Türkçülük; bir kök, kan meselesi olduğu kadar, aynı zamanda bir hissiyat meselesidir. Türkçülüğün; yedi göbek ata saymakla özetlenemeyecek kadar derin ve etkili, havsala aletine sıkıştırılamayacak kadar da hissiyata ve mensubiyet şuuruna önem veren bir yapısı vardır.

Türkçülük, birilerinin sandığı gibi; insanları bir sandalyeye oturtup, kafalarını havsala aleti ile ölçtükten sonra, insanlar hakkında bu aletin sonucuna göre olumlu/olumsuz karar verdirtecek kadar basit bir mefhum da değildir.

"Türkçülüğün ne olup, ne olmadığı"na dair tarifler yapmayı burada kesip, canımızı yakan ve hatta kanımızın dökülmesine sebep olan bir soruna değinmek istiyorum.

Bugün Türkiye ve Türk Dünyası'nın hak ettiği yerde olmadığını düşünüyoruz. Bunun en temel sebebini de; Türk yurtlarında, Türk olmayan veya Türklüğün aleyhine çalışan bazı unsurların devlet mekanizmalarında kritik noktalarda yetki sahibi edindirilmelerine bağlıyoruz. Bu durumu Türkçüler olarak es geçemeyiz, kabul edemeyiz, "hoş" göremeyiz, boş da veremeyiz…

Bizim ülkemizin ismi dahi "Türk'e aidim" diye haykırırken (Türkiye isminin sonundaki –iye aitlik eki), Türk yurdunda Türk olmayanın Türk'ü yönetme makamına oturtulması ve bundan da rahatsız olunmaması, maalesef Türk'ün aleyhine sonuçlanan olaylarla karşı karşıya kalmamıza sebep oluyor.

Hakikat o ki, Türk'ü ancak Türk sever ve ancak Türk'ün dostu yine Türk'tür. Diğer milletlerin Türk'e dair olumlu sözleri ve davranışları ATSIZ'ın katiyen katıldığımız ifadesiyle; "Zaten başka milletlerin Türk'ü sevmesi de gerçekten bir sevgiye değil, geçici bir nezakete, çıkara, siyasî zaruretlere işarettir."

Türk'ü Türk kollamayıp, Türk kendinden olmayanı kendine baş edinince; vakit Türk'ün aleyhine işler olmuş (bilhassa 78 yıldır), meseleler iyice içinden çıkılması güç hale gelmiş, bugünün Türkiye'sinde yine Türk Milleti evlatlarını birer birer toprağın kara bağrına verip, gözyaşlarıyla baş başa bırakılmıştır.

Türkiye'deki Türkler başta olmak üzere, dünyada yaşayan bütün Türkler'in (ki bugün 350 milyon civarındayız); Türklüğe alttan alta kin güdenlere, sinsi sinsi plân kuranlara karşı çok uyanık olması gerekmektedir. Bu uyanıklığın en baş göstergesi ise, Türk'ün Türk'e güvenmesi ve artık uyanıp Türk Devleti'nde Türk olmayanı makam sahibi olarak görmek istememesi olacaktır. Türk Milleti, bu konuda kendisini defalarca uyaranların sözlerine artık dikkat kesilmeli ve gerektiği yerde tepkisini koymaktan asla kaçınmamalıdır. Bu tepki, hayatîdir ve zarurîdir.

Bu tür konuları dillendirmek, Türk yurdunda Türk olmayan makam sahiplerini ciddi manada rahatsız etmesine ve üstümüzde "sus" ikazı niteliğinde bir baskı oluşturma riskini de beraberinde getirmesine rağmen, biz öz fikirlerimizi söylemekten asla geri duramayız. Mazi adlı dereden içtiğimiz suyun hakkını vermek zorundayız. Türk yurdunda Türk yöneticiler istemek suç olmamalı!...

7 milyarı aşkın insanda, yaklaşık 350 milyonuz; istesek çoğu milleti tükrüğümüzle boğarız...

Ama uyuyanımız, uyanığımızdan çok çok fazla olduğu için bugün tükrüğümüzle boğacağımız milletler, bizim canımızı yakıyor, kanımızı döküyor!...

Türk'ün yurdunda Türk; hem yetim, hem öksüz.
Türk'ün yurdunda Türk'ün hak ettiği huzur, Türk olmayan bütün unsurlarda mevcut.

Unutma! Türk'ü en iyi ve en hızlı Türk anlar.

Tanrı, Türk'ü korusun.

Serhat KAHRAMAN / 22.12.2016