Renkleri pek bilmem aslında, deniz mavi, yaprak yeşil, çiçek dediğin de kırmızıdır benim gözümde. Ha, bir de göremediğim, bana hiç pas vermeyen her şey siyahtır katran gibi, Allah ne verdiyse üzerime boca eden beyazı da anamdan emdiğim helal süt hatırına bilirim, o kadar.
     Hiç bir enerjiye yuva olamadığında beyazlaşarak ıssızlaşır insanoğlu, kendi özünde yalnızlaşırken çevresi siyahlaşarak kalabalıklaşır, yansıttığı ne var ne yoksa emdiği için kara bir leke gibi sarar etrafını gittikçe koyulaşan karanlık.    

Her enerjiyi somurmanın da bir faydası yok aslında, o zaman da içini karartıp kalabalıklaştıran bir hazımsızlığa teslim olurken insan, etrafını kar beyazı bir sessizliğe mahkûm eder alabildiğine. Çığlığı bile daha oluşamadan boğulur ses tellerinde.

     İhtiyacı olanı tutup fazlasına yol verende zenginleşip gelişir insanoğlu, ne kendi ıssızlaşır ne de yalnızlaştırır kimseyi, ne yığınlara teslim olur ne de kalabalıklaşır boşaltarak çevresini.

     Kendimiz yaratırız yalnızlığı bize gelen her şeyi reddederek. Gerisin geriye püskürttüklerimiz aşılmaz bir duvar gibi yükselerek gittikçe derinleşen bir çukurun dibine hapseder bizi. Her geçen an içeriye doğru kalınlaşır yığınlar, üstümüze üstümüze hücum eder o engellere çarparak geri dönen ne varsa, sıkışır kalırız.

     Kalabalıklar da bizim eserimizdir şüphesiz. Bir şekilde ulaşabildiğimiz her şeyi yutarak şiştikçe şişeriz kara delikler gibi. Taşıdığımız onca yükün ağırlığı altında kıpırdayacak mecalimiz kalmaz. Her nefeste bir adım daha yakınlaşırız patlamaya.

     Aslolan; en uygun anda, tam yerinde ve doğru miktarda almaktır gerekeni, kalanın geçişine kolaylık göstererek. Dostlar arasında muhabbetin hazzını yudum yudum tadarken de, ıssızlığın ortasında huzurun o doyumsuz tatmin duygusunu bütün varlığıyla kuşanırken de böyle olmalı insan, ne kapılmalı şuursuzluğuna kalabalığın ne de yalnızlığın soğuğunda üşümeli.