Kıl kadar hakkın, ahrette, sahibine iade edileceğine inananlar ülkesindeyiz. Aynı zamanda hakların iadesini de ' ancak ahrette görebiliriz' e indirgeyenlerin ülkesiyiz, ne yazık! Verilen aklı bilgiyi kullanmayıp orada hangi yüz ile hangi hakkı isteyeceksek…

Bireyin yaşamına yön verme özgürlüğü ve toplumun bireye sağladığı özgürlük kullanma alanına hak diyoruz. Hemen ardında da bireyin bu hak kullanımlarının sorumluluğunu üstlenmesi görevi yerini alıyor. Hak ve sorumluluk kavramı coğrafyaya, toplumlara, kültüre, dinlere göre değişen göreceli bir kavram. Hiçbir durumun evrensel bir tek doğrusu yok. Ne kadar çevresel tanımlama yapılabiliyorsa o kadar hak, ne kadar hak kullanılıyorsa o kadar kullanım sorumluluğu mevcut. Hak kullanım yetkisini ve hak kullanımın sonucunda ortaya çıkan durumların sorumluluk yüklenimi kimi zaman anane haline gelmiş yaptırımlar ile düzenlense de asıl olarak "Hukuk" kavramı içinde yer alması gerekir.

Nedir Hukuk? Kısaca toplumu düzenleyen ve devlet yaptırımıyla güçlendirilmiş bulunan kuralların, yasaların bütünü, yasal çerçevesini; bu kuralları, yasaları, hakları konu alan bilim tanımlaması da literatür kapsamını açıklar. Hak ve hukuk; toplum ve çevre ve insan yaşamının ilgili olduğu tüm alanlarda varlığını hissettirir. Kimi zaman güçlü bağlarla olumlu, kiminde de çözülmüş bir biçimde olumsuz etkilerini taşırız. 

Bizler yani toplumu oluşturan bireyler aile biriminden başlayarak en dış çevreye kadar halka halka özel ve kamusal hukuk birimlerinin etki alanına girmekteyiz. Fakat bu etki alanları hakkında maalesef etkin bir bilgi –eylem tarafı olmama inadını korumaktayız. Yılan bize dokunduğu noktaya kadar bin yaşasın(!) eşiğine kadar ses çıkarmama eğilimindeyiz. 

Türkiye Hukuk Profilini oluşturan unsurlar:

  • Yasa koyucu-yasalar
  • Emniyet; polis-jandarma-özel güvenlik,
  • Soruşturma kovuşturma; savcılıklar, polis-jandarma,
  • Yargı ve yüksek yargı: askeri (disiplin konuları ile sınırlı), idari, hukuk ve ceza mahkemeleri,
  • Karar sonrası infaz kurumları: ceza ve tutukevleri, icra daireleri,
  • Durum tespiti: noterler, bilirkişiler
  • Savunma; barolar-avukatlık meslek mensupları,
  • Yüksek hakem kurulu,
  • Adli tıp kurumu,
  • Yeni müesseseler; uzlaşma, arabuluculuk sistemleri
  • Alt birimler…

gibi oldukça yaygın, iç hiyerarşi çevresi olan, karmaşık, aciliyetle düzeltilmesi gereken sorunları olan bir sistemden oluşuyor. Aşağıda Savcı-Hakim özelinde 2016 yılı içinde gelendava dosya özeti var. Sadece bu özet bile sistemin tıkanmış olduğunu açıklamaya yetiyor.

Türkiye nüfusu 31 Aralık 2016 tarihi itibarıyla 79 milyon 814 bin 871 kişi. 2016 yılında tüik verileri güvenlik birimlerine getirilen suça sürüklenmiş çocuk sayısını 2016 için 108.675 adet raporlamış, vahim ötesi! Yetişkinlere dair veri paylaşımı yok. Adli sicil İstatistiklerine göre İlk şikayet merciini aşarak Savcılık soruşturmasına önceki yıldan gelen ve yıl içinde giren dosya sayısı 7 398 616. Her dosyanın sadece iki kişilik etkileşim alanı olduğunu varsaysak, nüfusun %19'u bu yıl hukuk zemininde karşı karşıya kalmış.. Hak arayışı dosyası haline geldiği izlenen vakaların aynı yıl içinde sonuçlanma oranı %42, kalan %58 çözümlenmek üzere gelecek yıla devretmiş.

 2016 yılında faaliyet gösteren tüm mahkemelerin toplam iş yükü 6 718 079 adet dosya. 3 871 851adet dosya sonuçlandırılmış, 2 846 228 dosya ise sonraki döneme devretmiş konumda. 2016 yılında görev yapan hakim sayısı 9271 kişi. Birim hakim başına düşen dosya sayısı 725 adet. Mahkeme süreci dosya başına ortalama 274 gün ve hakimlerin kıdem ortalaması üç yılın altındaki sürelere gerilemiş.

Dosya içeriği inceleme-keşif, taraf dinleme-duruşma planlaması, bilgi belge talebinin karşılanması, altyapı eksikleri süratli bir biçimde giderilmiş olsa bile bir hakiminara vermemek kaydıyla günde iki dava sonuçlandırması gerekli. İnsani, idari şartların zorluğu görevli personelin böylesine hızlı karar almasınıimkansızkılıyor.Mağdur ve müştekiler açısından iş yoğunluğu nedeniyle yargılamadaki gecikmeler adalet ile bağdaşmayan sonuçlar doğuruyor.

Fail konumundaki taraf açısından da suç ve geciken yargılama nedeniyle hüküm verilmeksizin geçen zaman ile ilgili indirimler dikkate alındığında adil cezalandırma ilkesi hasar alıyor. Suçsuz olduğu halde hürriyetten yoksun kalma telafi edilemez iken suçlu olduğu halde hükmün gecikmesi nedeniyle alınan indirimler de adil ceza ilkesi ile bağdaşmıyor.

Sistemin iyi işlememe hali, sosyal hizmet kurumlarının işlevsizliği, hak ve sorumluluk kavramlarının toplumda yeterince yerleşmemiş olması, kayıtlara intikal etmeyen, istatistiklere girmeyen yabana atılmayacak suç-istismar vakalarının olduğu da itiraz edilemeyecek bir olgu. 

Toplumun genel düzenini koruyup devam ettirecek sistem genel olarak hukuk zemini üzerine kuruludur. Ancak bu zemin ne yazık ki yukarıda anlatılan dar özette de görüldüğü gibi, oldukça ağır fiziksel şartlara sahiptir. Kabaca bir sıralama yapsak

  • Kanun yapımının sağlıksız süreçlerde işleniyor olması;
  • Evrensel hukuk ilkelerinde sapmalar
  • Toplumsal düzene ilişkin bir çok yasanın torba yasalarla sıklıkla değiştirilmesi,
  • Uygulama kadrolarının mesleğe kabulünde yaşanan etik dışı uygulamalar, kadrolaşma ve yol açtığı çürüme
  • Yargı kadrosunun mesleğe kabul seviyesindeki asgari yeterlilik sınırının aşağıya çekilmesi, meslek içi eğitim, gelişim ve deneyim imkanının kısıtlanması
  • Meslek üyelerinin özlük hakları ve sosyal sorunları sebebiyle kamusal hizmetten gereğinden erken ayrılmaları, çalışan meslek mensuplarının kıdem ortalamasının düşmesi,
  • Yargı çevresinde yapılan düzenlemeler nedeniyle tarafların hak mağduriyetine uğrama ihtimalinin artması.
  • Suç ve suçlu övgüsü- taraftarlığının önüne geçilememesi (yazılı-görsel basın, tv programları vs. sağlıksız sunuları)
  • Uzun süren yargılamalar nedeniyle tarafların hak kayıpları
  • Hukuk ve yargı kararlarına karşı gelişen umursamazlık, cezaların caydırıcı etkisinin hafiflemesi
  • Suçlunun ıslahı ve suçun tekrarlanmamasına yönelik altyapıların kurulamaması
  • Sık tekrarlanan aflar, af niteliğinde erken tahliyeler nedeniyle toplumsal stresin artırılması
  • Kişinin manevi ve maddi varlığına yönelik suçların cezalandırılmasında yetersizlikler…
  • Mağdur ve müştekilerin güvenlik endişelerinin yaygınlığı, hak kaybının telafiedilipgerekiyorsa iyileştirilmiş bir sosyal zemine taşınamaması
  • Kolluk kuvvetlerinin özellikle aile içi hak ihlallerinde görev ve yetki alanının dışına taşarak uzlaştırma(!) çabaları
  • Toplumun suç ve suç çevreleri ile ilgili sağlıksız düşünce kalıplarına sahip olmaları, Ceza ve tutukevlerinde kalan kişileri "Kader Mahkumu" benzeri nitelendirmelerle masumlaştırma veya "delikanlı" vurgusuyla zihinsel olarak terfi ettirme, kıdem verme, suçun toplumsal barışı bozmasına kayıtsız kalma, suç ve suçlu üreten çevresel yerleşimlere seyirci kalma
  • Toplumun hukuk çerçevesinde hak korunmasının mümkün olmadığına dair ön yargısı ve kendi hukukunu- cezalandırma mekanizmasını kurma faaliyeti, geleneksel veya dinsel çözüm yollarını tercihi
  • Kişinin temel hak ve hürriyetleri konusunda tam bir biçimde bilgilendirilememiş, eğitim ve gelişiminin temin edilmemiş olması
  • Siyasal ve sosyal grupların evrensel hukuk ilkelerine bağdaşmayacak şekilde hukuk kurumları üzerinde vesayet geliştirme faaliyeti ve müdahaleler
  • Kamusal hukuk ihlallerine bireysel ilgisizlik

 

Sorun listesinin sonu gelmeyecek gibi görünüyor. Bu iş Fırat kenarındaki koyunun hesabı ile çözülecek gibi de değil. Tepeden tırnağa arınma ve akıl birliği gerektiriyor. Ne dersin Türkiye, İyileşmek için burada da bilgiye, çalışmaya,nkonuşmaya, yenilenmeye hazır mısın?

Nurşen Karakaş
10/12/2017