Son günlerde NATO ile ilişkilerimizle ilgili ülkemizde çok yönlü tartışmalar yapılmaktadır. Bütün bu tartışmaların çıkış notası ise içinde bulunduğumuz bu ittifakın aleyhimize dönüştüğü tepkisinden kaynaklanmaktadır. Bu konularda yapılan eleştirilerin büyük çoğunluğunun haklı yönü fazlasıyla vardır.

NATO gibi ittifaklara Türkiye'nin içinde bulunduğu orta ölçekli ülkeler isteyerek değil milli güvenliklerini sağlama almak için girmişlerdir. Osmanlı devleti, milli güvenliği tehdit edildiğinde zaman zaman İngiltere ve Rusya ile ittifaka girme ihtiyacını duymuştur. Bugün Suriye ve Irak 'ta ortaya çıkan fiili durum karşısında Türkiye, içinde bulunduğu NATO ittifakıyla değil başka bir süper güç olan Rusya ve İran ile ittifaka girerek milli menfaatlerini koruma çabasındadır.

Devletler için, ittifaklar milli güvenlik ve dünya güvenliği için bir şemsiye görevini üstlenmişlerdir. Ancak bu ittifakların başat güçleri çoğu zaman kendi menfaatlerini öne çıkararak ilgili organizasyonu emellerine alet etmişlerdir.( Geçmişte Varşova paktında Rusya ve günümüzün NATO'sunda ABD gibi )

Türkiye'nin NATO serüveni bir hobi olarak başlamamıştır.

"Türkiye'nin Karadeniz'e, Akdeniz'e açılan boğazların sahibi olması, Basra Körfezi'ne yakınlığı ve Sovyetlerin buralarda hep gözünün olması nedeniyle coğrafi konumu, güvenlik politikalarını etkilemiştir. Rusların tarihi sıcak denizlere inme hedefleri, ideolojileri değiştiği halde hep devam etmiştir.

1920'li yıllardaki Türk dış politikası gerçekçi bir politikadır. Zira 1918-1922 yılları arasında batı ile bağımsızlık mücadelesi veren Türkiye, sınırları küçülmüş, askerî ve ekonomik olarak zayıflamış bir haldeydi. 1930'lu yıllarda ise Türkiye tarafsız bir politika izlemenin kendisini izole edeceğinin farkına varmasıyla ikili ilişkiler ve ittifaklar arayışında olmuştur.

Bu dönemde Türkiye, bölgesel ve uluslararası alandaki barışçı faaliyetlere aktif bir şekilde katılmakla beraber, kendi güvenliğini ön planda tutarak öncelikle bölgesel ittifaklara yönelmiş, Balkan ve Sadabat Paktlarının kuruluşuna öncülük etmiştir. Bu ittifaklar ülkenin güvenliği için gerekli ama yeterli olmadığı için Batıya yönelme ihtiyacı ortaya çıkmıştır.

II. Dünya Savaşı'nın sona ermesiyle uluslararası sistem esaslı bir yapısal değişime uğradı. Savaşın sonunda ortaya çıkan iki süper gücün liderliğinde Doğu-Batı blokunun oluşması ve iki blok arasında ilişkilerin soğuk savaş şeklinde cereyan etmesi yeni uluslararası sistemin belirleyici özelliği olmuştur. Uluslararası sistemdeki bu köklü değişiklik ülkelerin dış politikalarına yansırken, Türkiye'nin dış ilişkilerinin yeniden düzenlenmesinde etkili olmuştur. Nitekim, II. Dünya Savaşı'ndan sonra Türkiye'nin dış politikasına egemen olan ve ona istikamet veren esas unsur savaş sonrası Avrupa dengesinde meydana gelen boşluklardan yararlanan Sovyetler Birliği'nin Türkiye üzerindeki istekleridir.

SSCB, 8 Ağustos 1946'da Boğazlarla ilgili görüşlerini ihtiva eden bir notayı Türkiye'ye vermiştir. Bu notada; Sovyetler Birliği, İkinci Dünya Savaşı içinde meydana gelen olayların, Montreux Sözleşmesi'nin Karadeniz devletlerinin güvenliğini sağlamakta yetersiz kaldığını ileri sürerek, Boğazlardan geçiş rejimini düzenleme yetkisinin Türkiye ile Karadeniz devletlerine ait olmasını ve Boğazların Türkiye ile Sovyetler Birliği tarafından ortaklaşa savunulmasını istemiştir. Sovyetler Birliği 24 Eylül'de ikinci bir nota vererek aynı istekleri tekrarlamıştır. Bizi NATO'ya sürükleyen bu tarihi süreci bilmeden "bekâra karı boşama" gibi her kes rahatlıkla konuşabilmektedir.

Türkiye, 2. Dünya Savaşı'ndan sonra ortaya çıkan Sovyet tehdidi karşısında batı ülkeleri ile yakınlaşmaya gitmiş özellikle ABD'ye yakınlaşmaya başlamıştır. CHP tarafından başlatılan NATO'ya üye olma girişimleri 1950 seçimleri ile iktidara gelen DP tarafından da devam ettirilmiştir 25 Haziran 1950 tarihinde başlayan Kore Savaşı ile Türkiye, ABD'nin ardından kara askeri gücünü Kore'ye gönderme kararı alan ikinci ülke olmuş ve NATO'ya katılmasında Kore Savaşı etkili olmuştur. Bu çalışma ile Türkiye'nin NATO'ya girişinde Kore Savaşı'nın etkisi anlatılmaya çalışılmıştır.

Türkiye Kore'ye asker göndererek batı ittifakı içinde yer alabilmek adına bedel bile ödemiştir.

Türkiye'nin NATO'ya katılmasını bütün siyasi partiler hatta o dönemde Milli Türk Talebe Birliği dahi desteklemiştir. O günün SSCB'nin Türkiye'den toprak talebi ve boğazlarda hak iddia etmesi Türkiye'nin zorunlu olarak bu ittifaka girmesine sebep olmuştur.

NATO konusunda bizdeki sosyalistler, Türk siyasetinde tarihi ve siyasi olarak NATO karşıtlığının öncüsü olmuştur. Bu konuda en açık ve net tavrı sosyalistler göstermişlerdir. Sosyalistlerin tavırlarında ülke güvenliği değil ideolojik bakışları esas belirleyici olmuştur. Sağ-muhafazakar kesim milliyetçiler, İslamcılar ve Ulusal sol çevrelerinde NATO karşıtlığı olmamıştır, NATO'nun ya da müttefik ülkelerin uygulamalarına karşı sert tepkiler olmuştur.

Sonuç itibariyle milliyetçisinden ulusalcısına, İslamcısından muhafazakarına kadar bütün çevreler NATO'suz bir Türkiye'nin bugünkü reel politik ve dünya dengeleri açısından sıkıntılı olacağına inanmaktadırlar.Zira ekonomik ve askeri bakımından etrafımızı saran ve onları destekleyen emperyal güçlerle tek başına mücadelenin gerçekçi olmadığının idrakindeler.

Rus uçağı düşürüldüğünde Türkiye'nin içinde düştüğü durum hepimizin malumudur. Bugün NATO üyesi olmamıza rağmen Ortadoğu'da milli menfaatlerimizi NATO ile değil Rusya ve İran ile dengeleyebilmekteyiz.

Ülkeler, ittifaklar arasında platonik aşklar yok menfaatler birlikteliği vardır. Yaşadığımız süreçte müttefik ABD ile menfaat çatışma yaşamaktayız. Bunu dengelemek için Rusya ile birlikte hareket ediyoruz. NATO birlikteliğimiz Katolik nikahı değildir. Ülkemiz bir gün kendi başına yeterli olduğunda ya da menfaatleri kalmadığında ora da bulunmasının bir önemi de kalmayacaktır.

Eğer NATO defol! Gibi sosyalist jargonla konuşup ayrılırsak ne olur? Ege denizinde bitişiğimizdeki ada yakınlarına dahi gidemeyiz. Karşımızda Yunanistan değil NATO olacak tıpkı Suriye'de Rus uçağının düşürülmesinden sonraki durum gibi. Onun için dış politikada hamaset değil akıl ve ülkenin milli menfaatleri esas alınır. Ülkemizde milli duyarlılığı olan hiçbir fert NATO hayranı ya da düşmanı gibi kategorilerle kendini ifade etmez. Ülkenin menfaatleri noktasında bu ve benzeri ittifakları değerlendirir.