Tarih bize her dönem Batılı Devletlerin iki yüzlü birer hain olduğunu göstermiştir. Bunun altında yatan sebep ise Cerablus harekatında TSK'nın kahraman mehmetçiğinin; menşei Almanya'ya ait olan, kullanma yetkisi PYD terör örgütünün eli kanlı iblislerine verilen roket atarla şehit olmasıdır. Sadece bu da değil; Ortadoğu da yaşanan bir çok olayda Batının alçaklığına şahit olduk. Ayrıca Suriye iç savaşından bu güne Batı o mümbit topraklar üzerinde planlarını kurgulamaya başladı. Kendilerinin gayri-meşru çocukları ile peydahladıkları IŞİD'i miladı dolduktan sonra kendi elleri ile düşman ilan ettiler. Bu düşmanlığı, eski düşmanlarının karşısına yeni bir düşman yaratarak ilan edebilmek gerekliydi ve IŞİD türevi yeni bir terör örgütü yarattılar. 

   Bu kez de Ortadoğu'da emellerine ulaşmak için PYD adlı taşeron örgütü sahneye sundular. PYD Suriye topraklarında zuhur ettiğinden bu yana Batılı devletler tarafından kendine yüklenen vazifeyi layıkı ile yerine getirdi. Geçtiğimiz günlerde ABD Dışişleri Bakanı John Kerry ve Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov Suriye'yi görüşmek üzere Cenevre'de bir araya geldi. İkilinin 12 saat süren görüşmesinin ardından medya karşısında bazı açıklamalarda bulunuldu. John Kerry'nin; "Suriye'nin bütünlüğünden yanayız. Bağımsız bir Kürt girişimini desteklemiyoruz." şeklinde yapmış olduğu açıklama ABD'nin iki yüzlü bir iblis olduğunu tekrar göstermiştir. Veyahut, ABD için bunca yıl taşeronluk yapmış olan PYD'nin miladını doldurmuş olması akla gelen diğer bir husustur. Bu sözün muhtevasını anlamak için biraz zamana ihtiyaç var diye düşünüyorum.      

      Yıllarca AKP hükümeti dış politikada mezhepsel eksen üzerinde siyaset üretti. Ama dış politikada mezhep, etnisite ve coğrafya belirleyici unsur olamaz, karşılıklı çıkarlar ve sadakat belirleyici olmalıdır. Dış politikada ebedi dostluklar yok, ebedi düşmanlıklar yok; bunların yerine stratejik ortaklıklar vardır. 2011'de baş gösteren Suriye'deki iç çatışma bölgesel olarak hâlâ ilk sıcaklığını koruyor. Türk hükümetinin "komşularla sıfır sorun", "çok boyutlu dış politika" ve "proaktif diplomasi" adını verdiği dış siyaset argümanları başta Suriye olmak üzere Ortadoğu Devletlerindeki yangını söndürmeye haiz olmadı. Hatta romantizmin dibini yaşayan devlet sultası "En yakın zamanda Şam'a gidecek, kardeşlerimizle kucaklaşacağız. Emevi Camiisinde namazımızı kılacağız" diyerek Ortadoğu ateşini hafife olarak duygusal bir dış politika oluşturma acziyetini yaşadı. Yaşanan duygusal zehirlenme; PYD/PKK koridorunun Türk hükümetinin eliyle Fırat'ın batısına kadar ilerlemesine ve PYD milislerinin Mumbiç'i işgal etmesine reaksiyon gösterememiştir, Halep'deki Türkmen kıyımına dur diyememiştir, Türkün misak-ı milli sınırları dışındaki tek toprak parçasına sahiplik edilememiştir. Yaşanan bu duygu dolu gelişmelerin ötesinde 1952 yılından beri NATO'nun Ortadoğu'daki vazgeçilmez müttefiği olarak varlığını sürdüren Türkiye'yi 2013 yılında NATO konseptinden çıkarmayı göze alıp Rus lidere, "Ben diyorum ki Şangay İşbirliği Teşkilatı'na gelin, Türkiye'yi alın, bizi de bu sıkıntıdan kurtarın." telkinlerinde bulundu Sn. Recep Tayyip Erdoğan. Türk Dış Politikası adını verdiğimiz devlet aklı bunu söylerken NATO'nun ülkemiz üzerinde kurduğu ağ misali 28 üssün ne anlama geldiğini bilmeyecek kadar basiretsiz konuşmuştur. Ayrıca Rusya'nın hamiliğinde gelişecek olan birliktelikte Türkiye Avrasya coğrafyasında hiç de sandığı gibi ilişkiler kuramayacaktır. Çünkü Rusya'nın Avrasyacılık politikası ile Türkiyenin politikası taban tabana zıt. Öyleyse Sayın Erdoğan'ın Putin ile gerçekleştirdiği ikili görüşmede yapmış olduğu açıklama yaman bir çelişkenin işaretidir. Anlaşılan şu ki Türkiye'nin Ortadoğu ve Avrasya politikaları sağlam bir zemin üzerine kurulu dış siyasetten fersah fersah uzakta.

       Lakin düşürülen Rus uçağı, Akdeniz'e paralel bir PYD koridorunun tanzim edilmesi, Türkiye'deki PKK terörünün kanlı eylemlerinin yerelden ülke geneline doğru evrilmesi, 15 Temmuz sonrası yaşanan ABD-Türkiye ilişkilerindeki gerginlik, AB ile uzun süredir müzakere edilen mülteci meselesinde Batı'nın geri adım atması gibi bir çok sebep ışığında Türk siyaseti yeni bir dış politika üretme basiretine kavuşabildi. Bunun en belirgin özelliği Türk Devlet sultasının Rusya ve ABD ile "denge siyasetini" yürütüyor olması. Bu kanıya nereden vardığımı soruyor gibisiniz! Geçtiğimiz gün ABD'nin ikinci adamı Joe Biden Türkiye'ye bir ziyaret gerçekleştirdi. Ardından yapılan açıklamalarda Biden'ın "Türkiye bizim müttefiğimizdir, Cerablus harekatında Türk hükümetinin arkasındayız" şeklinde sarf edilen sözler darbe sonrası Türkiye-ABD gerginliğinin biraz olsun yumuşadığını göstermektedir. Ki Biden'ın Türkiye'ye indiği dakikalarda TSK Suriye'nin Cerablus kentine çıkarma yapıyordu. Ayrıca Rus liderle gerçekleşen zirve sonrası yapılan açıklamalar da Türk-Rus ilişkilerinin normalleştiğini işaret etmektedir. İşte bu sebeplerden dolayı Türkiye'nin; hem ABD bloğu ile hemde Rusya bloğuyla denge siyaseti izlediği kanısına vardım. Ayrıca 24 Ağustos günü cereyan eden Cerablus Harekatı Türk siyasetinin yeni bir eksene doğru kaydığının diğer bir işaretidir. Suriye iç savaşının Türkiyeyi tehdit etmeye başladığı günden beri milliyetçi cenahın bu harekatı desteklemesi, milliyetçi camia için doğru ama geç kalınmış bir politikadır. Lakin AKP hükümetinin bu harekatı gerçekleştirmek için almış olduğu karar hiç bir sebepten dolayı eleştirilemez. Çünkü bu harekat ile 15 Temmuz sonrası itibarı zedelenen, morali bozulan, milleti tarafından güvensizlik dar boğazına sıkıştırılan TSK'nin kahraman askerleri tekrar eski hüviyetine kavuşacaktır ve Türkiye'nin bölünmez bütünlüğüne tehdit oluşturan PYD/PKK türevi her türlü terör örgütüne karşı bir mücadele gerçekleşecektir. Türkiye bu harekat ile sınır güvenliğini sağladığı taktirde ülke içerisinde kanlı eylemlerini sürdüren PKK'ya karşı da etkili bir mücadele yolu bulacaktır. Son olarak "Fırat Kalkanı" harekatı Türkiye'ye, Ortadoğu'da tanzim edilmeye çalışılan yeni sınırlarda söz hakkı doğurmuştur. Türkiye bu harekat ile Suriye üzerinde emelleri olan tüm devletlere dolaylı olarak, "masada bende varım" mesajı vermiştir. Eğer hükümet yetkilileri ferasetsiz adımlar atmazsa, Batı ve Rusya arasında geçen pazarlıkta Türkiye olarak fayda sağlayabilirler. Bu konu hakkında son olarak şunu söylemek istiyorum; "Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan 4-5 Eylül tarihlerinde Çin'in ev sahipliğinde Hangzhou'da gerçekleştirilecek G20 zirvesinde hem Putin, hem de Obama ile görüşecek. Bu görüşme sonrası çıkacak bazı kararlar 2010 sonrası gelişen Türkiye siyasetinin paradigmasını tam manasıyla değiştirebilir.

Yazıma son vermeden; Cerablus başta olmak üzere bütün Müslüman Türk topraklarında bağımsızlık mücadelesi veren askerlerimize, milli mücadele kahramanlarımıza ve güvenlik güçlerimize Allah güç kuvvet versin. Şanlı ordumuzu her daim muzaffer kılsın ve şehidlerimize rahmetiyle mağfiret eylesin Allah.