Hükümeti eleştirdiğim zaman bir çok tepki alıyorum. 

Evvela bu eleştirilerin seviyesine bakıyorum. Sonra tutarlılığına. Akabinde ciddiye almam gereken çok az sayıda eleştiri kaldığını görüyorum. Ve bunlar 

‚Hiç mi iyi bir şey yapmadı hükümet? Onca yol, onca havaalanı hiç mi hizmet değil?' 

ifadesi ile özetlenebiliyor. 

Bahsedilen onca yol, onca havaalanına İstanbul'da terör yüzünden 45 can kaybından sonra bir gün arayla açılan Osman Gazi Köprüsü'de eklendi. 

Evet, itiraf ediyorum. 

Olayı teknik açıdan ele aldığımız zaman gerçekten Türkiye'nin iftihar edebileceği bir proje.
Kendi alanında dünyanın sayılı projelerinden biri. Orta açıklığı 1.550 metre ve toplam uzunluğu ise 2.682 metre olan Osman Gazi Köprüsü dünyanın dördüncü en uzun açıklıklı asma köprüsüdür. Aynı zamanda kilometre başına 33 TL'lik ücreti ile dünyada geçiş ücreti en yüksek köprüdür.

Ölümsüz Eserler...

Geçende bir AKP'li tanıdığım konuyla alakadar aynen şöyle söyledi; 

‚Siz ancak eleştirin!
Nasıl Ecdadımız (tabii Osmanlı'yı kast ediyor) sonsuza dek kalacak eserler bıraktıysa Usta'mız da Yeni Osmanlı'nın doğuşunu bu eserlerle ölümsüzleştiriyor!' 

Aslında düşünürseniz haklı; 

Gerçekten arada inkar edilemeyecek benzerlikler var.
Mesela benim aklıma Çırağan Sarayı geldi.

Günümüzde Hotel olarak kullanılan Çırağan Sarayı'na hiç gittiniz mi bilmiyorum.
Ben işim gereği bir çok zaman gittim. Gerçekten muhteşem ve zamana meydan okuyan bir şaheser. Aslında insanın çok gururlanması gereken bir yapı.
Hele, hele terasından boğaza doğru baktığınızda, dalgaların sarayın terasının taşlarını yalarken sesleri, insanın yüzünü hafiften okşayan bir rüzgar…. Kelimelerle tarifi zor bir atmosfer.
Ama böyle muhteşem bir atmosfere rağmen Çırağan Sarayında maziyi hatırlar içim hep bir buruk olur.

Çırağan Sarayı'nın tarihi 1834'e dayanır.
Sultan II. Mahmud bugün sarayın bulunduğu alanı yeniden yapılandırma kararı alır. Mevcut yalı yıktırılır, alanda bulunan okul ve cami ortadan kaldırılır ve mevlevihane yakında bulunan bir yalıya nakledilir. Ahşap görünümlü ama asıl bölümünün temeli taş olan 40 sütunlu klasik görünümlü bir saray yapılır. 

1857'de Sultan Abdülmecid II. Mahmud'un yaptırdığı sarayı yıktırır ve daha batı görünümlü bir saray yaptırmayı planlar. 1863'de vefat edince proje gerçekleşmez.

Sultan Abdülaziz yeni sarayın inşatını 1871'de tamamlatır. Çırağan Sarayı 1863 ile 1871 yılları arası yapılır ve maliyeti 2,5 milyon altındır. Bu maliyet önceki yalı, okul ve caminin yıkımını, bir önceki sarayın yapım ve yıkımını kapsamaz. 1909'da çıkan yangından sonra tekrar yapımını da kapsamaz. 

O dönem bir altının ağırlığı 7,2 gramdır.
Günümüzün uluslar arası altın borsası ölçüsü ile bu yaklaşık 579.000 onz (1 onz = 31.1g) altın eder.
1 onz altının bugünkü değeri ise 1366 USD'dir.
Yani 2,5 milyon Osmanlı altının bugünkü değeri yaklaşık 791milyon USD'dir!

Ama böyle bir mukayese tam gerçeği yansıtmamaktadır. O dönemin alım gücü hakkında Gérard de Nerval 'Doğuya Seyehat' eserinde yazdıkları sayesinde bir fikir edinilebilir: 

'1843′te imparatorluğun en pahalı şehri olan İstanbul'da, bir kişi, 10 para ile günde 3 öğün yemek yiyebilmektedir. 10 para, 1 altının 400′de biridir. Birkaç altına gene İstanbul'da, hiç de kötü bir semtte olmamak üzere, müstakil ev satın alınabilmektedir.' 

Ekonomi tarihçileri o dönemin alım gücünü günümüzle kıyaslamak için 1 altının değerini 2,5 ile çarpmayı tavsiye ederler.

Dolaysıyla günümüzün 1,95 milyar USD gibi bir miktarın alım gücü söz konusudur. 

Yani Ecdadımızın zamana meydan okuyan, bize miras bıraktığı eserlerinden biri olan Çırağan Sarayı'nın bugünkü maliyeti yaklaşık 2 milyar USD civarındadır. 

Zengin ve büyük devletlerin böyle şaheserler için büyük paralar harcamaları tabii ki yadırganamaz. Dolaysıyla o dönemin Osmanlı maliyesini incelemek gerekir. 

1683 yılında Viyana Kuşatması'nın başarısızlıkla sonuçlanmasından sonra Osmanlı Devleti, Karlofça Antlaşması ile toprak kaybetmeye başlar. Kaybettiği toprakları geri kazanma çabası, İran Şahı ile savaş, Rusya'nın sıcak denizlere açılma sebebi o tarihten sonra Osmanlı'yı sürekli savaş içinde tutmuştur.

Savaşların maliyeti, savaşılan alanlarda tarım alanlarının ve madenlerin veriminin düşmesi, devletin gelirini gittikçe olumsuz etkilemiştir. Devletin gelirini yükseltmek için vergiler arttırılmıştır. Vergi ödeyemeyen halk tarım ile uğraşmayı bırakıp büyük şehirlere göç etmeye başlamıştır. Sürekli kötüleşen mali durum devletin memurlara maaşlarını ödemede sıkıntı yaratmıştır. Bu ekonomik bunalımın devamında 1839'da kağıt paraya (kaime) geçilmiş bu da enflasyona sebep olmuştur. 

Osmanlı'da iç borçlanmanın ilk olarak 1788 yılında Cezayirli Hasan Paşa'dan alınan 600.000 kuruşla başladığı bilinir. 1857'de Sultan Abdülmecid II. Mahmud'un yaptırdığı sarayı yıkıp yeni saray yaptırmayı planlamadan sadece 3 sene önce, yani 1854 yılında Osmanlı'nın iç borcu toplam 15 Milyon Sterlin'e ulaşmıştır.

Yine 1854'te Kırım Savaşı için İngiltere'den 200bin Sterlin dış borç alınmıştır. 

1876 yılına dek almış olduğu borçları ödemede sıkıntıya düşen Osmanlı İmparatorluğu borç ve faizlerinin ödemesine, 1876 Nisan ayında son vermiştir. 

Evet, durum buymuş.
Vatan toprağını savunmak için elin İngilizinden borç alman gerekiyor. Boğazına kadar borca batmışsın…
Ama süksen yerinde.
Çırağan Sarayın var! 

Günümüze bakarsak durumun çok ta farklı olmadığını görmekteyiz. 

Yani hükümet yanlısı vatandaşlarımızın yaptığı gibi hükümeti bazı konularda gerçekten Osmanlı'ya benzetmek abartı veya yanlış değil. 

Örneğin, yine bir çok vatandaşımızın medar-ı iftihar olarak gördüğü Ak Saray'ın maliyetini mimarlar odası yaklaşık 4,5 milyar TL olarak tahmin etti. 

Diğer yandan günümüz itibariyle toplam borcun 400 milyar USD'ye yaklaştığı tahmin ediliyor. Gerçi Gayri safi yurt içi hasılaya oranla borcun ‚sadece' %33'lerde olduğu doğru, lakin GSYİH'nin oluşumunda özellikle inşaat sektörünün payı çok büyük.
Yani ileriye dönük, kalıcı yatırım neredeyse yok denecek kadar az. 

Dolaysıyla borcu döndürebilecek yeni borç alamadığımızda bizim de durumumuz 1876 Nisan'ından çok farklı olmayabilir. 

Keşke ‚Yeni Osmanlı' olaya Osmanlı'nın kuruluş ve yükseliş döneminden başlasalardı, çöküşünden değil.

Mehmet Alp
10.07.2016