Hayatta somut olan her şey imkânlar dairesinde vücut bulur. Eski bir terkip bu meseleyi öz bir biçimde anlatır: Daire-i imkân, mümkünler âlemi, imkânlar evreni, kâinat. 

Evrenimiz o halde ancak mümkünler ile imkân bulmuş haller ile sınırlıdır. Bu hallerin belli kanunları ve apaçık sınırları vardır,: doğa ve insan bilimleri: fizik, kimya, ekonomi, sosyoloji bu halleri araştırır. (Felsefi olarak bu konuyu araştırmak isteyenler için anahtar kelime "contingent")

Mümkünsüzlük, imkânsızlık hali ancak insanın hayal gücünde olabilecek şeylerdir. Mesela sonsuzluk kavramı gibi… Tanımını yapabiliyoruz ama muhteviyatını asla anlama imkânımız yok. Fiziki evrenimizden kopuk, insan hayal gücü mahsulü bu kurgu âleme metafizik denilir. Bu evrende imkânsız diye bir şey söz konusu değildir. Her şey mümkün ve ihtimal dâhilindedir. Melekler ve ermişler harplerde inananlara yardım eder; Güneşin gözyaşlarından Japon takımadaları oluşur; Zeus, babasının cesedinden dünyayı yaratır vs...

Metafizik, fiziki dünyada anlamlandıramadığımız fenomenler için başlangıçta geliştirilse de zamanla toplumlara bir nizam verme ve en önemlisi soyut düşünebilme yetimizin gelişmesini sağlamıştır.

Fiziki âlem olan kâinatımız ise belli kanunlar ve apaçık sınırlara sahibiz. Mesela ışık hızı gibi bir sınırımız vardır. Mesela dünyamızdaki yer çekimi hali gibi. Bu haller istisnasız bütün mükevvenat için geçerlidir. Herkesi ve her şeyi etkiler.

İnsan bilimleri de böyledir. İnsan da yaratılışından gelen belli kanunlara tabidir. Yemesi, içmesi, barınması gereklidir. Bu ihtiyaçlar çok kapsamlı ve insanın olgunluğa erişmesi çok uzun bir süre aldığından insan bu temel ihtiyaçlarını kendi sürüleri içerisinde sosyalleşerek gidermiştir. İnsan bilimleri bu sosyalliği inceler.

Sosyal bilimlerin hangi konusu olursa olsun hepsi nihayetinde, tıpkı doğa bilimleri gibi belli imkân ve sınırlarla maluldür. Bu imkân ve sınırlar bütün insanlık için aynıdır, istisnası yoktur. Gavuru, Müslüman'ı, Türk'ü, Acemi, Arabı fark etmez... Zira insanoğlu sınırları olan doğa ile kuşatılmıştır.

Hayatını idame ettirebilmek için toplu halde yaşamaya mecbur insanoğlu, bu topluluğun (sürünün) devamını sağlayabilmek en verimli yolun iş bölümünü sağlamak olduğunu keşfetmiştir. Bu iş bölümünün ve işlerin yapılabilmesi için en verimli iletişim metodu lisan geliştirilmiştir. Her toplumun, diğer toplumlarla etkileşerek zaman içerisinde geliştirdiği bu kendine has becerilere, birikimlere kültür diyoruz.

İnsanoğlu bu arada bir başka daha şeyi dâhice icat etmiştir. Metafizik düşünce faaliyetlerinin ürünleriyle, fiziki dünyasındaki faaliyetlerine gerekçeler üretmiştir. "Niçin Firavuna itaat ediyoruz?" Sorusuna: "Çünkü Horus'un oğludur." cevabının verilmesi düzeni bir şekilde sağlamıştır.

Topluluklar ile toplumları bu noktada ayıran şey ise kültürdür. Topluluk, bir kitle halinde var olmaya devam edemez, topluma evrimleşmek, birlikte bir "kültür" geliştirmek durumunda olmasının en temel nedeni, imkânların kısıtlı ve sınırlı olması ve insanoğlunun bu kısıtlı imkânlar evreninde var olabilmek için bir düzen içerisinde iş birliği ve iş bölümüne ihtiyaç duymasıdır.

Siyaset (politika) işte tam bu noktada, bahsi geçen iş bölümü ve iş birliğini belli bir düzen içerisinde (paylaşım kavgası çıkmadan) yönetme, yönetmeye talip olma faaliyeti olarak sosyal hayatta önem arz eder.

Siyasiler, yöneticiler kültürün geliştirdiği iletişim (dil imkânı) araçlarını kullanarak, toplumunu iş birliği ve iş bölümüne razı etmek, var olan düzeni korumak durumundadır. Kültür dili kavramı ve imkânlarını biraz açmak gerekirse, bütün metafizik ve fizik anlam dünyasının ürünleridir. Ortak semboller, inanışlar, kurgular, fikri kabuller, tecrübeler, gözlem ve bilgiler bu ürünlerden bazılarıdır. Bu kültür dilinin siyasileştirilmesi, siyasetin temel amaç ve gereklerine uygun olursa toplumuna fayda sağlar. 

Mesela, yönetici sınıfın kendi şahsi amaç ve idealleri bahsi geçen toplum ihtiyaçlarının önüne geçmişse bu durumda siyasetsiz siyaset diye özetleyebileceğimiz; Siyasetin temel vazifesini icra etmeyen bir garabet durumla karşılaşırız ki böylesi yapılar: kesmeyen bıçak, çalışmayan motor, aydınlatmayan ampul gibi bozuk ve işe yaramazdırlar. Enerji ve zaman kaybı olduklarından dolayı ya mevcut toplumları bunları ya da bunlar kendi toplumlarını tasfiye ederler. Doğa kısıtlı imkânlar manzumesidir ve verimsiz hiçbir şeyi sonsuza kadar bünyesinde tutmaz. 

Kendi asli amaç ve gayelerine aykırı olarak "siyasetsiz siyaset" yapma biçimi ve tarzı bir şekilde ya içinde bulunduğu toplumu veya bu siyasetsiz siyaseti yapanları tasfiye sürecidir. 

Siyasetsiz siyasetçiler tasfiye olurlarken iktidarları için sömürdükleri ortak kabul ve değerler, semboller manzumesinde de ciddi tahribatlar yaratırlar. Zira artık işe yaramaz oldukları, toplumu bir arada tutma işlevlerinin olmadıkları ispatlanmıştır. Firavunla birlikte metafizik dünyası da tahttan iner. Roma çökmeseydi, Hıristiyan olmayacaktı gibi… ( Bu önermelerin bir ünlü jeofizikçimizin yaptığı gibi tersi doğru değildir. Roma, Hıristiyan olduğu için çökmemiştir, doğrusu çöktüğü için Hıristiyan olmuştur) Roma'nın Hıristiyanlık içerisinde ne kadar adet ve birikimiyle yaşadığı başka bir tartışma konusudur. 

Günümüz Türkiye'sinin yukarıda kısaca özetlemeye çalıştığım "Siyasetsiz siyasetin tasfiye" sürecinden çıkartacağı hayati dersler olduğuna inanıyorum:

En önemli ders, verimsiz ve gayesinden uzaklaşmış yapıların doğanın kısıtlı imkânları içerisinde var olmaya devam edemeyeceğidir. Türkiye'de siyaset temel işlevi olan toplumu iş birliği içerisinde iş bölümüne yönlendirmekte başarısızdır. 

Alınacak ikinci önemli ders: Türkiye'de siyasetsiz siyasetin, ortak sembol, kabul ve tecrübelerle kaynaşmış toplumumuzun "kültür dilini" acımasızca istismar etmesidir. Ortak kültür dilimizin siyasiler tarafından sömürüsü, ayrıştırıcı; ötekileştirici ve toplumu çözücü etkilere sebep olmaktadır. Toplum binamız bu zararlı sarsıntılara ilânihaye dayanamaz. Şimdilik, duvarlarda çatlamalar, pencere camlarında kırılmalar olmuştur. Fakat eninde sonunda bina temelden çökme tehlikesiyle karşı karşıyadır.

Sorun tespit, teşhis ve tedavisinde ehil olmaları bir yana mevcut sorunun bir şekilde parçası olmuş eskimiş yapı ve söylemlerin takipçilerinin biraz geride durmaları hayatidir. Bu ehliyetsiz insanların, samimi, romantik idealist veya bizden olmaları hiç önemli değildir. Türkiye'nin siyasetsiz siyasetçilerden ve bilahare verimsiz bütün yapılanmalardan kurtulma vakti gelmiştir. Biz toplum olarak bu tasfiyeyi yapamaz isek, doğa bizim yerimize hem de tahmin edilemeyecek kadar gaddarca yapacaktır. Ya değişeceğiz, ya da tasfiye edileceğiz… Bu kadar basit.

Tarih, zamana uyum sağlayamayarak, değişemeyen toplumlar çöplüğüdür.

Halil Ibrahim Bayrakçı