Ama görebildiğim kadarıyla 'siyasi parti' kavramı altında alışıla gelmiş anlamıyla ifade edilen yapılar toplumların kendilerini siyasi açıdan ifade etmelerine artık yetersiz geliyor. Özellikle Son 15 yılda bilişim teknolojisinin geliştiği hız ve bununla beraber değişen toplum yapısı, iletişim alışkanlıklarına değişime müsait olmayan, kemikleşmiş siyasi yapıların cevap vermesi mümkün değil.

2. Bölüm: Türkiye

Dünkü yazımda yurt dışında siyasi yapılanmanın kemikleşmiş parti modelinden gittikçe daya değişken, daya hızlı 'hareket' yapılanmasına doğru bir evrim geçirdiğini tespit etmenin mümkün gözlemlendiğinden bahsetmiştim.

Bu yazıyla olaya Türkiye açısından bakmak istiyorum.

16 Nisan geçti ve anayasa oylamasının sonucu Cumhurbaşkanı ve artık tekrar AKP'nin Başkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın arzuladığı doğrultuda açıklandı.

Lakin sonuçlardan gördüğüm kadarıyla sadece muhalefet seçmeninde değil, AKP seçmenlerinde de bir memnuniyetsizlik hakim. AKP kanadında bu durum özellikle son kurultaydan sonra daha bariz görülür oldu.

MHP camiasında ise çok uzun zamandır süren rahatsızlık, 1 Kasım 2015 seçimleri MHP'nin mecliste pkk'nın siyasi kolundan daha az koltuğa sahip olmasına rağmen genel başkanlık koltuğunu işgal etmeye ısrarla devam eden ve kendisine muhaliflerin haklarını iktidar desteği ile gasp eden Devlet Bahçeli'nin tabanın geniş desteğini kaybetmesine yol açmıştı.

15.7.'den sonra ilk bakışta yapıcı ve devletçi duruş sergiler gibi görünen Bahçeli 7 Kasım 2016 Yenikapı Mitinginden sonra MHP'yi alenen kayıtsız şartsız AKP'nin hizmetine sunduğu gibi MHP tabanının ağır çoğunluğunun karşı olduğu başkanlık sistemini gündeme getirip akabinde anayasa değişimini açıkça destekleyerek Recep Tayyip Erdoğan'ın 'partili Başkan' olmasına verdiği destek, camianın MHP ile özleşememesini sağladı.

Yönetiminden memnuniyetsiz olan bir diğer parti CHP olsa da bu rahatsızlık MHP'de olduğu seviyede değildi ve 16 Nisan 2016 referandumuna kadar CHP seçmeni birlik ve beraberliğini koruyabildi veya en azından öyle göründü. Oysa günümüzde CHP'lilerin yönetimlerinden memnuniyetsizliği daha sık duyuluyor. Hatta konu ilk defa yabancı ülkelerin medyasına yansıdı.

Yani Türk siyasetinin aktörleri olan siyasi partilerinin seçmenlerinde genel bir hoşnutsuzluk, memnuniyetsizlik ve hatta bu kurumlara karşı güvensizlik olduğu söylenebilir.

Hal böyleyken MHP'nin muhalif kanadında değişmiş anayasanın da etkisiyle MHP'de yönetimi değiştirmektense (sanırım fiilen yaşanan hukuksuzluk karşısında bunun imkansızlığı analaşılmış durumda) 2019 seçimlerine yeni bir oluşumla gitme projesi gittikçe zemin kazanıyor. Burada iki model mümkün:

a) MHP'ye alternatif olarak yeni bir 'milliyetçi', 'ülkücü' parti

b) Toplumda algılanan MHP'nin milliyetçilik kavramından daha geniş bir 'milli' kavramla gerek CHP hatta gerekse 'AKP'den de bazı isimleri kapsayabilecek yeni bir yapılanma.

Seçenek a)'da bahsettiğim alternatif partinin siyasi aritmetikde karşılığı olacağına inanmıyorum. MHP (hangi yönetim, hangi durumda olursa olsun) kurumsal olarak var olduğu sürece iddia ettiği hedeflere 1:1 alternatif sunan başka bir oluşumun bence başarılı olması mümkün değil. Bu görüşüm için gerekçelerimi Eylül 2016 tarihli 'Yeni Parti' yazımdan öğrenebilirsiniz.

Seçenek b) 'de sunduğum yapılanmanın durumunun daha farklı olabileceğini, yani sandıkta alacağı karşılık açısından değerlendirildiğinde daha başarılı olabileceğini düşünüyorum. Bu tür yapılanmanın kurumsallaşmasının nasıl olacağı mevcut seçim kanunlarına bağlı olsa da seçmene, yani halka yansıması klasik anlamda 'parti' yapısından ziyade bir hareket şeklinde olacaktır. Yani bildiğimiz teşkilatlanmadan ziyade (il, ilçe başkanlıkları, delege seçimleri vs.) halkta teveccühü olan 'popüler' bir isim etrafında siyasi yelpazenin 'sol ve sağ' milli kanatlarına kucak açan ve kendini bu kanatlardan tanımlayan isimlerin yer alacağı, bölge ve illerde katı hirarşik bir yapılanmadan ziyade daha çevik ve daha anti otoriter ekip çalışması ile hareket eden bir 'hareket'.

Bu satırlarla bu hareketin başında hangi hanım veya beyin olacağını tartışma konusu olsun istemiyorum. Vurgulamak istediğim eski, alışıla gelmiş düzende hareket eden yapılara göre olan farkı.

Böyle bir 'hareketin' siyasi açıdan çok daha çabuk, katı olmadığı için daha esnek ve dolayısıyla daha kapsamlı olabileceği kanaatindeyim. Diğer yandan da uzun vade de dıştan müdahalelere karşı daha zayıf, kendini doğru zamanda doğru zamanda gerekli şekilde yenilemeyi başaramazsa geldiği kadar çabuk yok olmaya mahkum yani daha kırılgan bir yapılanma söz konusu.

Gözlemleyebildiğim kadarıyla bu veya buna benzer bir yapılanmanın oluşma aşamasında bulunmakta.

Benim biri(leri) düğmeye bastı ve dünya siyasal yapısını yeniden tasarlıyor gibi bir iddiam yok. Bence olay komplo teorisi kapsamının dışında ele alınması gerekecek kadar önemli.

Ama görebildiğim kadarıyla 'siyasi parti' kavramı altında alışıla gelmiş anlamıyla ifade edilen yapılar toplumların kendilerini siyasi açıdan ifade etmelerine artık yetersiz geliyor. Özellikle Son 15 yılda bilişim teknolojisinin geliştiği hız ve bununla beraber değişen toplum yapısı, iletişim alışkanlıklarına değişime müsait olmayan, kemikleşmiş siyasi yapıların cevap vermesi mümkün değil. Bunu sadece kişi isimleri üzerinden ele almamak gerek.

Mevcut siyasi partilerin hiç birinin seçmen yapısı 15 senesinin öncesinin yapısıyla bir değil. Değişti, gelişti... ki; gelişim her zaman olumlu olma mecburiyetinde değildir. Bu MHP için geçerli olduğu gibi CHP için de geçerli ve AKP için de geçerli. Muhakkak ki bir kurumda olan değişim diğer kurumlardan fazla veya az ve farklı yönde olabilir. Ama özellikle fikir partileri için geçerli olan bir gerçek var ki; o da temsil edildiği fikri hayatın her alanına yansıtamıyorsanız, yani milletinizin toplumsal hayatının her alanına ulaşamıyorsanız, yapısal bir çıkmaza girmiş ve gerilemenin başlangıcı olan duraklama döneminiz başlamış demektir. Ki bence Türkiye'de partiler gerileme devrine çoktan girdiler.

Terör ve ekonomi hariç başka söylem alanı tanımayan bir 'Milliyetçilik' ve bu alanlar da bile söylemden öte çözüm üretemeyen bir yapının etki alanını, nispeten yeni olan ve bu konularda bir şey yapıyor görünen bir oluşum (yaptıkları devletin bekasını tehlikeye sokacak hatalar olsa bile) yok eder.

Aynısı sosyal demokrasi ve kemalizm için geçerlidir. Sosyal demokrasi ve Mustafa Kemal Atatürk'ün ilkelerinden uzaklaşan bu ilkelerle bağdaşmayacak Türk düşmanlarına mavi boncuk dağıtan bir yapı Türk Milli Sol'unun kendisini ifade edebileceği bir yapı olmaktan çoktan çıkmıştır.

15 senedir iktidarda olan bir partinin seçmeninin de bir çoğu bu partinin muhafazakar, dindar söylemleri ile yapılanların arasında büyük bir uyuşmazsızlığın olduğunun farkındadır.

Bütün bu seçmen kitlesinin ortak muzdarip noktası ise kendilerini ifade edecek alan bulamamalarıdır

Yazının ilk bölümünde bahsettiğim ülkelerle Türkiye'nin ortak noktası ise, tabii ki göreceli olarak, demokratik ve ekonomik açıdan kötü gidişattır. Ekonomisi sağlam temeller üzerine dayanan ve sosyal sıkıntı yaşamayan ülkeler, örneğin Almanya, mevcut yapısını değiştirme ihtiyacı duymaz. Kaldı ki Almanya 'da bile PEGİDA veya AFD gibi oluşumların güçlendiğini görmek mümkün.

Yani bu açıdan bakıldığında Türkiye'de siyasi yapılanmanın değişebileceğini görmek ve buna hazırlıklı olmak gerektiğine inanıyorum.