Kendini yandaş söylemlere teslim ederek, dünyanın bize gıpta ile baktığına inananlar hariç herkes toplumsal olarak büyük sıkıntılar içinde olduğumuzun farkında. Lakin bu sıkıntıların derinliğini çok daha az kişinin anlayabildiğini düşünüyorum. 

Artık maalesef alıştığımız şehit haberleri, ekonomik gidişat, adalet sistemine güvensizliğin artması, silahlı kuvvetlerimizin itibarsızlaştırılmasını sağlayan felaketler, kadınlarımıza kıyafetleri yüzünden saldırılar, çocuklarımızın onları korumakla mükellef olan kurumlarda istismar edilmeleri, oruç tutmuyor bahanesi ile insanların dövülmesi veya tramvay raylarında veya trafiğin engellenmesi pahasına namaz kılmalar…

Bütün bunlar yaşadığımız toplumsal bunalımın ve millet olarak bütün vücudumuzu her geçen gün biraz daha saran hastalığın semptomları, dışa vurması. Belki bu yüzeysel göstergelerin bile canımızı sıkmaya fazlasıyla yeterli olduğu için daha derine gitmeye gücümüz yetmiyor olabilir, lakin bütün bunların kaynağının çok ama çok daha derinde olduğundan kimse şüphe etmesin.

Hal böyle olunca, durumu yüzeysel de olsa idrak edenlerin büyük bir kısmında bir kurtarıcı özlemi ve hatta arayışı hakim. Bu durumun Mustafa Kemal Atatürk hasreti ile ifade buluyor…

Ben şahsen bu hasretin vuslata dönüşeceğini düşünmüyorum.
Daha açık söyleyeyim; beklediğiniz, beklediğimiz her kim/kimler ise gelmeyecek; gelse de yapa yalnız denecek kadar az bir kitleye hitap ederek yok olacak. Eminim dimdik durarak yok olacak ama yok olacak. 

Hayır, bu bir 'Atatürk'ü bekleme, Atatürk ol' yazısı değil. Atatürk olmak kolay değil, isteyen istediği kadar istediği yerini yırtsın, öyle 'olayım' demekle Atatürk olunmaz.

Atatürk'ü savaş kahramanı, ve akabinde her dediğini yaptıran 'Tek Adam'dan ibaret görenler, Türkiye'nin açık bir işgal altında olmadığını ve çağımızın demokrasi anlayışında 'Tek Adamlığa' yer olmadığını düşünebilir lakin ben Gazi Mustafa Kemal Paşa'yı Atatürk yapan vasfın her şeyden önce gerek kendi zamanında, gerekse günümüzde benzerine nadir rastlanan ufku olduğuna inanıyorum. 

Bırakın yok olmasına ramak kalmış bir milleti Anka Kuşu misali küllerinden diriltip, çağdaş bir medeniyet seviyesini yakalamasını sağlamasını, kendi çağından asır sonrasını gören bir ufuktan bahsediyoruz. 

Böyle bir ufuk tesadüfen oluşmaz. Sadece savaş meydanlarında da oluşmaz. Atatürk'ü Atatürk yapan büyük dehası yanı sıra elbet Çanakkale'dir, Trablusgarp'tır, Balkanlar, Kafkas Cephesi ve Büyük Taaruz'a kadar nicesidir ama en az o savaş meydanları kadar, Voltaire'dir, Montesquieu, Rousseau'dur ve tabii ki Ziya Gökalp, Ömer Naci, Namık Kemal, Yusuf Akçura gibi aydınlardır, şair Tevfik Fikret'tir, tarih hocası Mehmet Tevfik Bey'dir… 

Bugün bulunduğumuz duruma bakınca, alenen ordu orduya karşı savaş meydanında savaşmasak da, savaşın şekli ve şemali çok değişmiş olarak adeta Kurtuluş Savaşı öncesi durumla karşı karşıyayız. Batı'nın düşünürleri ve ilmi hala mevcut ve hatta bunlara ulaşım yüzyıl evveline göre çok daha kolay. 

Eksik olan bizim kendi düşünürlerimiz, sanatçılarımız, aydınlarımız… Öz milletinin, toplumunun keder ve kaderini kendi menfaatinden üstün tutarak, bu doğrultuda fikir üreten, milletin dert ve ızdıraplarını dile getiren ve bunlara çözüm arayan milli aydınlarımız yok denecek kadar az. Dünyada olan biteni takip eden, faydalı ve gerekli olanı alıp milli dokumuza göre uyarlayabilecek ve dolayısıyla Türkiye'nin ve hatta Türk dünyasının kendine öz hasletleriyle çağdaş bir kimliğe sahip olarak dünyada bağımsız yerini almasını sağlayabilecek entellektüel kitlemiz, birikimimiz yok.

Türkiye genelinde hal böyleyken, biz milliyetçi hareket olarak farklı durumda olabilir miyiz? Tabii ki hayır. Aslında bizim durumumuz kitle olarak kendi mazimizle kıyaslandığında çok daha kötü. Onun için Türkiye genelinde yaptığım bu tespitin fazlasıyla kendi içimizde geçerli olduğunu düşünüyorum.

Atatürk'ün beslendiği fikir kaynakları ve Atatürk olmadan örneğin bir Nihal Atsız olabilir miydi? Nihal Atsız olmadan Alpaslan Türkeş Başbuğ Alpaslan Türkeş olabilir miydi? Peki Alpaslan Türkeş savunduğu fikri yanında bir Galip Erdem, Dündar Taşer, Emine Işınsu veya Cemil Meriç olmadan ne kadar topluma, halka yayabilirdi?

Bu gün içinde bulunduğumuz çıkmazın bir Başbuğ Türkeş'in olmamasından ziyade düşünen, çağımıza göre çözümler üreten, toplumsal bilincimizin artmasını sağlayan aydınlarımızın olmadığı kanaatindeyim. Hatta hala Başbuğ Türkeş için 'yeri boşta kaldı' tartışması bu eksikliğin ürünüdür.

Başbuğ vefaatinden beri 20 yıl geçti. Ve bu 20 yılda dünya çapında çok şey değişti. Oysa bizim camia ve kitle olarak söylemlerimiz bırakın 20 yılı, hala 80 öncesine dayanmakta. En çok konuşulan konumuz ise terör. Buna rağmen Türkiye'nin muhakkak ki en acil sıkıntılarından biri, hatta en başta gelen bu sıkıntısına nasıl bir çözümümüz var? Güvenlik politikası hariç ne öneriyoruz? Kimse kusura bakmasın ama dağda, şehirde her PKK'lıyı öldürmekle bu sorunun kalıcı çözülebileceğini düşünmek aşırı sığ bir görüştür. Sosyolojik önerilerimiz ne? Nasıl bir dış politika uygulamamız lazım? 20 senedir bu terörün sadece saldırma şekli değil destekleyen dış mihraklardan tutun 'Açılım' sayesinde sosylojik boyutuna kadar bir çok yönü değişti. Kürsüden ip atmak hariç ne yaptık? Güvenlik boyutunda neredeyse yok edilen örgüte hayat öpücüğü verenler bu canavarı tekrar hortlattıktan sonra sundukları 'açılım' safsatasına karşı koyabileceğimiz bir planımız oldu mu? Sonra halk neden açılımı benimsedi?...

Bakın, çevre politikası, enerji politikası, eğitim politikası, dış politika, ekonomi… Bunlara değinmedim bile. İktidarın rant uğruna verdiği çevresel zararın sadece gözümüze çirkin geldiğini düşünmek çok büyük bir hatadır. Verilen zararın ekolojik boyutu çok büyük.
Nükleer santraller… Konuyla alakadar görüşümüz ne?
Ülke olarak eğitim seviyemiz uluslar arası kıyaslamalarda yerlerde sürünüyor. İçine sokulduğumuz Orta Doğu cehenneminden kurtuluş yolumuz ne? Türk tarihinde hiç olmadığı kadar büyük bir borç yükü altındayız, nasıl çıkacağız? Bütün bu sorulara ciddi, yani slogandan, beylik laflardan öte çözüm üretebilecek kaç aydınımız var? Belki (kısmen benim de tanımadığım) bir kaç istisnayı tenzih ederek diyebilirim ki, yok.

Maalesef son yıllarda camia olarak tek eksiğimiz aydın, düşünür yetiştirememekle de sınırlı kalmadı. Özellikle son 20 yılda bariz bir şekilde yüz üstüne çıkan ama bence eskiden beri camiamızda var olan bir içe kapanma mevcut. Kendini bizden olarak ifade etmeyen herkese kapalıyız hatta aykırı görüşte olanların söylediği doğruları reddedebilecek kadar da kompleksli bir kitleyiz. Olayın ilginç yanı başta Başbuğ Türkeş olmakla fikir açısından tanıdığım camiamızın önde gelen isimleri son derece açık görüşlü ve eğitimli insanlar olmasına rağmen, kitle olarak bu açık görüşlülüğü asla benimsemeyi başaramadık. Bunun bir çok yandan çok olumsuz etkileri oldu. Örneğin özellikle günümüzde yaşadığımız fetö tehlikesine dikkat çeken bir çok aydının söylediklerini sırf 'bizden' olmadıkları için dikkate almadık ve solcu oldukları için şaibeli ölümlerine kayıtsız kaldık. Hatta camia olarak mazide günümüzün iktidar zihniyetine daha yakın durduğumuz inkar edemeyeceğimiz bir gerçek. Oysa bugün bir çok konuda bize aykırı fikirde olanlarla önemli noktalarda ortak değerlerimizin her türlü milliyetçiliği ayaklar altına alan bir zihniyetten çok daha fazla olduğunu görüyoruz.

Ben tabii ki bu öz eleştiriyi kendi evimin penceresinden bakarak yapıyorum. Milletçe karşı karşıya olduğumuz tehlikeyi atlatabilmemiz için karşı evde ki komşumun da manzarayı tekrar değerlendirip kendi öz eleştirisini yapmasının şart olmasına rağmen, maalesef hala arzuladığım derecede bir değerlendirme, öz eleştiri göremiyorum.

Bu 'benden olan her zaman haklı, olmayan her zaman düşmanımdır' zihniyetinin bir başka hafife alınmayacak tehlikesi de; kendini 'bizden ifade eden ve gösterenlere' inanılmaz bir saflıkla kayıtsız şartsız tav olmamızdır. Bu sorgusuz samimiyet sayesinde mazide bir çok zaman çok rahat manipüle edildik, ve hala zaman zaman sözde 'bağımsız, eski ülkücüler' camiamızın kafasını bulandırabiliyor. Hala özellikle 'abi' neslimizde bir dönemin koğuş arkadaşlığı, asker arkadaşlığı, sıra arkadaşlığı vesaire kişisel hayat alanını aşarak fikri duruşlarının ölçülerini etkileyebiliyor. Yani fikrin ölçüleri doğrultusunda kişileri değerlendirmektense, kişilerin değer yargıları ile fikri ölçüyoruz.

Hal böyle olunca yaptığımız 'ülkücülük' de içi boşaltılmış slogan paylaşmaktan öte gitmiyor.
Elimizde çoktan Hakk'ın rahmetine kavuşmuş son düşünür neslin sözlerinden başka mana taşıyan sözümüz yok. 

Bu sığlık sayesinde zaten bu camia 20 senedir 2009'dan MHP'nin 40. yılını türetebilen birine 'Bilge' diyebildi. Bu cehalet sayesinde Başbuğ'a asla gösterilmeyen ve asla da Başbuğ'un istemediği hatta görse hoşlanmayacağı bir biat kültürü gelişti. 

Düşünürlerimizin olmadığı için Başbuğ'un kurultayda Nazım Hikmet şiirini okuyarak 'milli sol' dediğimiz kitleye zeytin dalı uzattığını ve bunu neden yaptığını anlayamadık. Vaktin çoktan 'sağ ile ertelediğimiz kavgamıza' geldiğinin farkına varmadık. 

Kendini 'Türk milletinin garantisi' olarak gören bir camianın fikirsel ve entellektüel derinliği yokken, Türkiye'nin genelinde Yiğit Bulut, Ömer Turan gibi isimlerin geldikleri noktaya, Başbakan'ın 'sevgili' kelimesindeki 'g'nin şapkalı mı şapkasız mı yazıldığını bilmemesine şaşmamak gerekir.

Uzun zamandır söylüyorum;
Tüm milliyetçilik anlayışı 'reiscilik'ten ibaret, ölmek için birisinin 'öl', vurmak için birisinin 'vur' demesini bekleyen bir neslin yetişmesi, yani 'bir neslin fikirsiz yetişmesi', son 20 senedir bu camiaya ve dolayısıyla bence Türkiye'ye yapılan en büyük ihanetlerin başında gelir.

Camiamızın eksikliği, milliyetçiliği siyasal ve dini sınıflandırmadan öte taşıyabilen, Türk Milletini olduğu gibi kucaklayabilen aydın ve sanatçılardır. Çünkü budur milliyetçilik; aynı bayrak altında yaşamayı isteyen herkesi kendinden aykırı düşünse de kucaklayabilmektir. Bu 'aydın' kitleyi oluşturmadığımız, oluşturamadığımız için son 10 sene 'lider tartışılmaz' diye birinin peşinden koştuk, ve oluşturmadığımız takdirde de önümüzdeki yıllar başka birlerinin peşinden koşarız. 

Ama asla neyi ne için savunduğumuzu bilmeden koşarız, şuursuzca koşarız. 
Çok iyi slogan atarız ama aslında 'milliyetçi' değil, holiganızdır.

Kendi düşünür yetiştirmeyen, kendinden olmayan düşünürün haklı olduğu yerde hakkını veremeyen bir camia, asla vatana, millete ve Türk Dünyasına faydalı olabilecek bir lider yetiştiremez.