İnsan toplumu pahalı bir yapı. Yazık ki yapının hücreleri önemli ölçüde sağlığını kaybetmiş durumda. İnsan unsurunun ihtiyaçlarını dengeleyerek iyi eğitip yetiştirmenin de, ilgisizliğe terk etmenin de maliyeti çok ağır.Kendi haline bırakılmış ailelerin trajik hikayelerini incelediğimizde yapının sadece bir bölümünde değil, geçmişten geleceğe akan zincirinde sorunlar olduğunu gözlemlemekteyiz.Aşağıda üç örnek olay var 'keşke olmasaydım!' dedirtecek kadar tanığı olduğum.

Öfke kontrolü yoktu İlknur'un babasının,evlerinden mahalleye sıklıkla kavga sesi yayılırdı. Geçmişte bir kavga esnasında, ilk eşinin ölümüne neden olmuş, hapis yatmış çıkmış. Ölümle sonuçlanan bir aile kavgasına kaza gözü ile bakılmış, yeniden evlenmiş. Görücü usulü ile evlendiği kızın ailesi evlenmelerinde sakınca, kızları için yaşamsal bir tehlike görmemiş. Güzel, potansiyeli yüksek zeki çocukları vardı. Çocukların aralarında öyle uzun uzadıya yaş farkları da yoktu. Aynı anda büyümeye çalışan altı çocuğun kaynaştığı küçük bir ev, kısıtlı bütçe ve ufuksuz hayat görüşü çevreliyordu Memed amcayı.

-Yapma Memed! Senin kızın çok küçük, çocuk daha. Çocuğu okulundan istikbalinden etme! İyi okuyor orta sona geçti, heder etme bu kızı. Bak Halil çavuş benim de arkadaşım, eli açık mert adamdır ama oğlu senin kızınla denk değil, ne yaşı ne başı ne tipi ne huyu senin kızına uygun değil!

-Yok Hüseyin! Ben söz verdim. Kız kısmı bekletmeye gelmez, evini ocağını bilsin.

-Memed tarlada at otlatma muhabbetinde kız verilmez. Bir koltuk ota kızı verme, bırak okusun! Bak sonra pişman olursun.

Köylüsü idi babam, dili döndüğünce anlatmaya çalışmış fakat faydası olmamış ki evlendirme sözünü vermiş ilk nur'unun Memed amca. Baharın ilk filizinin sabah ışığının O yaz düğününü kurup evlendirmişler. Çocuk gelin kocasının evinde büyümeye gitmiş.

Babamın tahminleri birer birer çıktı. On dördünde gelinlik giyenküçük kız yirmi bir yaşını bitirmeden çocuklarına hasret mezara gitti. Evlilikten sonraki yedi yıllık yaşama iki evlat, bir boşanma, kayın ailesi ile birlikte kendi ailesindeki itilip kakılma düzeneğinden kaçarak gittiği kumalığı ,ardından da uzun süren bir kanser illetini sığdırdı.

Ne yazık ki şahittik, İstanbul'da yaşadılar bir süre, aynı apartmanda bitişik dairede kiracı idiler. Çok kez kötü muamele gördüğüne, şiddete uğradığına şahit olduk. Donmuştu sanki düşünemiyor konuşamıyor yemiyor soluyor kuruyordu. Üzerlerinde bir yaptırım uygulamamız imkansızdı, hukuk yollarını kullanabilecek kadar gelişmiş birikimi yoktu. Ailesine son sığınışını biraz da biz hazırladık. Anne baba dayı teyze içinde bulunduğu durumu görürse kucaklarını açar, yaralarını sarar sanmıştık. Akrabalarına dilimiz döndüğünce anlattık İlknur'u da baba evine gitmesi için cesaretlendirdik, yanılmışız! Baba evine canlı ve çocukları ile dönmesi hoş karşılanmamış, kayın ailesinin evine gönderilmiş ama eşi ve eşinin yakın çevresi ile aralarında doruğa çıkmış nefret yüzünden bir kez daha çocuklarını kocasının ailesine bırakarak baba evine gelmiş, yine hoş karşılanmamış. Bir şekilde kendinden çok büyük bir kişinin ikinci eşi olmuş. Hemen sonra da kanseri ilerleyip kısa sürede ölüme yürümüş.

Yad'ıma düşer içim acır…

Evvelki zamanlardı, ilkokulu bitirdiğim yıl fındık mevsimi Karadeniz'e gitmişiz, ürün toplanmış harmanlanmış. Bu günkü gibi cıyır cıyır harman çeken makineler de yok. Kuruyan yeşil kabuk esnek yaş fındık çubukları ile sert kabuğu kırmamaya dikkat edilerek dövülüyor. Kabuğundan ayrılan fındık talaşı ile birlikte kadın ve çocukların önüne yığılıyor. İmece ile talaştan çec seçmesi* yapılıyor. Müsait olan eş dost komşu akraba hem yardımlaşıyor hem gurbetten gelenlerle köyde kalanlar harman başında buluşup görüşüyorlar.

İlkbaharın şebnemi güzelliğindeki kızıyla birlikte, komşu köylerden bir hanım teyze imeceye gelmiş. Dul olan teyze alımlı yiğit görünümlü, bir oğul dört kız annesi. Geçmişte kocası üzerine kumalar getirmiş götürmüş, son olarak bir kurban bayramı günü sarhoş haliyle,o günlerde aşık olduğu bir taze gelinin kapısında, aşkını haykırırken gelinin kocası tarafından vurularak öldürülmüş. Teyzeailenin geçimini imece-ırgat işlerinden kazandığınayıllık fındık hasadından geleniekleyereksağlıyormuş. O yıl teyzeyi ne zaman görsem iki kızı ile birlikte yapışık gibi hareket ediyordu. Kızlar tuvalete gitse anneleri kapıda nöbet tutuyordu.Gün ışığı–ay ışığı gibiydi,kız güzelliğinin ölçüsü olmuştu benim için. Sadece o yıl birkaç kez daha gördüm sonraki yıllarda büyüklerin dedikodulu sohbetlerinden öğrendim öyküsünü.

Köyün ergen oğulları da var harmanda, kikirdeşerek, nem nedeniyle patlayıp filizlenmiş fındık tanelerine denk geldikçe kızın önüne atıyorlar. Yengeler fısıldaşıp gülüşüyorlar, kız renkten renge giriyor utanıyor. Fısıltılar bize de ulaşıyor ancak anlamını çok ileri yıllarda kavrıyoruz. Patlak filizlenmiş fındık kızın bakire olmadığını, kusurlu, yollu olduğunun hatırlatılması, yüze vurumu imiş

Hadisenin aslı şu ki; kızın ablası evlenir kocasının işi gereği İstanbul'a yerleşirler. Abla hamile kalır doğum öncesi annesinden kız kardeşini kendine yaren olsun diye yanına ister. Anne küçük kızı gönderir. Aylar geçer küçük kızın karnı büyümeye başlar ve abla fark eder. Kızılca kıyamette kimin yaptığı sorulur, eniştedir. Abla kardeşini suçlar zira 'kancık köpek kuyruk sallamasa böyle olmazdır' ablanın kocası masum kız suçludur.

Kimse 13-15 yaşında bir çocuğun kendini nasıl koruyabileceğini sorgulamaz. Toplum- yakınlar korunması gereken tarafın tayininde sağ duyulu hareket etmez. Desteklenmesi onarılması gereken kız çocuğu hakkında daha da kötüsü yapılır 7-8 ay civarında hamilelik sürerken bebek bir şekilde halledilir, kız Karadeniz'in batı illerinden birinde bir yaşlı köylüye eş verilerek gözlerden uzaklaştırılır, herkes rahat eder(!)

Yad'ıma düşer içim acır…

Yakın zamanlar, Diyarbakır'ın ilçelerinden birindeyiz. Sekizinci sınıf öğrencileri kız ve erkekler olarak gruplanıyor. Rehber öğretmen tarafından yaşlarına uygun ergenlikve cinsel gelişimleri ile ilgili konuları anlatılıyor. Hangi fiziksel ve duygusal değişimler ile yüz yüzeler, çevresel etkiler neler olabilir, taciz ve istismar, kişisel alan belirleme, riske maruz kalındığında yardım isteme gibi konuların anlatıldığı bir seminer uygulanıyor.

Sınıfta rehber öğretmen anlatıyor, öğrencilerin arasında bir duru kızın gözbebekleri büyüyor, karnına kramplar giriyor.Öğretmenin anlattıkları ona oldu, üstelik birden fazla! Teneffüste kız arkadaşına diyor ki " öğretmenin anlattıklarını bana yaptılar." Arkadaşı korkuyor, gel öğretmene anlatalım diyor ve ders öğretmenine gidip anlatıyorlar. Öğretmen ilgili birimleri arıyor ve yasal süreç başlıyor.

Fail yakın akraba, kızın amcası çıkıyor. Amca reşit bir delikanlı ve ailedeki bütün büyük erkekler gibi yaşça küçük olanlara karşı bir otorite merkezi. Elbette ki beklenen oluyor ve iftiraya uğradığını söyleyerek inkar ediyor. Oysa İnkar edilemez netlikte ortada ki evde, ağılda, tarlada bulabildiği her yer ve fırsatta yeğenini istismar etmiş. O duru bakışlı kızın ise olanların fiziksel, sosyal, ahlaki kapsamı hakkında değerlendirme yapabilecek, öz savunmasını ortaya koyabilecek donanımı yok. Bir yerde birisi doğru bir biçimde bilgi verdiği anda çözülüyor. İçten içe belki de yanlış olduğunu bildiği feci durumu anlatıyor. Bir anlamda son yardım çığlığını atıyor.

Küçük kızın beş kardeşe sahip olduğunu biliyoruz. Babası dokuz kardeş, dede bir o kadar kalabalık kardeşe sahip,büyük dedenin birinci derece kardeş sayısını meraktan vaz geçiyorum. 80 ile 0 yaş arasında üyelerden oluşan 4 kuşak, oldukça kalabalık sayıda kırsal yerleşimli aile konumundalar. Büyük dede, dede, baba ve çocuk nesli aynı köyde bir aradalar. Bilgi, değer aktarımına ve sosyal gelişime imkan vermeyecek kadar dar çevresel şartlarda yaşıyorlar. Sorun ahlaki tanıma sıkıştırılamayacak kadar karmaşık.

Çok taze ve yasal süreci olan bir hadise olduğu için ailenin demografisinin üzerine gitmek istemiyorum.Zira koruma altına alınan bu kızımızın belki yaşamı onarıp yeniden kurmaşansı olacak!

Bu kez yüreğim sancılı, kıyım kıyım kıyılıyor!

Seçtiğim üç çocuk hikayesi var burada. İletişim kurabildiğimizkişilerle konuştukça dibi delinmiş kum çuvalından saçılan taneler gibi eski yeni vak'alar saçılıyor ortalığa. Gazetelere yansıyan haberler buz dağının küçük bir kısmını ortaya çıkarıyor. Öğrendikçe anlıyoruz ki toplumda devasa bir insan öğütme değirmeni ve sanıldığı gibi yıkıcı güç uzaklarda değil,hemen yanı başımızda. Ne yazık ki değerler önce yakın çevredeki aktörler tarafından örseleniyor, uzak aktörler sadece yıkımı sürdürüyorlar. İnsanlarımızın debelenmesi için özenle hazırlanmış bataklığın kenarına kendilerini atabilmiş olanlar da kaçış özlemi ve telaşı içinde fırsat kolluyorlar. Maalesef son yıllar kaçış faaliyeti ülke ekonomisini de negatif etkisini yaşatarak geçiyor.

Türkiye'nin niteliğini kaybetmiş, örselenmiş bir nüfus ihtiyacı yok. Bilinçsizce 'en az üüüç hatta döört yetmez beeeş!' çocuk özendirmesi yapmadan önce sosyal zeminin ıslah edilmesigerekmez mi? İlgisizce kendi halinde yaşamaya terk edilmiş nüfusun bir an önce yapıcı bir ilgiyle eğitilmesi, geliştirilmesi sosyal normları, sevgiyi, saygıyı öğrenmesi sağlanmalı. Ülkemizdeki ailelerin yapısında sağlıklı-sağlıksız ayrımı yapılmaksızın her birimin sosyo ekonomik koşullarının yakından izleneceği, potansiyel sorunlu zamanlardaiyileştirmeyi hızlandıracak kombinebir müdahale sistemi kurmak zorundayız.

Bizler Türk toplumunu oluşturuyoruz, nitelik ve nicelik açıdan gelişmek ilerlemek durumundayız. Sarf ettiğimiz emeğin, bedelin dönüşü iyilik yücelik getirmeli. Okul eğitiminden çok şey beklemekle beraber uzun zamana ve imkana sahip olmadığımız gerçeği ile yüzleşmeliyiz. Türkiye'ye borcumuz var, iyileşmesi için seferber olmalıyız. Bilenin bilgisi, yapabilenin emeğiniile…

09/03/2018, İstanbul Nurşen Karakaş

*Çec ayıklanmış ürün (fındık)