DP dönemi yönetimi altındaki Türkiye'nin durumu günümüze kadar çok tartışılan bir süreçtir. 

II. Cihan Harbi yıllarında Türkiye'de uygulanan devletin geniş stok tutma politikasından ve tarım sektörüne gereken önem verilmemesinden sonra, Marshal Planıyla beraber piyasada ihtihayç duyulan her şey mevcut olduğu gibi o zamana dek görülmemiş ürünler de piyasada rahat temin edilebilir durumda olması toplumda darlık yıllarının yeni hükümetle beraber bittiği intibasını uyandırmıştır. Adnan Menderes'in başbakanlığında yaşanan bu süreç, özellikle 1952'de Türkiye'nin Nato'ya girmesiyle beraber, genç Cumhuriyet tarihinde görülmemiş bir bollukla başlamıştır. Dış politikada ABD'ye olan ‚yakınlığın' etkileri tabii ki böylece iç politikaya da yansımış ve halkın DP'ye desteği daha da artmıştır. Evvela bu bolluğun nasıl yansıdığına daha detaylı bakmanın faydalı olabileceğini düşünüyorum.

II. Dünya Savaşı'nın zor yıllarında gerektiği kadar önem gösterilemeyen kırsal kesimde bir canlanma başlamıştır. ABD'nin Marshall Planı kapsamında yaptığı yardımlarla, 1948'de 1800 olan traktör sayısı 1957 yılına gelindiğinde 44.000'i aşmıştır. Biçerdöver sayısı 1950'de 1000 civarındayken 1957 yılında 6000'e ulaşmıştır. Ulaşım sektöründe de Atatürk ve İnönü dönemlerinin aksine, demiryollarına değil, daha çok karayolu yapımına öncelik verilmiştir. 1950 yılında 1640 km. olan asfalt yollar, 1969 yılına gelindiğinde 7000 km.'yi geçmiştir. 

DP sanayileşmede önceliği her ne kadar özel sektöre verse de, 1950-1960 yılları içinde Makine Kimya Endüstri Kurumu (1950), Denizcilik Bankası (1951), Et ve Balık Kurumu (1952), Devlet Malzeme Ofisi(1954), Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı (1954), Türkiye Selüloz ve Kağıt Fabrikaları (1955) ve Ereğli Demir Çelik Fabrikaları (1960) gibi bazı devlet işletmeleri de açılmıştır.

DP'nin ekonomi politikasını genel olarak şöyle özetlenebilir: 1923'ten beri devam eden denk bütçe ilkesinden vazgeçilerek, para ve maliye politikası tümüyle değişmiştir. Ekonomik canlanmayı gerçekleştirmeye çalışan yeni hükümet, harcamalarını artırmıştır. Özel sektörün gelişmesine öncelik tanınmıştır. Buna karşılık ekonomide ilk yıllarda ciddi bir büyüme yaşanmış, milli gelirde %15'lik bir artış gerçekleşmiş ve ekonomide ciddi bir hareketlenme ortaya çıkmıştır. Peki, madalyonun diğer yüzü nedir? Bu büyüme ve canlılık neyin pahasına olmuştur? 

Uluslar arası verilen yardım karşılığında yapılan anlaşmalar gereği Türkiye yeni başlattığı sanayileşmeden adım adım uzaklaşmak zorunda kalmıştır. Yukarda belirtildiği gibi, traktör ve tarım araçlarının Türk fabrikalarında üretilmesinden vazgeçilmiş, başta ABD olmak üzere Batı'dan ithal edilmiştir. Yapılan yollarda Türk marka ve yapımı arabalar değil, başta ABD olmak üzere Alman ve diğer ülkelerin ürettiği arabalar kullanılmıştır. Başarı gibi gösterilen her ekonomik adım, aslında dışarıdan alınan borç ile finanse edilmiştir. 1954'ten sonra ekonomide, özellikle dış ticarette denge bozulmaya başlamış ve 4 Ağustos 1958'de Türk Lirasının değer kaybına, yani devalüasyona uğramasına sebep olmuştur ve Türkiye IMF'nin dayatmalarına boyun eğme mecburiyetinde kalmıştırtır. Atatürk döneminde hedeflenen bağımsız, bağımsız mümkün değilse eşit seviyede karşılıklı bağımlılıklar doğrultusunda uygulanan ve hedeflenen iktisattan vaz geçilmiş, çalışan ve üreten bir ülke olmaya veda edilerek tüketim toplumu olmakta ilk büyük adımlar atılmıştır.

Bu dönem, ekonomide yaşananlar bir yana, siyasi açıdan da önemli olayların yaşandığı bir dönemdir. DP'nin 1953 yılında CHP'nin tüm mal varlığının "haksız iktisap" olduğu iddia edilerek Hazineye geçirmesi, Millet Partisi'nin kapatılması ve 1954 seçimlerinde artan oy oranından sağladığı güce dayanarak muhalefete uyguladığı baskıyı artırması, sosyal gerilimin artmasına sebep olan olaylardı. 1958'de komşumuz Irak'ta ordunun yönetime el koyması, Adnan Menderes hükümetinin muhalefet üzerindeki baskısının daha da artmasına neden olmuştur. Bardağı taşıran damla olarak, 18 Nisan 1960'ta kurulan Tahkikat Komisyonunu görmek mümkündür. Bu komisyon ile tüm muhalefetin meclis içinde ve dışında hemen her türlü siyasi faaliyetten men edilmesi amaçlanmaktaydı. Sosyal gerilimlere sebep olan uygulamalar asla hürriyetçi yani liberal bir ekonomiye uyuşmamasına rağmen ele alınmasa bile, şahsi kanaatim DP döneminin ülke ekonomisine hala kapatılamayan yaralar açmış olmasıdır.

Dolaysıyla, Adnan Menderes'i tartışırken, hükümeti döneminde yapılan uygulamalarla, ülkemizi kendi üreten, kendi ayakları üstünde durabilen bir ekonomi olmanın henüz başlangıcındayken, başta ABD olmakla diğer kapitalist ülkelerin pazarı olmaya mahkum ettiğini kabul etmek gerek. 

Her ne kadar idam edilmesi bence de yanlış olsa da, Menderes'in tüm siyasi becerisi ancak ABD'nin isteği ve verdiği borç ile ekonomik refah gibi görünen bir kaç yıldan ibarettir. Siyaseti ile ülkenin kalıcı olarak kalkınmasına zerre katkısı olmamıştır. Ayrıca AKP'nin 2002'den beri uyguladığı politikanın Menderes dönemi ile olan benzerliği, ürkütücü boyuttadır.


...

Cumuriyet Ekonomisi (1923-1938) - tahtapod.com | Blog

Ekonomiyi anlamak için anlık bakış asla kafi olmaz. Ekonomi her zaman bir süreçtir. Her ne kadar bir yaşanan kriz için bir tarih vermek mümkün gözükse bile,...
...

Cumuriyet Ekonomisi (1938-1950) - tahtapod.com | Blog

Mustafa Kemal Atatürk'ün 1938'de vefaatinden sonra başlayan ve 1950'ye kadar süren süreç bir çok yönden Türkiye Cumhuriyeti için yeni ve Cumhuriyet tarihinin...