Çocukken en sevdiğim sokak oyunu her kız çocuğu gibi ip atlama, seksek ve dönmeli top oyunuydu. İçi dolu toplar vardı o zamanlar. O kadar çok zıplardı ki o toplar, bulutlara yetişip orada kaybolabileceğini sanırdım. 


Bir büyüğüm olan ablam, ben birinci sınıftayken dördüncü sınıftaydı. Her küçük kardeş gibi teneffüslerde genellikle onun arkasında dolaşır, arkadaşlarıyla oynadığı oyunları seyrederdim. Bir gün beni de aralarına almalarıyla ilgili hayaller kurardım.

Figen diye bir arkadaşı vardı ablamın. Asker çocuğu… O zamanlar Ardahan'a dışarıdan gelen sadece asker aileler olduğu için çocukları çok dikkat çekerdi. Figen'in yüzünü hiç hatırlamıyorum; ama uzun boyunu, atkuyruğu saçlarını ve dönmeli top oynarken uçuşan eteklerini hiç unutmadım. Topu çok yükseklere atar, top yükseldikçe Figen dönerdi. Öyle hızlı, öyle çok dönerdi ki; kendi etrafında kaç tur attığını bir türlü sayamazdım. Bir Figen hayranlığım vardı. Sonra ben de kendi arkadaşlarımla dönmeli top oynarken Figen gibi dönmeye çalışırdım, ama benim hemen başım dönerdi. Sersem sepelek topu tutamazdım bile…Dönmeli topu Figen gibi oynayamadım bir türlü.

Sonra bir gün, Figen'le ablamın arkasından onlara doğru koşarken düştüm. Ablam koşup kaldırdı beni, ama Figen yanıma gelip bakmadı bile. O kadar güzel dönmeli top oynayan bir çocuğun, her şeyinin çok güzel olacağına inanmış olmalıyım ki; arkadaşının yaralı(!) kardeşiyle ilgilenmeyen birine çocuk kalbim çok kırıldı. Bir daha da onların oyunlarını seyretmedim. O gün itibariyle Figen'i hayatımdan çıkardım. Ama dönmeli top oyununu hep sevdim.

İp atlamanın keyfi bir başkaydı. Hem bireysel hem grup oyunu olarak ne güzeldir ip atlamak. Hele grup oyununda "ara verene çekmece" kurallı ip atlama… Çift ip…Çok da zordur. Neredeyse eş zamanlı sallanan iki ipin ritmini yakalamak ne kadar zorsa bir o kadar da keyifli…

Biz ve bizim çocuklarımız sokakta oyun oynamanın güzelliklerini yaşayan son kuşakmışız meğer. Günümüz koşulları, çocukları doğal oyun ortamından uzaklaştırıp maalesef ki sanal dünyaya mahkum etti.

Birkaç sene önce marketten alışveriş yaparken atlama ipleri görmüştüm. Hemen üç dört tane aldım, benim kuzucuklarım koridorlarda bahçede ip atlayarak koşsun, cin-can oynasınlar diye… Kendi kendime de bir sevindim ki… Çünkü okula top getiriyorlar ama ip getiren hiç olmamıştı.

Ertesi gün

"Çocuklar, size bir sürprizim var" diyerek sınıfa girdim. Çok sevindiler; sürprizler güzeldir, keyiflidir. Ama İpleri çıkardığımda çok şaşırdılar. Ben de onların şaşkınlıkları karşısında çok şaşırdım. "Neden sevinçleri yarım kaldı ki!" diye düşündüm. Biraz kötü hissettim kendimi açıkçası. Sonra anladım ki bu ipler o anda onlara hiçbir şey ifade etmiyor. Çünkü ip atlamayı bilmiyorlar. İple oynanabilecek oyunları hiç bilmiyorlar.
Bir süre kızlı erkekli sınıfta, koridorda ip atlama denemelerimiz oldu. En azında ip oyunlarıyla ilgili bir fikirleri olmuştu.


Ne yazık ki zor zamanlarda yaşamak onlara düştü. Ne mahalle aralarında oyun oynayacak alan, ne de güvenli ortam var. Şu anda küçük çocuğum olsa ben de sokakta oynamasına izin vermezdim herhalde. Ama en azından çocuğumun arkadaşlarıyla bir arada olabileceği zamanlarda bilgisayar oyunları yerine bu tür oyunları oynamalarını sağlamaya çalışırdım. Ah o bilgisayar oyunları! Çocuklara neler yaptığını bir bilseniz! Her şeyden önce sanal ve gerçeklik algısında karmaşa yaşıyorlar. Mevzu derin, belki de başka bir yazma konusu olmalı. 

...

Upuzun bir yaz tatili başladı, iki haftası da geçti bile. Köyde, kentte, kırda kumsalda… Her fırsatı değerlendirirdim ben olsam… Kendi oynadığım oyunları öğretirdim. Masallar anlatırdım. Ben 1001 gece masallarıyla büyüyen çocuklardan biriyim. Çizmeli Kedi' nin doğu kültüründeki karşılığı olan "Tozlu Bey"i babama defalarca anlattırdığımı hatırlıyorum.

Masal deyip geçmeyelim, çocuklar doğruyu yanlıştan, iyiyi kötüden ayırmayı ilk masallarda öğrenir. Şimdilerde masal anlatıcılığı modası var. Hem de büyüklere…

Okuyacakları kitapları güvendiğim yazar ve yayınevlerinin kitaplarından kendilerine seçtirirdim. Nereye giderse gitsin, çantasında bir kitap, not alması için bir defter taşımasını alışkanlık haline getirmesini sağlardım. 

Şarkılar söylerdim birlikte, şiirler ezberletirdim.

İple topla oynanabilecek oyunlar öğretirdim. Topun sadece futbol, voleybol aracı olmadığını bilirlerdi. Belki kendileri de farklı farklı oyunlar kurarlardı.

Dokuz taş öğretirdim mesela…topla oynanabilecek ne güzel bir oyundur. Dokuz taş oynarken rakip takımın "ortadan kuyu var yandan geç" diyerek sinir etmenin keyfini yaşarlardı.

Onların da  büyüdüklerinde küçüklerine anlatacak anıları olurdu.

Güzel olmaz mıydı?

Tercihlerimizde gezmek için alışveriş merkezleri, oyun için bilgisayarlar olduğu sürece tatil gerçekten hoş mu geldi, pek emin değilim.