Türk eğitim tarihinde eğitimin bir kamu vazifesi olması Tanzimat'tan sonraya denk gelir. İmparatorluk döneminde din odaklı eğitimin, batı usullere göre biçim aldığı görülür. Bu zamana kadar Enderunlar haricinde yabancı dil eğitimi için gereksinim duyulmamıştır. Batılılaşma hareketi ile birlikte açılan Galatasaray Lisesi yabancı dil öğretimi açısından bir dönüm noktasıdır. Dili Fransızcadır.Yabancı dille eğitim yapan ilk devlet okuludur Galatasaray Lisesi. Daha sonra misyoner bir Amerikalının kurduğu Robert kolej açılmış, bunları Alman ve İtalyan okulları takip etmiştir. Öksüz ve yetim Müslüman Türk çocukları için de Darüşşafaka kurulmuştur. İlk özel Türk okuludur Darüşşafaka. Yabancı dille eğitim vermektedir. Dili Fransızcadır. Bugün de faaliyet göstermektedir.

Cumhuriyet döneminde Atatürk'ün önerisi ile Türk Eğitim Derneği kurulmuş, okulları açılmıştır. İngilizce öğretim ve eğitime devam etmiştir. Daha sonra büyük şehirlerde takviyeli yabancı dil eğitimi veren özel okullar yaygınlaşmıştır.Anadolu Liseleri ile yabancı dil konusunda başarılı denebilecek sonuçlar alınmıştır.

Gelelim günümüze, NATO'ya üyeliğimiz ve Avrupa Birliği müzakereleri başladıktan sonra İngilizceye gereksinimimiz artmış, 1955'te Anadolu Liselerinin temelleri atılmıştır. Zorluklar yaşansa da Fen ve Matematik derslerini İngilizce anlayacak kapasiteye ulaşılmıştır. İlköğretimin sekiz yıla çıkarılmasıyla hazırlık sınıfı lise düzeyine kaydırılmıştır. Anadolu Lisesi hazırlık sınıfında 24, 9.sınıfta 8, 10.sınıfta 10, 11.sınıfta 10 saat İngilizce eğitimi yoğun bir şekilde alınmaktaydı. 1991-1992 eğitim öğretim yılında eğitime başlayan bu liseler 2005-2006 eğitim öğretim yılıyla dönüştürülmüş, maalesef hazırlık sınıfları kaldırılmıştır. 4+4+4 sistemine geçildikten sonra ilkokul 2.sınıfa da İngilizce dersi konulup, dilbilgisi kuralları yerine, günlük akıcı konuşma dili amaçlansa da beklentiyi karşılayamamıştır.

Dil öğretme konusunda sorun olduğu açıktır. Sorun öğrencilerimizin öğrenme, anlama kabiliyetlerinde değildir. Temel sorun, işin başındakilerin konuya yaklaşımıdır. Bu yaklaşım bize pahalıya mal olmaktadır. Yabancı dil öğrenimi ile alakalı öğretme yöntem ve yaklaşım belli olduğu halde neden aynı durum için ısrar ediyoruz? Haftada 2 veya 4 saat ile bunun olmayacağını neden biri çıkıp söylemez, bu yöntem yanlış demez. Doğal akışa aykırı yol izleyip, sonuç iyi olsun istiyoruz.

Milli Eğitim Bakanlığındaki 60 bin Yabancı Dil öğretmeninin ortalama maaşı 3500 TL olduğunu varsayarsak, kamuya maliyeti yıllık 2 trilyon 520 milyon TL, yani 700 milyon dolardır. Çocuklarımızın İngilizce bir iki cümle söyleyebilmenin maliyeti bu kadar. Uluslararası istatistiklerde de seviyemiz beklentilerin çok altında. (Bkz. TEDMEM, 18.02.201 tarihli sayısı, Einstein'ın Türkiye'deki Yabancı Dil Hakkındaki Görüşü başlıklı yazısı)

Görüldüğü üzere geçmişi arar bir durumdayız. Haftada 2 veya 4 saat İngilizce ile öğretmenlerimizi hedef almak tabii ki doğru değil. Elbette böyle bir durumda daha fazla İngilizce öğretmenine de ihtiyacımız olabilir. Daha fazla da masraf yapabiliriz, ama iyi seviyede İngilizce öğretelim. Hazırlık sınıflarının tekrar gündeme gelmesi için daha ne kadar zamanımız var bilmiyorum. Yetmezmiş gibi ortaöğretime geçiş sınavında yabancı dil dersi soruları da kaldırıldı. Hakkını verelim Milli Eğitim Bakanlığı hazırlık sınıfları ile ilgili adım attıysa da gereksiz tepkiler yüzünden bu uygulamayı tekrar rafa kaldırdı. Keşke gerekli cesareti gösterebilselerdi. Gerçekleştirselerdi e-okuldan sonra en büyük başarıları olarak övmekten geri durmazdım emin olun. Hatta bu yabancı dil öğretimi isteğe bağlı olsun, herkese yabancı dil öğretme mecburiyetinde olmaya ne gerek var. Bu işi olması gereken yerde, okulda öğretelim ki, çocuklarımızı özel kurslara da mahkum etmeyelim.

Bir karar vermek zorundalar,İngilizce öğretememe uğruna bu kadar masrafa devam mı edelim, yoksa bilimsel olarak, işin doğasına göre yaklaşımımızı mı değiştirelim?

Durum böyleyken bir arkadaşın dediği gibi "Biz Yabancı Dil öğretmeyi değil, Yabancı Dil öğretebilme ihtimalini seviyoruz sanırım."