Trump yönetiminin, aralarına dahil olmaktan gurur duyduğum bir avuç Türk milliyetçisi entellektüelin 6 ay öncesinden ön gördüğü gibi Rusya yalancı baharının bitirilmesinden, Suriye'ye atılan füzelerden bahsetmeyeceğim. Problemin esasına dair olabildiğince öz konuşmak istiyorum.

Üretim yaparak katma değer yaratamayan kitleler toprağa bağlı kısıtlı kaynaklar için sürekli, kesintisiz birbirleriyle mücadele etmek durumundadırlar.

Bu mücadelede kan dökmeye en hevesli, en gözü kara, en fazla şiddet uygulayan kazanır. Tarım imparatorlukları da böyleydi. Ekilebilir toprak sınırlıydı ve zenginleşmenin yolu sürekli fütühattı. Tanrı böyle emrettiği için değil Tarım ekonomisi böyle buyurduğu için sürekli şiddetin, iç mücadelelerin arkası gelmedi.

Ortadoğu'nun ve ortadoğu gibi bilgi toplumu olup, ürettiği bilgiyi teknolojisiyle ürün haline getirip, gelir kapısı yaratamayan toplumların bitmeyecek problemi budur. Nüfus çok fazla ve talepkâr kaynaklar çok kısıtlı ve kaynaklara ulaşabilmek otorite olan egemenlik hakkı istiyor.

Bir klasik tarım devleti olan Osmanlı imparatorluğunu bahsettiğimiz üretimsizlik çıkmazı yok etti. Bu yalın gerçeğin etkilerini kimi münevverlerimiz 19.yy erken döneminden itibaren tanımlamaya başlasalar da, problemi olduğu gibi tanımlayıp, çözümünü ortaya koyan Gazi Mustafa Kemal Atatürk'den başkası değildir.

Türkiye Cumhuriyeti'nin "Yurtta sulh, cihanda sulh" prensibi, sanayileşmeye çalışan son derece geride kalmış bir milletin çağdaşlaşma ilkesidir.

Ortadoğu benzeri zenginleşmenin yolunun sadece ve sadece devlet gücüne bağlı olduğu yerlerde kan, göz yaşı, acı ve felaket bitmez. Barışlar geçici olur, herkes tetiktedir.

Türkiye üretemezse, sermaye oluşmaz, zenginlik sadece toprağa bağlı olur. Zenginlik sadece toprağa bağlı olursa "1000 yıllık kardeşlik" ; "din kardeşiyiz" bu gibi toplumsal yapıştırıcıların ne kadar zayıf olduğunu yakinen müşahade ederiz.

Türkiye'nin en büyük sorunu üretememektir. Üretmenin yolu ise bilimden, akıldan ve özgürlükten geçmektedir. Bir burjuva ideolojisi olan milliyetçiliğin esası üretimin siyasi sınırlar içersinde özgürce yapılması ve siyasi sınırlar dışarısında serbestçe ticaretinin yapılmasıdır.

Türkiye cumhuriyeti kurucu babasının özenle koyduğu temel ilkelerden korkunç derecede sapmıştır. Bu ilkelerden sapmayı delilsiz bir biçimde güzel, hoş, görkemli geçmişe dönüş olarak satmaya çalışan bir iktidarla yönetilmektedir. Bahsi geçen sapkınlığın hasarı zaman geçtikçe büyüyecektir.

Şu anda hala onarılabilir durumda olan bu çılgınlığa 16 Nisan referandumunda hayır oyu vererek dur deme ihtimali vardır. Mevcut antidemokratik, totaliter, fiili diktatöryal siyasi iklimde açıkçası böyle bir "hayır" kararının sandıktan çıkması mucizedir. Bu mucizenin duacısıyız fakat mucize olmazsa dahi Türkiye'nin seçenekleri bitmez, çareleri tükenmez. Zira 1923'de bilinçli doğru bir iş yaptık. Tekrar yapabiliriz...

Halil Ibrahim Bayrakçı