Son günlerde yakın dönem tarihimizin kıymetli bir parçası olan İttihat Terakki (hem parti hem de cemiyet olarak kullandım) devrine yönelik ciddi araştırmalar yapıldı ve yapılmaya devam ediyor. Yayım dünyamızın ciddi isimleri, muteber yayınevlerinden kıymetli eserler çıkardılar. Bu yayınları, müelliflerini ve ortaya koydukları tezleri takip ediyoruz.

Kavram olarak neo-İttihatçılık'ı pek olumlu bulmuyorum. Çünkü başta İttihat Terakki'ye yönelik araştırmalar yapanları, kendilerini İttihatçı olarak tanımlayan çoğu kimseyi, samimi buluyorum. Hatta çoğunu tanıdığımız bu kimseleri günümüzün İttihatçıları saydığımdan ve onları İttihat Terakki'nin bir parçası gördüğümden bir neo-İttihatçılık değil de doğrudan doğruya İttihatçılık yaptıklarını düşünüyorum. Bundan başka neo-İttihatçılık kavramının onmaz İttihat Terakki düşmanları tarafından da kullanıldığını bildiğimden bu kavrama sıcak bakmıyorum. Ancak işaret etmek istediğim tehlike tam da bu süreçten sonrası için yaşanması mümkün olan bir senaryo. Bu yüzden dikkat etmezsek gelecekte ortaya çıkan bu olumlu havanın neo-İttihatçılık haline dönüşmesini muhtemel görüyorum.

Şimdiye kadar İttihat Terakki'ye yönelik araştırmaları yapanların İttihat Terakki imajına yönelik olumlu katkıları oldu. Geçmişte, İttihat Terakki'ye ve İttihatçılara yönelik yapılmış olan tarihsel dezenformasyon, günümüz araştırmacıları tarafından ortadan kaldırılmaya başlandı. Osmanlı'yı parçaladılar, Almanya'nın yanında savaşa soktular, Abdülhamid Han'ı devirdiler, Cumhuriyet kadrolarına düşmandılar… kavlinden mesnetsiz iddialar; yapılan çalışmalarla çürütülmeye başlandı ve İttihatçılık -tabii ki hak ettiği gibi- bir değer olarak yükselmeye başladı. İttihatçıların, bir "ne yaptığını bilmezler güruhu" değil de son dönem Osmanlı yenileşme hareketlerinin sonucunda ortaya çıkmış bir "yetkinler kadrosu" olduğu, "ayakları yere basmayan hayalperestler" değil de "gerçeği iliklerine kadar hissetmiş, acı reçeteyi ortaya koymaktan çekinmeyen mücadeleciler" olduğu, "kuru cihangirlik ve savaş yanlıları" değil de yaşadıkları devrin şartları göz önünde tutulduğunda "diplomasi muvaffakları" olduğu, iddia edildiği gibi "kuru ırkçılık peşindekiler" değil de doğrudan doğruya "başta Osmanlı milletler topluluğunun, onların aidiyet hissetmediği noktadan itibaren ümmetin, ümmetin de dâhiliyet hissetmediği noktadan itibaren de Türklüğün felahı için hayatlarını ve siyasi geleceklerini riske atanlar" olduğu, yaftalanmaya çalışıldığı gibi "sürgüncüler" değil de "insanlık tarihinin en insancıl ve en başarılı tehcir hareketinin gerçekleştiricileri" olduğu ve aymazca tekrarlandığı üzere "Cumhuriyet kadrolarının düşmanları" değil de doğrudan doğruya "İstiklal Savaşı ve Cumhuriyet kadrolarının önemli kesimini oluşturanlar" olduğu kabul edilmemesi mümkün olmayan tarihi gerçekler olarak ortaya konulmuştur.

İttihatçıların tüm bu olumu yönlerinin ortaya konulması onlara yönelik bir sempatinin oluşmasını sağladı. Günümüz zihniyetinden, siyasi idaresinden memnun olmayan herkes ister istemez rotasını tarihe çeviriyor. Tarihi gerçeklerin doğru metodolojilerle ortaya çıkarılması da rotasını tarihe çevirenlerin İttihat ve Terakki'yle rastlaşmasını sağlıyor. Bugünden memnun olmayanlar yakın tarihimizde kendilerinden gördükleri İttihatçılarla benzeşim kurmaya çalışıyorlar. Bu durum özellikle milliyetçi çevrelerde, başta Şehit Enver Paşa olmak üzere İttihatçı kadroların tanınmasını, onların kahramanlıklarını anlatan kıssaların dilden dile dolaşmasını, İttihat ve Terakki tarafından benimsenen sembollerle, ritüellerin özellikle gençler arasında öykünülen değerler olarak yaygınlaşmasını temin etti. Tüm bunlar İttihatçılığın haklı yükselişinin olumlu sonuçlarıdır.

* * *

İttihat Terakki'ye ve İttihatçılığa yönelik tüm bu gelişmeler bizi sevindirse de beraberinde birtakım endişeleri taşımamıza da neden oluyor. İttihatçılar, kendi dönemlerinde muktedir olamayan iktidarlar yaşamışlar, yanlış anlaşılmalara kurban gitmişler, muhakeme etmeyen mahkemelerde yargılanmışlar ve ölümü çok erken yaşlarda tatmışlardır. İttihatçıların bu sergüzeşti onlara yönelik oluşan sempatiyle birleştiğinde başarısızlığa karşı bir kılıf ve başarısızlığı, kaybetmeyi özendirecek bir durum haline getirilebilir. İttihatçı kadrolardan kendine yakın gördüğü herhangi biriyle kendini özleştiren genç çok sevdiği bu İttihatçının bile başarısız olduğunu göz önünde tutarak, başarısızlığı olumlayabilir ve daha kötüsü başarılı olmayı olumsuz görebilir. Bu durumun önüne geçmek için tarihi bir yanılgıyı düzletmek gerekir: Evet, İttihatçılar muktedir olamayan iktidarlar yaşamışlar, anlaşılamamışlar, birtakım yanlış anlaşılmalara kurban gitmişler ve genç yaşlarında hayatlarından olmuşlardır; ancak bu İttihatçıların başarısız oldukları anlamına gelmez. İttihatçıların başarısı; Trablusgarp'ta Edirne'de, Çanakkale'de, Sarıkamış'ta ve tüm İstiklal Savaşı'nda milleti kıyama kaldıracak milli bir bilincin oluşması ve bu mücadeleleri yürütecek kadroların yetişmesi gibi bugün sahip olduğumuz şeylerin temeline yönelik verilmiş hizmetlerdir. Bu çabaların verilmesinin beyhude olmadığının göstergesi olan bugünkü Türkiye'dir.

Peki, bugünkü Türkiye'ye; fikirleri, bilekleri, yürekleri ve hayatlarıyla can veren İttihatçılar, bugünkü Türkiye'nin esası olan Cumhuriyet'e ve cumhuriyetimizin banisi Gazi Mustafa Kemal Atatürk'e karşı yürütülen bir düşmanlığın perdesi haline getirilebilirler mi?

Cumhuriyetle hiçbir zaman barışmamış, barışmak bir yana onu anlamak için dahi yaklaşmamış olanlar cumhuriyete yönelik en ufak bir saldırı fırsatını bile kaçırmıyorlar. Hemen her sahada, hemen her yoldan yapılacak mücadeleyi "darü'l harp" ilan ettikleri Türkiye'de mübah görüyorlar. Karşıdevrimci tavırlarıyla, demokrasiye hiçbir zaman layık olmayan kafalarının verdiği ilhamla "Hakimiyet milletindir!" gibi şükür edilesi değerleri, "Hakimiyet yalnız Allah'ındır," gibi muadili olmayan ilahi değerlerle çürütmeye çalışıyorlar. Hâlbuki farkında değiller ki Mutlak Hakim olan Yüce Allah, kullarının günahlarından ve sevaplarından yalnız kendilerini sorumlu tutarken kulunun bireysel karar verme sürecini esas alıyor. İdari hâkimiyeti millete veren cumhuriyet rejiminde ise bireyler tamamen idari ve pratik bir alanda, yönetim idealleri ortaya koyanlar arasından seçim yaparak karar veriyorlar. Dört Halife Dönemi'nin, demokrasi dönemi olduğunun farkında olmayan fikir fakirleri, güya İslam adına kendilerini güdecek çobanlara zemin hazırlamak için Cumhuriyet'e saldırıyorlar. Hiç farkında değiller ki İlahi olanla gündelik olanı bir tutma gafletine düşüyorlar. İkonoklazm Hareketi'ni utandıracak eylemlerle Cumhuriyet'in banisi Atatürk'ün güya put haline gelen büstlerle mücadeleye girişiyorlar. Cahil olanları böyle yapıyor. Peki ya akıllı olanları?

Cahilleri büstlere saldırıp halkı tahrik ededursun, nispeten akıllı olan cumhuriyet karşıtları takiyye halindeler. Atatürk'e açıktan açığa kâfir diyenlerin yancıları, büyük Türkçü edalarıyla meydanlarda gezinmekte ve her nasıl oluyorsa içerisinde ne Atatürk, ne de Türkeş bulunmayan Türkçülük modellerini piyasaya sürmekteler. Atatürk'süz Türkçülük icat ettikleri gibi, Türk'süz Ülkücülük modellerini de ortaya koymaktan çekinmiyorlar. Laf kalabalığıyla birlikte naif edalarla Türk'ün gür sesli Türkçü gençlerini ele geçirmeye uğraşıyorlar. Cumhuriyet'e ve Atatürk'e doğrudan laf söyleyemeyenleri, Atatürk'ün manevi şahsına ve ailesine karşı bel altı söylemleri Türkçülük maskesi altında yapabiliyorlar. Bunu yaparken de cürümlerine kılıf olarak sözde Enver Paşa sevgisini ve İttihat Terakki taraftarlığını ekliyorlar.

İki temel argümanları var. Birincisi; İttihat Terakkki'nin İslamcı siyaseti. Üç tarz-ı siyasetin bir kolu olan bu İslamcı siyaseti, sapkın siyasal İslamcı politikalarıyla birmiş gibi göstererek algı yanıltma yoluna gidiyorlar. Çok iyi biliyorlar ki İttihat Terakki'nin İslamcılığı, devletin gücünü kaybetmesini engellemek için devlet içerisindeki unsurlardan olabildiğince geniş bir birlik oluşturma çabasından başka bir şey değildi. Ancak tezvirat ustası oluşları ve maalesef tarihe hâkim olmayanlarımızın bulunması işlerini rahatça yürütmelerini sağlıyor.

İkinci argümanlarıysa; Cumhuriyet'in ilk yıllarında İttihatçıların ortadan kaldırıldığı, Atatürk'ün Şehit Enver Paşa'yı saf dışı ettiği, bu durum olmasaydı Enver Paşa tarafından yürütülen bir İstiklal Savaşı'nın İslamcı bir rejime dönüşeceği iddiası. Neresinden tutsak elde kalacak bu önerme, tezviratcılığın zirvesi olmalı. İstiklal Savaşı öncesinde Anadolu'da işgal karşıtı hareketler başlayınca İttihatçıların büyük çoğunluğu Anadolu'daki faaliyetlere destek vermek üzere Anadolu'ya geçmişti zaten. Büyük bir kısmı da gerek sivil olarak gerekse üniformasıyla Atatürk'ün yanında yer almış, Karakol Cemiyeti'nin oluşumunu sağlamış, savaş sonunda da siyaset arenasında hizmetlerine devam etmişlerdi. İstiklal Savaşı'nın zorlu günlerinde Atatürk'ün, muktedir bir Enver Paşa'yı çevresinde görmek istememesi haklı sebeplerden kaynaklanan bir hakikat iken, Enver Paşa'nın da Mili Mücadele'ye zarar vermemek için Milli Mücadele'ye aktif olarak katılmadığı; ancak olası bir ihtiyaç durumunda meydana çıkmaya hazır olduğu bilinmektedir. İstiklal Mahkemeleri'nde yargılanan İttihatçılar ise maalesef ülkedeki siyasi durumun idrakine varamamış veya varsa bile gidişata engel olamamış olanlarıydı. Bununla birlikte tezvirat ehli siyasal İslamcılar bilmeli ki "Kafkas İslam Ordusu"nda geçen İslam kelimesi de o dönemde Türk kelimesine tekabül etmektedir. Zaten ordusu olan İslam'a, Türk'ten başka ne denilebilir?

İyi bilinsin ki Türk'e, Türk'ün son bağımsız devletine ve onun ebedi liderine saldıran kim varsa İslam'a da zarar vermektedir. Başta Çeğan Tepe'sindeki ümitlerimiz olmak üzere tüm İttihat Terakki kadrosunu ve bizce artık ebedi bir olgu haline gelen İttihatçılığı, takiyye halindeki siyasal İslamcıların eline bırakmayacak, onların etki alanına giren Türk gençlerini zehirlemelerine müsaade etmeyeceğiz.