-Başta Fırat Çakıroğlu olmak üzere terör örgütü PKK ve diğer terör örgütleri tarafından katledilen bütün milliyetçi öğrencilerin hâtırâsına… 

"Faşistler, devrimci kardeşlerimize saldırmış"…

Yıllar evvel, üniversitede üçüncü sınıfta iken (2000-2001) duyduğum ve hiç unutmadığım bir cümle… Peki, faşistler kim; devrimci kardeşleri kim?

Öcalan'ın 1999'da tutuklanmasından sonra okuduğum Marmara Üniversitesi Göztepe kampüsünde bir yanda "devrimci kardeşlerinin" (üstelik bu sözü söyleyen bir Türk'tü), "Kâtil TC, Kürdistan'dan def ol", "Halklara özgürlük, Kürdistan'a statü" gibi sosyalist (!) sloganlar; bir yanda "Müslümân kardeşlerinin", "Hak yol İslâm", "Laik devlet, hesap verecek", "Başörtüsü özgürlüktür" sloganları… Diğer tarafta ise faşistler (!)…

Faşistler, ülkücüler başta olmak üzere bütün milliyetçiler yâni. Peki, faşist ne? Yâni sosyalist ve Kürdçü gruplarla, İslâmcı gruplardan daha diktatöryal, daha militarist bir yapıları mı var? Hâyır… Peki, nasıl faşist oluyorlar? Öyle, işte, onlar faşist…

Faşistler tarafından devrimci kardeşlerine (!) yapılan saldırı da, hatırladığım kadarıyla şöyleydi: Sözde öğrenci olan ve sonradan PKK'nın dağ kadrosuna katıldığını öğrendiğim kişi, elinde baltayla, tekbîr getiren ülkücülere saldırmış, sonra da biri elinden baltayı kapıp, sopasıyla bunun kaşını patlatmıştı. Baltayla yapılan ölümcül saldırı, oldukça doğal iken, nefsi müdafaâ, faşizm oluyordu. Gerçi sonuçta "devrimci şiddet" diye bir kavram var değil mi, devrim için şiddet yâni…

Aslında bu pek şaşırtıcı bir durum değil. Mâlûm sosyalizm, devrime giden süreçte şiddeti onaylar. Hattâ bu konuda Sovyet hukûk sisteminin kurucusu olan Nikeloy Krilenko'nun şu sözü, yeteri kadar fikir veriyor. "Sadece suçluları idam etmemeliyiz. Masumları idam etmek kitleleri daha fazla etkileyecektir."[1] Gerçi Krilenko da, sonradan 1938 yılında Stalin tarafından idâm ettirilmiştir. Benzeri görüşleri de ünlü Sovyet Rus yazarı Maksim Gorki, şu şekilde dile getirmiştir[2]:

"Rus köylerindeki yarı vahşi, ahmak, hantal insanlar yok olup gidecek ... ve yerlerini okumuş, zeki, zinde insanlardan oluşan yeni bir topluluk alacak." (Rus köylerinde kolhozlaştırmadan dolayı kıtlık başlaması ve milyonlara varan toplu ölümler üzerine söylemiştir.)

"Bir düşman teslim olmazsa yok edilmelidir."

"Doğanın güçleri asalak yığınları yaratır; aklımız bizi onlarla uzlaşmaktan alıkoyar - sıçanlar, fareler, tarla sincapları ülke ekonomisine çok büyük zarar verir."

Elbette birçok kişi Stalin, Lenin, Troçki gibi Sovyetlerin ünlü kan dökücü kurucularının açık örnekleri varken, bunları tercih etmemi garipseyebilir. Bunda da haklıdırlar. Zîrâ asıl büyük başlar, burada söylenenleri, çok daha büyük çapta uygulamaya dökmüşlerdir. Ama bu kişilerin de önemli bir durumu var. O da bu kişilerden birinin dünyâ çapında bir yazar, birinin de hukûkçu olmasıdır. Yâni mes'ele tepe kadronun değil, orta seviyedeki kişilerin algısıdır ve bu çok daha tehlikelidir. Zîrâ yönetim, her zaman kan dökmeyi sever. Ancak orta ve alt kademe, bunu benimseyip, özümserse doğrudan uygulamaya geçilir ve durdurmak çok zor olur.

Dikkât edilirse, alıntı yaptığım bu iki kişinin sözlerinde bir ortak nokta var. O da mâsumların öldürülmesi. Peki neden? Krilenko'nun dediği gibi "kitleleri daha fazla etkilemek" için…

Kitleleri etkilemenin üzerinde özellikle durmak gerekir. Kitleleri etkilemek, onları peşine takabilmek ve hedefe yürümektir. Ancak burada mâsumları öldürerek yapılan etkileme, tamâmen terörize bir biçimde korku salmayı hedeflemektedir. Bunun benzeri ifâdelere Türkiye devrimci solunun önemli isimlerinden olan Mâhir Çayan'da da rastlamaktayız[3]:

"Proletarya, daha doğrusu öncü müfrezesi bu zıtlığı çözümlemek için devrimci sınıfları kendi tarafına çekerek, ileriye fırlar, karşı tarafın baskı ve cebrini devrimci şiddet ile bertaraf edip, eski devlet mekanizmasını parçalayarak, kendi politik hegemonyasını kurarak, kendi iktidarına uygun alt yapı düzenlemelerine geçerek, sınıfsız topluma kadar devrimi sürekli kılar."

Proletarya'nın öncü müfrezesi dediği devrimci şiddet örgütleridir. Elbette burada devrimci şiddetin uygulanacağı devlet kurumlarının neler olduğunu söylemeye gerek yoktur. Bâzıları bunun zenginler, dîn adamları ya da ABD kurumları olduğunu söylese de, Çayan'ın yazılarında hedefin "devletin askerî ve polisiye kurumları" olduğu yer alır. Bu bağlamda Kürd siyâsî ve terör hareketinin özellikle solun içerisinde kendisine yer bulabilmesi üzerinde de düşünmemiz gerekir. Elbette solun klasikleşmiş barış, özgürlük, eşitlik söylemlerine sığınmak Kürd hareketi açısından önemlidir. Ancak çok daha önemli olan kısım, solun devrimci şiddet anlayışıdır. Günümüzde Türkiye içerisinde yasadışı olarak yer alan akımlar içerisinde şüphesiz en büyük güce sâhib olan unsur, PKK çizgisidir. Bununla berâber PKK'nın yürüttüğü terörün, bir terör hareketi olarak değil de, silâhlı bir devrim hareketi olarak görülmesinde solun devrimci şiddet anlayışının yeri büyüktür. Solun romantik söylemleri Kürd terörünün üzerini örterken, gerçek yüzünü gösteren militan söylemleri ise Kürd terörüne bir program ve anlam katmaktadır. Bunun dışında Lenin'in "halkların kendi kaderini ta'yin hakkı", Sovyetlerin ilk Dış İşleri Bakanı olan Çiçerin'in TBMM başkanlığına yazdığı mektûbda Kürdistan, Lâzistan ve Ermenistan'dan söz etmesi[4], aynı Çiçerin'in Van ve çevresinde bir Ermenîstan Sovyeti kurma isteği gibi sebebler de elbette Kürd siyâsî ve terör hareketinin sola yanaşmasının sebebleri arasındadır.

Özel olarak üniversitelere baktığımızda, neden üniversiteler, diye sorabiliriz. Aslında bu sorunun yanıtı da basittir. Zîrâ üniversite hareketleri, aynı zamanda birer kadro hareketidir. Yâni eğitim fakültelerinde yerleşmek, terörist öğretmenler anlamına gelir. Hukûk fakültelerine yerleşmek, terörist hukûkçular anlamına gelir. Tıp fakültelerine, mühendislik fakültelerine yerleşmek, terörist doktorlar, mühendisler anlamına gelir. Yâni hangi meslek olursa olsun, orada bir kadro oluşması anlamına gelir. Peki, o hâlde neden ülkücü öğrencilere saldırıyorlar? Gerçekten basının hep belirttiği gibi "karşıt görüşlü" olma mes'elesi mi? Aslında da burada da devreye aynı unsur giriyor. Kadro hareketi olmak… Yâni kendin kadrolaşırken, rakîbinin kadrolaşmasını, bir kadro hareketine dönüşmesini engellemek. Bu nasıl olur? Sürekli saldırarak. Kime? Rakîb olarak gördüğün fikrin mensûblarına… Yâni milliyetçilere… Bir de şöyle bir soru sormamız gerekir: Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da eğitim şartları, pek iyi değilken, eğitimle hiç ilgisi olmayan birçok kişi, nasıl en iyi üniversiteleri kazanabiliyor? Bu da doğrudan devletin araştırması gereken bir sorudur. Türkçe konuşmakta ve okumakta bile zorlanan bu kişiler, nasıl oluyor da, üniversite sınavlarında böylesine yüksek puanlar alabiliyor? Üzerinde durulması ve incelenmesi gereken bir konudur.

Üniversitelerde terör, mutlaka çözülmesi gereken bir mes'eledir. Hattâ terör mes'elesinin temelidir. Çünkü üniversiteli terörist, yetişmiş bir elemandır. Örgütün tepe kadrosunda yer alacak olan ve örgüt için önemli olacak olan bir kişidir. Bomba imâl edecek, fikrî önderlik yapacak, kitleleri yönetecek, gerekirse dağa eleman gönderecek, siyâsî ve sosyal örgüt yapılarını yönetecek bir kişidir. Aynı şekilde Türk milletinin değerli evlâdlarına da düşmanlık yapacak olan kişidir. Terör, PKK, DHKP-C ve bütün Kürdçü ve sol yapılarıyla üniversitelerde saldırırken, hedef, yine Türk milliyetçileridir. Türk milliyetçileri bu noktada, Gorki'nin nitelediği teslîm olmadığı için ölmesi gerekenlerdir. Ama artık Türk milleti için öle öle cân kalmadı. Tevfîk Fikret'in dediği gibi

"Vatan için ölmek de var

Fakat borcun yaşamaktır…"

Türklüğün yaşaması ise önce devletin, sonra Türk milletinin boynunun borcudur… Dolayısıyla bir ân evvel Türkiye Cumhûriyeti'nin üniversitelerindeki Kürd terör hareketinin gücünü kırması ve etkisizleştirmesi gerekiyor.

KUTLU ALTAY KOCAOVA

        21 Aralık 2016

[1] Gray, John, Ölümsüzleştirme Kurulu, Bilim Işığında Kefeni Yırtmaya Dönük Garip Arayış, s.139, YKY, İstanbul 2011

[2] Gray, John, Ölümsüzleştirme Kurulu, Bilim Işığında Kefeni Yırtmaya Dönük Garip Arayış, s.116-117, YKY, İstanbul 2011

[3] Çayan, Mahir, Bütün Yazılar, s.192-193, Eriş Yayınları, 1. Baskı, 2003

[4] Karabekir, Kâzım, İstiklâl Harbimiz, c.2, s.875, YKY