Malum olduğu üzere son günlerde Türkiye ekonomisinde yaşanan olaylara ekonominin matematiksel perspektifinden baktığımız zaman gördüğümüz tablo maalesef ürkütücü boyutlara ulaşmış bulunuyor. Dolar, Euro, altın, petrol ve daha birçok ekonomik parite TL için yani Türkiye için hiç de iyi bir tablo çizmiyor. Peki içinde bulunduğumuz bu durumun sorumluları kimlerdir?

Kimileri tarafından dış güçlerin oyunu olduğu söyleniyor. Kimileri tarafından bunun olacağı önceden belliydi. "Neden önlem almadınız?" deniyor.

Ben ise bu duruma, geçmişte okuduğum bir kitap (Atlas Silkindi) üzerinden bakmayı daha uygun görüyorum. Ardından yine aynı dünya görüşünü savunan bir yazarın yazmış olduğu benim de bugün itibariyle bitirdiğim bir felsefe kitabından bahsedeceğim. (Özgürlüğün Anayasası) Yaşadığımız olaylar aşağı yukarı bu iki kitapta anlatılan minval üzere gerçekleşiyor. Okuyanlar bilirler ancak ülkemizde maalesef bu tip yazarlar pek okunmadığından dolayı kimse tarafından da tavsiye edilmiyor. Ancak benden size tavsiye bu iki kitabı mümkünse, zamanınız varsa mutlaka okuyun. Atlas Silkindi zaten felsefik bir roman diğeri ise ekonomi bilimini felsefi boyutlarıyla derinlemesine inceleyen bir kitap. İkisi de sıkılmadan okuyacağınız felsefe ağırlıklı mükemmel kitaplar. Hele Hayek'in yazmış olduğu Özgürlüğün Anayasası'nı altını çize çize, hayretler içerisinde kalarak okuyacağınıza eminim.

Atlas Silkindi isimli kitapta meşhur bir soru vardı. Bu soruyu bugün Özgürlüğün Anayasası'nı bitirdikten sonra ben de kendi kendime sordum.

Kitapta aynen şöyle diyordu;

"Who is John Galt?" (John Galt kimdir?)

Evet "John Galt kimdir?"

Bence John Galt sen, ben, o yani herkes. Özellikle de siyasiler, işçiler ve büyük patronlar. Sözde neoliberalizmin savunucusu, özleri itibariyle ise neocon dediğimiz tipteki büyük patronlar. Siyasilerin bu süreçteki rolüne gelirsek onlar kapitalist sistemin işleyişini sözde daha da kolaylaştırmak için ekonomik sisteme müdahale etmeyi kendilerinde hak olarak gören korumacı kapitalizmin koruyucu melekleri olarak bulunuyorlar. İşçiler de bu süreçte toplumun en yüksek nüfusa sahip kitlesi olarak ellerinde bulunan demokrasi sopasıyla siyasilerden ve patronlardan kendi çıkarları olarak gördüklerini alıyoruz zannederek etkin bir rol oynuyor. Yani bu süreçte aslında herkes kendi topuğuna sıktığının farkında bile değil, ama "böyle gelmiş böyle gider" diyerek bu değirmene su taşımaya devam ediyor.

Şimdi tekrar romana dönecek olursak romanın konusundan daha önce https://www.tahtapod.com/gercek-gercektir isimli yazımda bahsetmiştim ancak burada da bir özet geçmek istiyorum.

Romanın konusu, kapitalist üretim sürecinin işleyişine karışılan bir ülkede insanları nelerin beklediğini en ince ayrıntısına kadar anlatıyor. Olaylar bir demiryolu şirketi ve çevresinde barındırdığı diğer şirketleri içine alacak şekilde gelişiyor. Bu demiryolu şirketi önceden tamamen kendi çıkarları doğrultusunda hareket ederken işin içerisine toplum çıkarları girince işler değişiyor ve herşey sarpa sarmaya başlıyor. Toplum çıkarları, yani siyasiler ile etkileşim başlıyor. Tabii bu sadece demiryolu şirketiyle sınırlı kalmıyor, diğer şirketler ve halkta bu sürecin bir parçası oluyor. Bu arada olaylar bu çerçevede gerçekleşirken John Galt isimli bir mühendis dünyanın motorunu durdurmak üzere işi bırakıyor. Ardından zaten romanın sonunda hakikaten dünyanın motorunu durdurmayı başarıyor ve herşeye yeni baştan başlamak üzere roman son buluyor.

Romanda herkes birbirine "John Galt kimdir?" diye sorup dünyanın motorunu durdurmaya çalışanı arıyor. En sonunda buluyorlar ama acaba gerçekten motoru durduran John Galt tek başına mıdır? Ona kimse yardım etmemiş midir?

Evet malesef Türkiye'nin de bu romanda anlatıldığı gibi motoru durmak üzere. Peki bunun üzerine bende soruyorum;

Türkiye'nin motorunu durdurmak isteyen, onu bu duruma getiren John Galt ya da John Galt'lar kimlerdir? Sözde toplumun çıkarını gözeterek, iş yapmayacağını bile bile havaalanları, yollar, köprüler yaparak veya yaptırarak milyarları betona gömen, vergi aflarıyla bazı kesimlere imtiyazlar tanıyarak diğer insanları zor durumda bırakan kimlerdir? Yüksek vergi oranlarıyla insanları üretmekten caydırıp tüketime yani inatla ithale yönlendiren kimlerdir? Daha bunun gibi niceleri...

Para dediğimiz meta yapısı itibariyle zor kullanılan baskıcı ortamları sevmez. Ekonomistlerin %99'u şunu kabul eder; özgürlük, demokrasi, evrensel hukuk ilkelerinin geçerli olduğu güven veren yerlere para akışı daha hızlı olur. Bu da demek oluyor ki; "özgürlük, demokrasi, hukuk eşittir para" demektir. Peki ülkemizde bunların bulunma olasılığı var mı? Cevabını size bırakıyorum.

Bu ilkeler geçerli değilse para size gelmez, gelirse bile nasıl gelir?

Maliyeti yüksek gelir yani daha yüksek faiz oranları ile gelir. Nedeni ise gayet açık ve net siz paraya güven vermiyorsunuz.

Günlük hayatımızdan açıklamak gerekirse;

İşsiz, güçsüz ipe sapa gelmez nerede ne yapacağı belli olmayan bir insan bankaya gitse banka ona para verir mi?

Genellikle vermez, çünkü güven vermiyor. Bir işi yok, kredi notu düşük ya da daha önceki işlemlerinden dolayı para alamaz. Peki ne yapar?

Güvenilir olmadığı için daha yüksek faiz oranları ödemek üzere tefeciden para alır.

Evet Türkiye'yi de bu duruma getirdiler, tefecilerin eline düşürdürler.

Yazımın başlarında bahsettiğim diğer kitap olan Özgürlüğün Anayasası isimli kitaba gelince ekonomi biliminin felsefesiyle ilgili aradığınız herşeyi bulabileceğiniz ender kitaplardan biri olma özelliği taşıyor. Zaten yazar kendisi de bahsediyor diğer ekonomi kitaplarının hepsini bir araya toplayarak bu kitaba sığdırmaya çalıştım diyerek. Şahsen beni bu güne kadar en fazla etkileyen kitaplardan birisi durumunda bulnuyor. Yazarın diğer kitabı olan Kölelik Yolu isimli kitabını da tavsiye etmeden geçemeyeceğim. Bundan sonraki yazımda da nasip olursa Özgürlüğün Anayasası ve Kölelik Yolu'ndan bahsetmeye çalışacağım.

Sağlıcakla kalın.