​Bir zamanlar, üzerinde yaşayan insanların, zenginlikleri ile göz kamaştırdığı, kimselerin dilencilik yapmaya ihtiyaç duymadığı, bayındır ve güzel bir ülke vardı.

​Ülkenin hükümdarı Ulus Şah, onun himayesinde ise yaşlı ve bilge bir vezir yaşardı. Ulus Şah, babasının emaneti bilge veziri yanından eksik etmez, onun görüşüne baş vurmadan hükmünü vermezdi. Bilge vezir sayesinde, yurt bayındır, insanlar huzurlu, hazine dolu olunca hükümdar rahat eder, onun sayesinde sorunlarla uğraşması gerekmezdi. Devlet işlerinin, kendine ihtiyaç duyulmadan çözüme kavuştuğunu bilen Şah, gece gündüz demeden yer, içer, eğlenir ve ava çıkardı.

Gel zaman git zaman, bilinesi tek gerçek ölüm gelip de yaşlı bilgenin kapısını çaldığında, yeni bir vezir seçmek gerekti. Memleketin dört bir yanında, makam ve mevki düşkünü yüksek yönetici kimseler, boşluk kabul etmeyen doğa yasasının kendileri lehine çalışmasını umarak içten içe ümitlenip dua ettiler. Sonunda devlet kuşu, içten pazarlıklı olduğundan, henüz ipliği pazara çıkmamış, Ulus Şah'ın nasıl olduysa güvendiği birinin omzuna kondu, sağlam pençeleri ile onu kavrayıp, vezirlik makamına kadar götürüp bıraktı.

Bu vezir, yeni görevine başlayıp da görevini layıkıyla yerine getirdiğine Şah'ı ikna edince, Şah eski rahatına ve umursamaz hayatına yeniden kavuşmuş, devlet işlerini boşlar olmuştu. Fırsat bu fırsattır deyip, vergi toplamakla görevli vekili yanına çağıran yeni vezir ona dedi ki;

"Yurttaşlar kendilerine gösterilen aşırı adalet yüzden küstahlaşmış, yönetilmesi zorlaşmıştır. Şayet tedbir alınmazsa, korkarım bir felaket gelip bizi bulacak. Ulus Şah, eğlencede, içki sofralarında zevk ve sefa içindeyken yurttaşların durumundan haberdar değildir. Onları yola getirmelisin. Yola getirmenin iki şekli vardır; Kötüleri ortadan kaldırmak, iyilerden mal almak. Ben sana kimin malına el koymanı söylersem, onun mallarına el koyacaksın."

Bu şekilde, vekil kimi yakalarsa vezir ondan rüşvet alır, vekile de payını almasını söylerdi. İş o duruma vardı ki, yurttaşlar fakir düştü, bir çoğu yerlerinden yurtlarından oldular, hazine boşaldı. Ülkeyi içeriden sinsice kemiren rüşvet pisliğinin üzeri, vezirin tilkilere şapka çıkartacak kurnazlığı sayesinde örtüldü. Yurttaşların çığlığı, bu örtünün altında boğuldu gitti...

Günlerden bir gün, Ulus Şah'ın habercileri, komşu ülkelerin en güçlüsünün, kendilerine düşman olduğu ve yakında bir sefere hazırlandığı haberini onun kulağına fısıldadı. Bu yakın tehlikeyi haber alan Ulus Şah, hazineye gidip, askere moral için bahşiş vermek ve orduyu sefer için hazır etmek istemiş ama hazineyi boş görünce irkilmişti. Şehrin ileri gelenlerinden, buna neyin sebep olduğunu öğrenmek istedi. Yeni vezirin zulmünden korkan varsıl kimseler onu tatmin edebilecek cevaplar verememişlerdi. Günlerce bu konu üzerine kafa yoran Ulus Şah, çıkar bir yol aramış, bulamamış, iç sıkıntısından doru atına atlayıp, gecenin karanlığından, sabahın aydınlığına dek yol almış, güneş en tepeye ulaştığında, bir geniş bir ovaya varmıştı. Ağustos ayının verdiği kızgınlıkla tepede parlayan güneşe, yorgunluğa ve susuzluğa tam da daha fazla dayanamayacağını düşündüğü anda, ovada bir duman bulutunun yavaşça gökyüzüne yükseldiğini gördü. Atını yeni hedefine sürdü.

Darağacına çekilmiş bir köpek, akasya ağacının yanına kurulu bir çadır, çadırın etrafına yayılmış bir koyun sürüsü gördü. Hayretler içinde çadıra yaklaştı, çadırın içinden bir adam çıktı. Selam verdi. Yiyecek, içecek neyi varsa ona ikram etti. Ulus Şah: "Yemek içmekten önce, şu köpeğin hikayesini anlat hele" dedi.

Delikanlı olayı şöyle anlattı: "Bu benim sürüye göz kulak olması için görevlendirdiğim köpekti. On adama bedel işler çıkarttığını ve korkudan sürüye kurtların yaklaşamadığını bilirim. Günübirlik işler için şehre gittiğimde bu köpek, koyunlarımı otlamaya götürür ve sağ salim geri getirirdi. Derken ardan bir zaman geçti. Koyunları sayayım dedim, bir kaç koyun eksik çıkmıştı. Buralarda hırsız olmadığından, ben koyunlarımın neden azaldığını anlayamadım. Bu arada vergi tahsildarı geldi, yıllık vergi istedi ama elimdeki koyun sayısı yeterli olmadığı için koyunlarıma el koydu. Şimdi ben o tahsildarın çobanlığını yapıyorum."

Ulus Şah dikkat kesildi. Delikanlı anlatmaya devam etti: "Günlerden bir gün, odun toplamak için ormana gittim. Dönerken de koyunları görebileceğim bir yüksekliğe çıktım. Otlamakta olan sürüye yaklaşmakta olan bir kurt gözüme ilişti. Hemen bir çalılığın ardına gizlenerek, olanı biteni izlemeye koyuldum. Köpek kurdu görünce, kuyruğunu sevinçle sallayarak, yerlere kapanarak yaltaklanarak gitti. Kurt ise sakince bekliyordu. Köpek kurdun sırtına çıkıp üzerine abandı, sonra gidip bir köşede yatıp zıbardı. Daha sonra kurt, sürüye dalarak bir koyunu kapıp götürdü. Köpeğin buna sesinin çıkmadığını, bu alışverişten memnun olduğunu, iflas etmemin sebebinin, köpeğin başıbozukluğu ve ihaneti olduğunu anladım. Ben de ihanetinin cezası olarak onu astım."

Ulus Şah, geri dönüş yolunda, çobanın anlattığı hikaye ile kendi başına musallat olan bela arasındaki ortak noktaları düşündü. Saraya ulaşır ulaşmaz, tutuklanan insanların, dosyalarını isteyip inceledi. Gördü ki veziri olacak alçak, yurttaşlarına adaletsizlik etmiş, onlara kötü davranmış ve kendisi de semirdikçe semirmiş, kesesi şiştikçe daha bir pervasız olmuş.

"Veziri azlediyorum. Onu hemen derdest edip, zindana atın. Yurttaşlara haber salın, kim kendine bir haksızlık edildiğini düşünüyorsa, gelip divana derdini söylesin, tutuklu bulunanları da huzuruma getirin, bizzat kendim bütün hepsini dinleyip, hakkını teslim edeceğim."
dedi.

Tutuklu bulunanlar ve diğer şikayeti olanlar geldiler. Şikayetlerini dile getirip adalet istediler. Ulus Şah bunları dinledikçe, vezirinin sadakatsizliğini, ahlaksızlığını ve tabii ihanetini gördü. Hakkı olana hakkı teslim edildi. Vezirin bütün mal varlığına el konuldu, sarayı yurttaşların gözleri önünde yerle yeksan edildi. İşbirlikçileri de aynı cezalara çarptırılmaktan kurtulamadılar.

Hain vezirin sarayında yapılan araştırmada kendilerine düşman olan ve sefere hazırlanan ülkenin başına yazdığı bir mektup bulundu. Vezir mektup da, düşmana, ülkeyi bir istila için hazır ettiğini, insanların fakir, askerlerin moralsiz ve desteksiz olduğunu söylüyordu. Her şeyi hazır etmişti.

Ulus Şah, mektubu okuduğunda verilen cezanın kafi olmadığını düşündü. O çobanın köpeğe yaptığı gibi onu darağacına çektiler.

Ulus Şah, çobanı huzura getirmelerini emretti. Getirdiler.

"Efendiler, biliniz ki, devlet meselelerinde gözlerimi dört açmamı sağlayan, işte bu çobandır." dedi. Çobana yedi yüz koyun verilmesini ve kendisi yaşadığı sürece çobandan kimsenin vergi almamasını söyledi...

Daha sonra büyükler ne doğru söylemişler diyerek, şu atasözünü söyledi: "Nama, şana aldanan ekmekten olur; ekmeğine tüküren canından olur."

21.01.1017


DİPÇE : Nizam'ü-l Mülk'ün Siyasetname adlı eserinde geçen bir hikayeyi, Olay örgüsünü, karakterleri ve anlatım tarzını değiştirip yeniden yorumladım.