Spor çok yönlü bir bilim dalıdır. Farklı amaçlarla da olsa her dönemde spor yaparız. Kimimiz eğlence olsun diye, kimimiz zayıflamak için, kimimiz sağlıklı olmak için, kimimizde bu sektörden para kazanmak için... Kimi zaman da askerlerimizi disipline sokmak ve onları zinde tutmak için spordan vazgeçemeyiz. Ağaç yaş iken eğilir deyip sporun temelini oluşturan beden eğitimini önemli kılmayı başarmışız. Evrensel anlamda beden eğitimi sağlıklı bir yaşamı teşvik etmek, bireyin sosyal, fiziksel ve kişisel gelişimine katkıda bulunmaktır. Beden Eğitiminde işbirliği vardır. Spordan ayırt eden tek fark da budur. Sporda rekabet vardır.

Beden eğitiminin önemini biliyorken, yeterli stratejiler ve uygulamalar geliştirebilmiş miyiz, bunu bir ileriye taşıyabilmiş miyiz, kurumlar üzerlerine düşen görevleri yerine getirmiş mi, asıl üstünde durmamız gerek konular bunlar.

Ülkemizde Beden Eğitimi dersi zorunlu dersler arasındadır, değerlendirme yapılır, karnede gösterilir. Zorunlu ders saati tüm kademelerde yıllık 25-50 saattir. İlkokullarda sınıf öğretmenleri, diğer kademelerde ise branş öğretmenleri derse girmektedir. Avrupa ülkelerinde de durum pek farklı değil. Ülke ülke ders saatlerinde değişiklik gösterse de onlarda da ilkokul ve diğer kademelerde öğretmen durumları bizimle benzer. Yalnız ilköğretim okullarında Beden Eğitimi dersini sınıf öğretmenlerinin vermesinin nedeni personel yetersizliği. Onlar bizden farklı olarak yıl sonunda okullarda bir de tarama yapıyor.

Atama bekleyen Beden Eğitim öğretmenlerini düşününce bizde personel yetersizliği değil, personeli değerlendirememe olduğunu anlıyoruz. Ama ilkokullarımızda Beden Eğitimi derslerinin öğretmenin dinlenme zamanlarına dönüştüğünü hepimiz öğrencilik yıllarımızdan hatırlarız.

Malzeme ve sağlıklı spor yapabilmek için tesis yetersizliğimiz okullarımızın başlıca sorunu. Az da olsa spor salonu bulunan okullarımız var ama yetersiz. Bu da öğretmenlerimizin çalışma azmini kırıcı bir unsur.

Müfredat ve strateji olarak bir sorun görünmemekle birlikte ülke spor karnemiz pek parlak görünmüyor. Olimpiyatlarda, ferdi ve takım sporlarında durum ortadayken Milli Eğitim Bakanlığı, Gençlik ve Spor Bakanlığı ile Olimpiyat Komitesi, Federasyonlar günü kurtarmanın peşindeler. Bunu 80 milyon olduğumuzu övünüp, devşirme sporcularla gururlandığımız günlerden hatırlıyoruz. Dünya çapında sporcumuz eminim doğuyordur ama henüz bu topraklarda yetiştiğine şahit olmadık. Yetiştiğini sandığımız da hakeme filan ayakkabı fırlatıyor. Sporcunun ahlaki sorunları bulunmakta anlayacağınız. Olimpiyatlarda da madalya sayımız hızla düşmekte, dopingle anılır olduk oralarda. Son olimpiyatlarda devşirme sporcularla dünyaya manşet olmuş, kendimize bir hayli güldürmüştük. Üç tarafımız denizlerle çevrili yurdumuzda yüzmede bir madalyalı sporcumuz yok. Lâkin deniz olmayan ülkelerin bayrakları gönderde. Güreşte de köpüklü günlerimiz epey geride kaldı.

Parsel parsel oyun alanlarımız vardı bizim. Özgür ruhtuk hepimiz, sokaklarda öğrenirdik her şeyi. Sporu, oyunu, arkadaşlığı… Ama eve hapsettik çocukları, dünyadan bihaber. Gençlerimizde Obeziteyi de korkutucu rakamlara ulaştırmayı başardık hep birlikte.

Her şeye rağmen yeterli olmasa da Cumhuriyet tarihinde olmadığı kadar tesisimizin yapıldığı da doğrudur. Eğitmen konusunda da eksiğimiz yok fazlamız var. O zaman sorunumuz ne derseniz o da istikrar ve inanç. Aileler bile çocuklarının çeşitli kaygılardan ve erinmekten dolayı geçici hevesle spor yaptırıyor. Spor kulüpleri ve eğitmenler de bundan pek huzursuz değiller, para gelsin yeterli anlayışı hâkim. Bu yüzden standart bir disipline de ulaşamamışız henüz. Kimsenin sporcu yakalamak gibi bir derdi yok. Hal böyleyken istikrar olmayınca inanç da olmuyor. Sorun dönüyor dolaşıyor ahlaki ayarlarımıza dayanıyor. Büyük Önder Atatürk durumu o zamandan özetlemiş aslında "Ben sporcunun zeki, çevik, aynı zamanda ahlaklısını severim."