlu toplum yerini halk yığınlarına bırakır. Halkın sağlıklı tercihte bulunması imkânsız hale gelir. Kurtların puslu havayı sevdiği gibi emperyal güçlerde toplumsal reflekslerin en zayıf olduğu dönemlerinde saldırıya geçmeyi severler. Çünkü tarih bir milletler mücadelesidir ve güçlü olan milletler ancak varlığını devam ettirir.

1982 Anayasası referanduma sunulduğunda %90'nın üzerinde evet oyu ile kabulünü ancak "Denize düşen yılana sarılır" anlayışı ile ifade edebiliriz. Sokakların kan gölüne dönüşüne son verebilmek için bırakın anayasayı, terörü durduracak her türlü çaba kurtarıcı olarak görünüyordu.

Kriz başlı başına bir buhrandır. Kriz dönemlerinin en kârlı grupları fırsatçılardır. Buhrandan kurtulmak için yıpranmayan kim olursa desteklenecektir. 2002 mali krizi ve sonrasında yapılan reformlar, bu kararı alanların kızılcık şerbetini içmesi pahasına uygulandı. Radikal kararları yürürlüğe koyan o günkü koalisyonun o krizde hiçbir suçu olmamasına, bir birikimin patlaması olmasına rağmen sonunu getirdi. Hiçbir çabası olmayan ve tanınmayan bugünkü iktidarı başa getirdi.

1982 bunalımı ile 2002 bunalımını aşan bu toplum yeni bir bunalımın içine girmiş durumdadır. Diğer bunalımlarda etkileyici faktörler genelde siyasi ya da ekonomik iken şu an ki bunalımda etkili faktörler hem sayısal bakımdan hem de derinlik bakımından çok daha güçlü ve daha sarsıcıdır. Devletin varlık nedeni tartışılmaya açılmıştır. Devletin kurucu unsuru ve asıl sahibi (Türkler) Etnisiteler seviyesine indirilmek istenmektedir. Yeni bir devlet, yeni bir millet tasarlanmaktadır. "Türk devleti" ve "Türk Milleti" kavramlarının içi boşaltılmıştır. "Türk Vatanı" kavramı da federatif bir anlamla sulandırılmaktadır. Millet, devlet, vatan sadece biçimsel olarak Anayasa'da vardır. Şu an bu kavramların hiçbir işlevi kalmamıştır. Tehlikenin kapsamı çok büyüktür. Türk milleti bu coğrafyada varoluş mücadelesi ile karşı karşıyadır. Bizi bu coğrafyadan atmak istiyorlar. Bütün hesaplarımızı ona göre yapmak zorundayız.

Bunalım diye tanımladığımız bu dönemlerin şoku toplumların üzerinden geçtikten sonra düşünme, alternatifler arama ve radikal projeler birbirini takip eder. Bunalım, müsebbiplerinin sonunu getiren bu dönem, vizyonu olan geniş ufuklu, iradeli, idealist kadroların omuzlarında yeni bir düzene, medeniyete, kurumsallaşmaya eskilerin bütün zaaflarından arınmış bir şekilde devam eder. Su bulanmadıkça durulmaz...

Durulanan su artık eski bulanık su olmayacaktır. İçinde vücuda rahatsızlık, zarar verebilecek her türlü mikroptan arınmıştır. O seviyeyi yakalayan idealistler toprağı yeniden vatanlaştırarak "aziz vatan topraklarına " dönüştürürler. Toprağında ayrık otlarının yeşermesine asla izin vermezler. İçinde yaşadıkları millet, ayrılığı değil bütünlüğü, bölünmeyi değil birleşmeyi, kini değil sevgi duygularını taşır.

Milletin teşkilatlanmış hali olan devletleri, milletin hizmetindedir; ne on yılda bir ihtilal türkülerini mırıldayan ne de Silivri, Fetö terör örgütü paranoyasıyla hücum edilen bir organizmadır. O, gücünü şanlı tarihinden, geleneklerinden ve zengin kültüründen alan, Türk'ün teşkilatlanmış bütün fertlerine karşı eşit mesafede olan en büyük kurumdur.

Atatürk, daha Amasya'dayken bu mücadelenin başarısını "milletin azim ve kararlılığına" dayandırıyordu. Toplumun problemlerini çözme iddiasında olan siyasal partilerde bu kadar demokrasi kültürüne rağmen o dönemin şartlarının bile çok gerisinde olmaları, despotça yaklaşımlarla derebeyi anlayışıyla varlıklarını devam ettirmeleri bir paradoks olarak karşımızda durmaktadır. Başarıya ulaşabilmek için bu totaliter anlayışı mutlaka yıkmak gerekir.

Sonuç olarak bu kaotik duruma son verecek olan ülkenin asıl sahipleri olacaktır. Onlar, sadece bugünü kurtarmaya çalışmayan, geçmişi ve geleceği ile bağ kurmuş davasına gönülden inanmış gündelik hesaplar peşinde koşmayan, tarih şuuru ve hafızasına sahip, her türlü bilgi ve beceriyle donanmış ve yeniden Ergenekon'dan çıkışı sağlayacak olan Türk milletine sevdalı İYİ PARTİ,LİDERİ VE KADROLARI OLACAKTIR.