Türk düşmanlığından sonra Türkçe düşmanlığı mı?

AKP'li Mahir Ünal "Maalesef bir kültür devrimi olarak cumhuriyet bizim lügatimizi, alfabemizi, dilimizi, hasılı bütün düşünmemizi yok etmiştir.

Bugünkü Türkçe ile düşünce üretilemez" Hadi oradan derler adama. Kendini takdim edecek kadar bile Türkçeye hakim olamayan zavallı birisi olarak Türkçenin gücü üzerine ahkam kesip hüküm vermek hangi uzmanlık alanınızdan geliyor. O zaman bildiğiniz dilde anlatın bakalım, sizi anlayabilecek bir halk bulabilecek misiniz. Sadece saray ve onun etrafında öbekleşmiş seçkinlerin kendi aralarında konuştukları; üç beş Türkçe, üç beş Arapça, üç beş Rumca, Ermenice, üç beş Farça'dan oluşan suni uydurma bir dil Osmanlıca ile Anadolu Türk coğrafyasında yaşayan Türk milletine neyi anlatıp, neyi konuşturup, neyi düşündürebilecektiniz. Osmanlı sarayının kendi inisiyatifine, kendi kaderine terk ettiği Şebinkarahisar'ın Gürçalı Köyü mensupları; Osmanlıcanın arkasından ağıtlar yakıp dil devrimine de söverken Osmanlıca dediğin dil ile ne bağlantısı vardı ki; onunla konuşup onunla düşünce üretebilecekti. Osmanlıca azınlıkların işini kolaylaştırıyordu, asli unsur Türk milletinin işini kolaylaştırmıyordu. Zaten size göre Anadolu Türkünün aslı görevi hayvan gütmek, çiftçilik yapmak ve asker olup savaşmaktı.
Yunus Emre, Aşık Veysel'in günümüze kadar gelen ve devam etmekte olan düşünce derinliğine hangi dili konuşarak vakıf olmuşlardır. Türkçe konuşup düşünebilmek için önce kendisini Türk hissetmesi lazım. Ömrünü ve siyasi hayatını cumhuriyet değer ve kazanımlarından intikam almak üzerine dizayn etmiş bir insan hangi motivasyon kaynakları ile Türkçeyi konuşup, Türkçe düşünüp Türkçe hüküm verebilir ki. Evet, sadece kendileri için bir tespitleri var ki doğru; Türkçeyi iyi konuşup düşünemedikleri için sadece kendileri pişirip kendilerinin yedikleri ortamlarda ahkam kesiyorlar, etkinlikler yapıp, TV programları düzenliyorlar. Yürekleri yetmediği için Türkçe konuşup düşünce üretememe acizliklerinin en iyi kendileri farkında oldukları için hiç bir AKP yöneticisi muhalefet ile TV'lerde karşı karşıya gelmek istemiyorlar. Bundan yirmi veya yirmi beş yıl önce liderler arasında yuvarlak masa toplantıları yapılırdı. Türkçe konuşup Türkçe düşünerek liderlik vasıflarını konuşturup ne kadar özgüvene sahip olduklarını izler notumuzu verirdik. Ne garip ki Mahir Ünal ve liderleri zat-ı muhterem, benzer şekilde diğer liderlerle bundan yirmi sene önceki gibi demokrasi inancı ve düzeyinde "Liderler tartışıyor" masasında bir araya gelmeye hiç bir zaman yürekleri yetmedi zira bilgi yok, birikim yok, dilleri olmadığı için düşünce de yok, ne konuşacaklar. Bizler Türkçe konuşup, Türkçe düşünüp, Türkçe hüküm verebiliyoruz. Türklüğe ve Türkçeye düşmanlığınızı ifade etmek için Türkçe'mizi itibarsızlaştırma gayretinizi yutacak ahmaklarınız olabilir onlara hitap edebilirsiniz ama şunu çok iyi bilmelisiniz ki; biz cumhuriyet aydınlarını ile baş edemezsiniz zira Türkçe konuşup Türkçe düşünüyoruz ve bunun temel güç kaynağı da Türk olma şuur ve bilincinde olmamızdır.

İnanç temelli değişimler referanduma götürülemez

Erdoğan "Başörtüsünü referanduma götürelim" diyor. Oysa ki kanuni düzenleme ile toplumda tam mutabakat sağlamak mümkünken niçin ille de referandum isteniyor, çünkü bu mesele üstünde trollerini tepindirerek yaratılacak ayrışmayı din sosuna bandırarak siyasi randa dönüştürmek istiyor. Olması gereken; ister kanuni düzenleme ile isterse anayasa değişikliği ile başörtüsü serbestliği sağlansın ama beraberinde Cem evlerinin kurumsal olarak kültür ve turizm bakanlığına değil Diyanet işleri bakanlığına bağlı bir kurum statüsüne getirilmeleri, cami kadrosu imam ve müezzinlerde olduğu gibi maaşlı kadro tahsis edilmelidir. Hangi ukalanın haddine düşmüş, Aleviliği bir inanç meselesi olmaktan çıkarıp gösteri amaçlı kültür etkinliği düzeyinde görüp değerlendirmeye. Aleviliğin inanç ve etkinlik özgürlüğü kurum ve kadro tahsisi ile en az başörtüsü kadar önemsenerek anayasanın teminatı altına alınmalıdır.

''Kader'' vardır amenna ama Allah yanında bir de akıl vermiş...

Milletin imanına kader yüklemesi yaparak acizliğinize, liyakatsızlığınıza perde yapıp günahınızı, vebalinizi görünmez, bilinmez, hissedilmez kılamazsınız. Hayır, Size inanmak, güvenmek yalanınıza kanmak kaderimiz olamaz. Kaçınılmaz olan, bilinen kaderimiz/kaderiniz sizi sandığa gömmek olacaktır. İnşallah yakın gelecekte ilk seçimde sizin akıbetinizi de tevekkülle karşılayıp "Yapacak bir şey yok, bu da sizin kaderinizmiş" diyeceğiz. Unutmayın, Karbela'da Hz. Hüseyin'in başını gövdesinden ayıran Yezid de katilliğini kader kavramına sığınarak masumlaştırmak istemiş "Bu olup bitenlerde benim suçum yok, o kaderinde ne varsa onu yaşamıştır" demişti.

Mehmet Soral