Kutlu bir sevdanın yolcusuyduk bir zaman. Ölümlerde eğlenirken birdik beraberdik. Bir somun ekmeği paylaşır bir cigarayı iki üç kişi içerdik.

Hele ocak nöbetleri bir başka güzellikti yaşadığımız. Kimimiz şöyle bir şekerleme yapalım başkan görmeden derken bir diğerimiz gözünü ayırmayı düşünmezdi kapıdan pencereden. Ne günler yaşadık ne heyecanlar tattık. Okula gitmeden önce ocak önünde toplanır yemin ederdik. ".....ülkücü Türkçü gençliği " diyerek. Derken bir sonbaharda kahpe eller pusu kurdu yolumuza. Kimi toprakta kimi zindanda kimi sürgünde.
Yılmadık yıkılmadık direndik kahpe eylül rüzgarına. "Kalk ayağa Osman dayı " Ozan Arif biz de kaldık yeniden. Ne olduysa Başbuğ'un bizi öksüz bırakmadılar oldu. O gitti sevdiğinin yanına biz burada hem yetim kaldık hem öksüz. Ve bugünlere geldik.

Kimi köşeyi döndü kimi koltuk sahibi oldu kimi bir eli yağda bir eli balda yaşamaya başladı. Gözümüz yok Allah daha çok versin. Ama geçmişini unutmak mı gerekiyor arkadaşım?
Dün ölümü paylaşanlar bugün nerede nasıl diye sormuyorsa bunun adı nedir?
Aynı kavgayı verenler birbirini arayıp sormazsa bunun neresi ülküdaşlik?
Sosyal medyada bazı çilekeş ülkücülerin hayatları düşüyor kimi kağıt topluyor kimi aç sefil yaşıyor ve kimsesiz ölüyor. Ölüm haberinden sonra başlıyoruz ah vah demeye.
Olmaz olsun böyle ülkücülük.

Şimdi bir adım atılıyor nerede bir ülkücü varsa ve mağdur durumdaysa bulunup el atılacak. Buyurun ülkücüler söz sizde.
Ahde vefa nerede demeyelim. Vefanın İstanbul'da bir semt adı olmadığını gösterelim.
Cezaevlerinde yıllarca süren eziyeti kimsesizliği çaresizliği yendik lakin ağır ağır bir el kendimizi unutturdu bize.
Vefayı unutturdu.
Paylaşmayı unutturdu. Biz olmayı unutturdu.
Bugün yeniden biz olma kavgasındayız.
Ahde vefa imandandır. Ahde vefa sünnettir.
İki cihan güneşi Peygamber efendimizin yaşadığı bir olayı nakledeyim büyük ihtimalle biliyorsunuz. Lakin hatırlatmak gerek.
Vefa nedir diyenlere:

Eline aldığı kuru bir hurma dalına dayanarak Resûlüllah'ın kapısına kadar gelmiş olan yaşlı bir kadın, içeri girmek arzu etmesi üzerine;
– Yâ Resûlâllah, kim olduğunu bilmediğimiz bir ihtiyar kadın, zâtınızı görmek istiyor," dediler.
Resûl-i Ekrem Hazretleri:
– Müsaade edin, gelsin," buyurdular.
İhtiyarlıktan âdeta rükû eder halde duran kadın, hurma dalından edindiği asâsına dayana dayana Resûlüllah'ın kapısından içeri girdi, bir-iki adım ilerledikten sonra, kendisini tanıyan Resûlüllah hemen ayağa kalktılar; altlarındaki içi hurma lifi dolu minderlerini göstererek oturmasını istediler.
Resûlüllah'ın bu kadına gösterdiği hürmet ve alâka, orada hazır bulunan Hazret-i Ömer'in dikkatini çekti; hattâ kim olduğunu merak ettiği bu ihtiyara gösterilen bu ikramı, biraz da fazla gibi bulduğu içindir ki, ihtiyar kalkıp gittikten sonra:
– Yâ Resûlâllah, bu kadın kimdi ki, kendisine ayağa kalkacak kadar hürmet ettiniz, minderinizi verecek kadar alâka gösteriniz?" dedi.
Resûlüllah'ın cevabı tek cümleden ibaretti:
– Bu kadın, bizim Hatîce'nin dostlarındandı!"

Hatice validemizin ölümünün üzerinden yıllar geçmiş olmasına rağmen onun arkadaşına gösterdiği itibar ahde vefadır.

Doğan Ay