Savaş sahnelerinin muazzam bütçe istemesi gerekçesiyle ekseriya harem gibi kapalı mekânların tercih edildiği Osmanlı döneminde geçen diziler arasında neden akıncılar tarzı daha küçük birliklerin sınır savaşlarını, sızmalarını, "dil almalarını" vs. işleyen bir dizi çekilmiyor bilemem. Ancak yazıda alternatif tarihi kurgu konularına girmeyeceğim, entrika ve kanlı mavralar açısından dizileri aratmayacak başka bir mevzudan bahsedeceğim. Dönemi değil kavramları baz alarak yapılacak bir dizi olsa hayli ilgi çekecek bu mevzu; Osmanlı döneminde çeşitli odaklar arasında yaşanmış güç çekişmeleri olarak tanımlanabilir. Haremin de ötesinde ocakların ve paşaların da dâhil olduğu bağlantılarla, ocaklar arasındaki nüfuz mücadelesiyle, inceden "mafyalaşma" hususuyla alakalı bu mevzuları "maffios fayda" yahut "tasfiye politikası" olarak isimlendirebiliriz.

İç dinamiklerin kimi zaman başına buyruk hareketleri ve çeşitli güç odaklarının merkezden kopma eğilimi gösterdiği bir dönemde, devlet idaresinin yahut başka odaklarının bunları yönlendirmesi, bunlarla başa çıkabilmesi hayli ilgi çekicidir. "Tasfiye" kelimesinden bakınca akla belli bir dönemden ziyade Yeniçeri Ocağı'nın tasfiyesinden, merkezileşme dönemindeki heterodoks yapılara yönelik takibata birçok örnek gelebilir. Bu yüzden "maffios fayda" tabirini de kullanıyorum çünkü bahsettiğim husus, belli odakların konumlarına ve tavırlarına göre önplana çıkması yahut irtifa kaybetmesiyle ilgili. Bu odakların bilhassa Osmanlı ordusu içerisinde yer alan unsurlardan çıktığını belirtmeme gerek var mı bilmiyorum. Silahlı grupların önce siyasi nüfuz daha sonra da ekonomik çıkar etrafında bir araya gelmesini veya çatışmasını bu bağlamda ele almaktayım.

Mafya-i Osmanî…

Öncelikle şunu belirtmeliyim. Osmanlı ordusu içerisindeki unsurların mafyalaşması genellikle yanlış anlaşılan bir konudur. Yeniçeriler örneğinde bile topyekûn bir ocağın bütünüyle "haşarat yatağı" yahut "kırk haramiler organizasyonu" şeklinde algılanması söz konusu. Odak tabirini kullanmamın nedeni, genelde ocakların tamamen "zorbalaştığının" zannedilmesidir. Yeniçeri örneğinden bakarsak asker unsurları ve bir dönemden sonra esnaf unsurları görmekteyiz. Zorba unsurları da elbette var ancak nasıl ocağın tamamı esnaf yahut asker değilse, tamamı da zorba vs. değildir. Ocağı oluşturan ortalar içerisinde belli ortalar, bazen de ortaların içindeki belli gruplar zorba takımını teşkil etmiştir. III. Selim dönemine doğru bu zorba gruplarının sayısı hayli artmış durumda ancak bu dönemde bile yeniçeriler bahsettiğim çok katmanlı yapıyı sürdürmekte.

"Odak" tabiri burada hayli önem kazanmaktadır. Herhangi bir gaileye bakıldığında yeniçeri arasında vb. ilk başta belli isimlerin önayak olduğu görülür. Daha sonra bu grubun oluşturduğu harekete, girdaba koşullara göre diğer unsurlar da "olur" verir, harekete iştirak ederler. Dolayısıyla bu yazıda geçen "mafyalaşma" tabiri topyekûn bir kuruluşa vb. atfedilmemektedir. "Odakların" oluşumuyla alakalı olarak kullanılmaktadır. Bu hususu belirttikten sonra asıl mevzuya geçebiliriz.

Osmanlı Ordusu denilince zihnimizde uyanan belirgin imgeler dizi sektörü el atıncaya kadar Yeşilçam'ın tarihi filmlerindeki ölüp ölüp dirilen yeniçeriler, Cüneyt Arkın önderliğindeki akıncılar yahut belediyede kadrolu bandoculuk yapan takma bıyıklı yeniçerilerdi. Klasik dönemde bir Osmanlı ordusu seyretme imkânımız olsa birbirinden farklı askeri sınıflardan oluşma, gayrimüslim unsurların da bulunduğu muazzam bir kalabalık görürdük. Aylıklı (kapıkulu askerleri) askerler, eyaletlerden gelme tımarlı sipahiler, gönüllülük ya da ocaklı esasına göre sefere iştirak eden akıncılar, gönüllüler, serhad erleri yahut bölgesine göre ücretli-paralı birlikler olarak toplanan muharip unsurları, belli oranlarda askerlerden de fazla geri hizmetlerde bulunan istihkâm sınıfları ve ordunun ihtiyaçlarını karşılayan orducu esnafını (kuruldukları yerde minyatür çarşı oluşturan at arabalarıyla birlikte) seyretmiş olurduk.

Ordu her ne kadar padişahın emriyle hareket etse de merkezi teamüllerle birlikte kendi yerel ve örfü teamülleri de dönem dönem taşımayı sürdürmüş hatta merkeze dayatmıştır. Birçok bölgeden ve sınıflardan gelme olup çeşitlilik arz eden böyle bir yapılanmada bu elbette kaçınılmazdır. Yerelden getirdikleri adetler, bölgesel hususiyetler, aidiyet ve hemşerilik duygularını yaşatmaları, bunları diğer unsurlara karşı bir güç olarak kullanmaları bu şekilde söz konusu olmuştur. Bu mefhumlar geçerli olmasa bile salt siyasi veya ekonomik çıkarların, bazen de sadece diğer gruplara karşı üstünlüğü muhafaza etme dürtüsünün etkili olduğu görülebilir.

Sadece merkeze karşı örfi otoritenin dayatılması değil, örfi otoritelerin kendi mefhumlarını ve üstünlüklerini diğer örfi otoritelere kabul ettirme durumu da söz konusudur. Yeniçerilerden hamam külhanbeylerinin teşkilatlanmasına dek etkileri görünen Arnavut zorbalar, Boğaz'daki kale ve tabyaların muhafazasından sorumlu Laz ve Çepni uşaklarından oluşturulma kayıkçı ve tersane yamakları, sınır bölgelerindeki ve Anadolu'daki asi beylerin paşa kapularını oluşturan haydut ve soyguncu taifesi… Birçoğunda bir rekabet durumu ya da çatışma durumu mevzu bahis olabilmektedir.

Misal kendisi de yeniçeri kökenli olan meşhur Patrona Halil, Galata tarafında işlediği bir cinayetten ötürü kendisini arayan bir yeniçeri ağasını "şehirdeki on iki bin Arnavut'u harekete geçirmekle" ("Memleketten/semtten kamyonla adam getirmenin" 18. yüzyıl versiyonu bir nevi) tehdit etmesi bunun en önemli örneklerindedir. Aidiyet ve koruma içgüdülerinin hemşerilik bağları (belli bir ahitleşme [racon-yemin-besa-omerta-töre] yahut aşiret, aile mensubiyeti vb.) üzerinden temini o dönemlerde de elbette görülmekte.

Mafyalaşmak meselesi

İllegal bir şekilde, merkezi otoritenin karşısında kendi yerelden gelme otoritesini kuran yapılanmalara, kendi kanunu oluşturan odaklara mafya isimlendirmesi yapılır. Her ne kadar filmlerden ötürü gözlüklü, takım elbiseli karanlık adamlar tipi bir imaj oluşturulmaktaysa da tanım ve kavram olarak mafya aslında "merkezi otoritenin karşısındaki yerel otoritedir".

Mafya üzerine piyasada yazılmış birçok kitap var. Bunlar kavramı açıklamaktan ziyade yakın dönemdeki olayları ve tanıkları anlatan ya da kısmen konunun yüzeysel tarihine değinen kitaplar. Mafyayı kavram ve tarihsel olarak kapsamlı bir şekilde ele alan birkaç önemli çalışmadan birisi, Murat Çulcu'nun yazmış olduğu altı ciltlik "Türkiye'de Mafioslaşmanın Tarihi" serisidir. "Mafya"nın tanımlaması serinin ilk kitabı olan "Her Sakaldan Bir Kıl"da yapılmaktadır. Çulcu, Prof. Dr. Hess'in "merkezi otoriteye karşı yerel güç odaklarının direnişi" şeklinde yaptığı tanımlamayı bilimsel zeminde en geniş alanı kapsayan tanımlama olarak nitelendirmektedir. Yani bizim Osmanlı ordusu içerisindeki çıkar amaçlı örgütlenmelere dair bilmemiz gereken ilk şey bunların birer yerel güç odağı olduklarıdır. Sonradan bu güçleri neticesinde çıkar amaçlı yasa dışı kazanç elde etmek uğruna mafyalaşmışlardır.

Mafya mefhumu, maffios topluluğun taşıdığı "çifte ahlak-çifte hukuk" anlayışına dayanmaktadır kabaca. Yani kendi aşiret/aile/bölge bağlarından gelme "töre hukukuna" inanan kimselerdir. Her bölge ve her aile bulunduğu bölgenin kültürel ve etnik temellerinden etkilenmiş böylelikle merkezi otoritenin denetiminden ve yetkisinden apayrı bir adalet mekanizmaları söz konusu olmuştur. Yereldeki iç çatışmalar ve çekişmeler (güç-nüfuz mücadeleleri), bunların merkezi otoriteyle olan çatışması ile birlikte bu tür oluşumları dönemine ve zeminine göre hayli pekiştirmiştir. Bu noktada geniş aşiretlerin, ailelerin yahut grupların nüfuz çatışmaları bu dönüşümde ağırlıklı olarak rol oynamaktadır. Kentlerde ve merkezde kırsal kesimden gelen göçmen unsurlar arasında bu aile ve aşiret bağlantıları maffioso askeri unsurları meydana getirmişti.

"Koca Osmanlı ordusunun böyle it kopuk taifesiyle ne işi?" olur denilip geçilebilir. Ancak Türkiye'deki maffios kültürün beslendiği, tarihi köklerini aldığı kaynakların büyük oranda etkileşime girdiği dönem Osmanlı dönemidir ve ordu içerisindeki gruplaşmalarla bağlantılıdır.

Delikanlılığın kodları

Günümüzde herhangi bir mafya unsurunun yahut o tip yapılanmaların mensuplarının izlerini takip etsek ipuçları bizi önce cumhuriyet döneminin son kabadayılarına, sonra Osmanlı kabadayılarına, oradan da yeniçeri zorbalarına, sipahi zorbalarına götürürdü. Burada yol çıkmaza vardı zannederken akıncıların, uçlarda eğleşir dervişlerin peşinde ayyarlara ve fütüvvet yapılanmalarına kadar bir uzun yol daha kat ederdik. Feta (karşılıksız yapılan yiğitlik), Hz. Ali ve yiğitlik metaforu, sonraki dönemlerde "delikanlılık" denilen mefhumun öncülü olduğundan bu izleri takip edebilmek (kavramsal açıdan) mümkündür.

Bu mefhum etrafında bir tür "müsellah toplum" meydana gelmiştir. Burada müsellah toplum doğuştan silahlı toplum, silahı yaşayışının ve kültürünün bir parçası yapmış topluluk anlamındadır. Bu insanların etrafında toplandığı, onları dönüştüren, güdüleyen etken "maffios ahlak"tır. Kan bağı yahut ahitleşmeye dayanan "maffios ahlak"ı normal-genel geçer ahlaktan ayıran husus sadece "örfi-yerel" olması değildir. "Mafya ahlakı"nın kendine özgülüğünden kaynaklanmaktadır. Ahlak burada herkes için değil namı olan, racon bilen, gücü taşıyabilen kimseler için geçerlidir. Yani "maffios fayda" bağlamında işlemektedir. Devrini tamamlayan, gücünü-önemini-konumunu yitiren birisi için işlemez. "Maffios fayda" bu yönüyle de "çift karakterlidir." Kişinin iyi veya kötü olup olmaması önemsizdir, birine yaptığı iyiliğin, yardımın bir kıymeti yoktur. O kişi gözden çıkartılabilir, tasfiye edilebilir. Yani bir yönüyle "mertlik" özendirilmektedir ancak "maffios fayda" ifade etmeyen birisi, yani namını, gücünü yitirmiş birisi her türlü ortadan kaldırılabilir. Hatt-ı zatında ortadan kaldırılmalıdır da zira "bu alemde insan insanın kurdudur." (Hobbs'a nazire ama alternatif mafya dizisi sloganı gibi duruyor)

Pusu veya sırtından vurma ayıplansa bile belli bir tasfiye söz konusuysa, maffios fayda ifade etmeyen birinin ortadan kaldırılmasından göz ardı edilebilir. Kabadayılar arasındaki "tabanca çıktı bıçak tarihe karıştı", "bıçak dönemi delikanlılık dönemiydi" şeklindeki kabul ve inanışları, birbirlerini "bıçak altından geçiren" (yani kapışan) yeniçeriler dönemine dayanmaktadır. Ancak belgelere bakıldığında yeniçerilerin kendi aralarındaki kavgalarda da birbirlerine "tüfenk endahte" etmekten çekinmedikleri açıkça görülmektedir! "

Bu "maffios fayda" yahut "tasfiye politikası"nın devlet eliyle uygulandığı bile olmuştur. Nasıl mı?

Birinci Kabadayılar Meydan Savaşı yahut Yeniçerilerin önlenemez yükselişi

"Koca Osmanlı gıllıgışlı işlere kalkışır mı? Maffios fayda gözetmek de neymiş?" denilebilir. Ancak zeybeklerden efelerden yadigâr "Osmanlı tavşanı arabayla avlar", "Osmanlı'nın ipiyle kuyuya inilmez", "Osmanlı'nın sözüne güven olmaz" söylemleri bir yana Celali İsyanları dönemine aşina olanların bildiği gibi, devletin yeri gelince "asi" unsurları pasifize etmek için kendi bünyesine alması örneği üzerine araştırma eseri dahi yazılmıştır. Karen Barkey'in "Eşkiyalar ve Devlet-Osmanlı Tarzı Devlet Merkezileşmesi" adlı çalışması bu hususu ele almaktadır. Kitabın başlığındaki "merkezileşme" vurgulaması dikkat çekicidir. Zira merkezi otorite, bir anlamda kendisi için ne kadar tehlike oluşturursa oluştursun "yerel otorite"yi kullanabilmiş, yönlendirebilmiş, "maffios fayda" bağlamında dönemini tamamlayınca tasfiye edebilmiş, "defterini dürebilmiştir". Asiler ve zorbalar birbirlerini tasfiye ederken, asıl tasfiye bu anlamda devlet ricali nezdinde vuku bulmuş, devamlılık sağlanmıştır.

"Muhteşem Tasfiye"nin en güzel(!) örnekleri yeniçeri içerisindeki mafyalaşması sürecinde yaşanmıştır. Murat Çulcu'nun öne sürdüğüne göre yeniçeriler arasındaki mafyalaşma 1520'lere kadar uzanmaktadır. Bu teze göre 1523'te Yahudi sarrafların kendi senetlerini tahsil etmeleri için Kanuni'den yardım istemeleri, Kanuni'nin yeniçeriler için Yahudi sarrafların senetlerini veya alacaklarını tahsil etmeleri konusunda (Çulcu, bazı yeniçeriler için ilk çek-senet mafyası benzetmesi yapar) yardımcı olma izni vermesi, buna karşılık Yahudi sarrafların yeniçerilerin maaşlarını işletebilecekleri (faize dayanan para manipülasyonu) müsaadesini vermesi mafyalaşmanın başlangıcıdır.

Bu husus ne kadar etkili olmuştur bilemiyorum zira yeniçeri zorbalarının zuhuru, sipahi zorbalarının ortaya çıkışıyla bağlantılı olduğundan, onlar da 1540-1550'lerin şartlarından etkilenip ancak ciddi anlamda 1580'lere doğru göründüğünden, 1523'teki isyanın etkisi bu etkileşime ve silsileye göre hayli zayıf kalmaktadır. Sipahi zorbalarıyla yani bir başka maffios unsurlar çatışma, "yeniçeri zorbalarını" doğurmuştu. "Meydanın" (er meydanı-yiğitlik meydanı) yahut "âlemin" ilk sahipleri "sipahi zorbalarıdır", yeniçeriler belli zamanlarda bir anlamda onların "raconuna racon koymuşlardır". Ancak maffios fayda bağlamında bir güç ihtiva etmediklerinden sipahiler kadar baskın olamamışlardır. 1648'de Sultanahmet Meydanı'nda vuku bulan kanlı yeniçeri-sipahi çatışmasının (benim benzetme amacıyla "Birinci Kabadayılar Meydan Muharebesi" dediğim hadise) ardından, sipahilerin maffios anlamda tasfiye edilmesinden sonra ön plana çıkmışlar ve bir müddet sonra da bilinen "kabadayı âleminin" yani "yeraltı dünyasının" ilk teamüllerini oluşturan uygulamalar-kabuller bu dönemde (18. Yüzyıl sonuna doğru) ortaya çıkmaya başlamıştır.

"Sipahi zorbaları" deyimi biraz tuhaf gelebilir. Zira Anadolu'da "Atlı er isyan etmez" yollu bir deyiş vardır. Burada denilmek istenen "atı arpayı verenin eşiğine bağlama" durumudur. Ancak bazı siyasi ve sosyal dönüşümler onları arpayı verene-merkezi otoriteye rağmen kendi mahalli otoritelerini tesis etmeye itmiştir. "Ocak Nizamı"nın bozulmasıyla bir anlamda…

Mustafa Akdağ'ın "Yeniçeri Ocak Nizamının Bozuluşu" adlı makalesinde, Kanuni'nin saltanatı esnasında iktisadi ve sosyal olumsuzluklardan ötürü pek çok tımarlı sipahinin topraksız kaldığı, bunların "yevmlü" adı altında şehzadelerin etrafında toplanan ayrı askeri gruplar haline geldiği söylenmektedir. Tımarlı sipahinin sayısının azalması Osmanlı askeri yapısını hayli etkileyince, askeri güç olarak Kapıkulu Ocakları'na devşirme usulü haricinde nefer de alınmaya başlamıştır. Burada en fazla alım "kapıkulu sipahilerine" yapılmıştır. Bir anlamda tımarlı sipahilerin askeri açığı bunlarla giderilmeye çalışılmıştır. Bu husus Yeniçeri zorbalarının usulsüz olarak ortalara dâhil ettikleri yahut ortalar etrafına topladıkları kimselerle nüfuz elde etmesine benzemektedir kısmen. Kapıkulu sınıflarının özellikle 1559'dan itibaren "yasakçılık"tan faydalanarak Anadolu'nun asayişini ele geçirerek beylere ait mühim gelirleri zapt etmeleri de bu dönemden sonra söz konusu olmaya başlamıştır.

Bu nedenle yeniçeriler kapıkulu sipahilerine göre daha geri plandadırlar. Ancak sipahiler arasında zorba gruplarının ve dayandıkları kitlenin belli bir güç teşkil etmesi yeniçerileri de bu yönde bir temayül içine sokmuştur.

1582'de Sultan III. Murat döneminde, bir yeniçeri asesi (geceleri şehir emniyetinden sorumlu olan kişi) adamlarıyla sipahi bölüklerinden birinin odalarını sipahilerin bir eğlence tertiplemesi gerekçesiyle basınca aralarındaki çekişmenin ilk kıvılcımı ateşlenir.

Çıkan kavgada iki sipahi öldürülünce sipahiler ayaklanır ve baskını yapan yeniçerileri öldürüp sürükleyerek Etmeydanı'na sürüklerler. Aralarında bir çatışma güç bela engellenir ancak bir kere iki maffios unsur yani ocak içerisindeki zorbalar sürtüşmeye başlamış, dönem dönem neden oldukları girdaba diğerleri de iştirak etmek zorunda kalmışlardır. Çıkan isyanlarda sipahi zorbalarının ön plandadır bu dönem, yeniçeriler ve diğer ocaklar da hareketlerine destek vermektedir. Ancak sayı olarak sipahilerden sonra en kalabalık unsur yeniçeriler olduğundan, yeniçeri içerisindeki zorbalaşma temayülü rical tarafından "sipahilere karşı bir denge unsuru" olarak değerlendirilmiş ve aralarındaki sürtüşmeler fırsat olarak görülmüştür.

Sipahileri bir gün "halletmek" hesaba katılsa da katılmasa 1603'teki Zorba İsyanı, sipahilerin tasfiye edilebileceğine dair önemli bir işaret olmuştur. Ayaklanan sipahiler yeniçerilere göre daha baskın olsalar da son anda diğer Kapıkulu ocaklarının desteğini yanlarına alan yeniçeriler "zorbaları" dağıtırlar. Sipahiler için ölümcül darbe 1648'de vurulacaktır. Kışkırtılmaları sonucu bazı yeniçerileri katletmeye çalışırlar, toplandıkları Sultan Ahmet Meydanı'nda yeniçerileri sürüp çıkarırlar. Son anda Arnavut kökenli "Ocak Ejderhası" namlı dört yeniçeri ağasının neferatı kontrol altına alıp ikinci bir hücuma geçirmesiyle iş değişir. Sultan Ahmet meydanındaki arbedeyi tabiri caizse "Birinci Kabadayılar Meydan Muharebesi"ni kaybeder sipahiler. Öyle ki Sultan Ahmet Camii'ne çekilirler, minarelerin merdivenlerine varıncaya kadar yeniçeriler sipahilerle vuruşurlar büyük bir katliam olur. O olaydan sonra artık meydanda ve yönetimde pek sesleri çıkmaz, hem ulufelerinden hem yerlerinden olurlar. Meydan yani "âlem" yeniçeri zorbalarına kalır.

1648'de Sultanahmet'teki sipahi-yeniçeri çatışmasının ardından yeniçerilerin sivrilmeye başlaması sonrası için "çıkar amaçlı odakların" oluşumuna zemin hazırlamıştır. Kâh otorite sarsıntılar kâh piyasalarla, ticaretle fazla içli dışlı olmaya başlamaları nedeniyle özellikle Patrona Halil İsyanı'ndan (1730) itibaren ocak içerisinde zorbalık organize hale gelmeye başlamıştır. 18. yüzyıl sonlarına doğru da ekonomik çıkarlara yönelik suç çeteleri ağırlık kazanmıştır. Bu dönemde yeniçerilerin hepsi bu takımdan olmasa da bunların etkinliği ve yarattıkları huzursuzluğun etkileri hayli fazlalaşmıştır. İstanbul'da haraç toplayan ve kendi otoritelerini tesis eden bu tip yeniçerilerin tesiriyle ya otorite boşluğundan faydalanan yahut herhangi bir otoriteye dayanan mahalle delikanlıları, kabadayılığı cazip bir yol olarak görmeye başlamıştır. "Müsellah toplum"un çeperi genişlemiştir. Bunlar yani bu yeniçeri zorbaları kendilerini mahallelerinin koruyucusu olarak tanımlasalar da asıl olarak mahalle koruyuculuğundan ziyade orta çıkarlarının yani yeniçeri bölüklerinin çıkarları ön plandadır. Hangi orta hangi mıntıkadaysa, oranın yeniçeri kolluğu pırpırı, hergele güruhunun toplandığı yerler haline gelmiş, buradaki semtler de kendilerinden ziyade "ortaların" isimleriyle nam yapmaya başlamıştı. Misal sizinle 1800'lerin başlarına gitsek ve bir külhaniyle kavga etsek muhtemelen bize saldırmadan önce semt, muhit adı söylemek yerine "bilmemkaçıncı orta"nın ayaktaşlarından (ayaktaş ve yoldaş tabiri yeniçerilerce kullanılmaktadır) olduğunu söylerdi. Uzunçarşılı'nın naklettiği bir anekdottur; Rumeli'de Hezargrad kasabasında bir dönem iki yeniçeri ortasının arasına hasımlık girdiğinden dolayı kasabanın da iki fırkaya ayrılıp birbirleriyle mücadeleye tutuştuklarını aktarmıştır.

Yeraltı teamüllerimizin temeli yeniçeri zorbaları tarafından atılmıştır. Haraç (balta asma-balta verme-baltalı uygulamalarına bakınız), kapışma (bıçak altından geçirme), hançer bıçak hariç silah taşıyamadıklarından yatağan taşımaya başlamaları ve bıçağın delikanlılık kabulü nezdinde taşıdığı değer vb. mefhumlara bakıldığında bu etkileşim görülebilir.

Yeniçeriliğin ilgasından (1826) ve Tanzimat Fermanı sonrasında (1839) yeni tip mahallelerinin ortaya çıkması ile kabadayılar meşruiyetlerini "ortalarından" ve "mahalle kolluklarından" değil, doğrudan mahallelerinden almaya başlamışlardır. Başka bir otoriteyle ilişkileri yoksa semt ahalisinin takdirini kazanmak için zorbalık yoluna (en azından kendi semtlerinde) pek az başvurmuşlardır. Bu nedenle Cumhuriyet dönemine kadar "racon sahiplerinin", kabadayıların meşruiyetlerini ocaktan ve ortalardan aldığı "ocak dönemi" ile mahalleden ve semtlerinden aldıkları "mahalle dönemi" şeklinde iki döneme ayırmak mümkündür.

Konudan ayrı olarak belki "Birinci Kabadayılar Meydan Muharebesi dedin, ikincisi de mi var?" diye soranlar olabilir. 1807'de Kabakçı Mustafa İsyanı sonrasında, Rusçuk Ayanı Alemdar Mustafa Paşa'nın Dağlı askeriyle birlikte şehre gönderdiği Pınarhisar Ayanı Uzun Ali Ağa'nın Rumelifeneri Kalesi'nde Kabakçı taraftarıyla çatışması meşhurdu. Zorbaların top getirip şehir içerisinde Rumeli'den gelen unsurlarla meydan muharebesine tutuşmaları ve bunun da yeniçerilerin tasfiyesine giden yolda önemli dönüm noktalarından biri olması nedeniyle "İkinci Kabadayılar Meydan Muharebesi" şeklinde yine arkadaş arasında kullandığım bir benzetmedir.

Köprüyü geçene kadar…

Rical "yumurtayı birbirine kırdırma" düşüncesiyle hareket etmiş, uzun vadede yeniçeri zorbalarının etkin hale gelmesine neden olmuşsa da kısa vadede devlet için sorun çıkartabilmesi muhtemel odakların bertaraf edilmesini sağlamıştır. Benzeri bir yaklaşım Celali İsyanları esnasında da etkili olmuştur. Kısa vadede sonuç vermiş ama uzun vadede değişen ve dönüşen koşullar yüzünden imparatorluğun uğraşacağı başka gailelere yol açmıştır.

"Maffios fayda" bağlamında, "mafya ahlakı" yahut "zihniyeti" söz konusuysa köprü geçilene kadar ayıya dayı demek, köprü geçildikten sonra ayıyı "halletmek", yeri geldiğinde hasımla ittifak kurmak, dostla düşman durumuna gelmek mümkündür. Bir kere aşina olduktan sonra dönem fark etmeksizin saptayabilmek de mümkündür.