Bu yazı, ben dilinde yazılmış fakat "biz"i anlatma kaygısı gütmüştür...

Bu yazıyı kaleme alırken herhangi bir maksat taşımıyordum. Fakat bittiğinde kendimce hepimizin ortak talihine ve tarihine dokunduğumu fark ettim. Burada hepimizden kasıt; "OCAKLI" olanlardır...

Ortaokulda ocaktaydık. Okuduklarımız ve dinlediklerimiz kadar Ülkücüydük o kadar. Ülkücülüğümüz; konuşmaya başladığımızda, ilk öğretilen sözün "Türkeş Dede" olmasından geliyordu.

Çerçeveli tek resmimiz Başbuğ'un mezarı başındaydı. 

Sonra liseye başladık ve artık bir adımız vardı: Ortaöğretim Teşkilatı.

Lise yıllarımızda AKP gençlik kolları yeni kurulmuştu ve toplantılarında pasta-börek oluyordu. Pastaya böreğe tamah edip gidenler oldu, biz kuru çayı zor bulduğumuz ocağımızda kaldık. Cemaat onlara; burs veriyordu, kurs veriyordu, yemek yediriyordu...

Soğuk ocağımızın, soğuk kütüphanesinde, zar zor taksiti ödenerek gidilen dershanenin, kitap setinin testlerini çözerek üniversite kazandık, ocağımızda kaldık.

Üniversiteye başlayınca ortaöğretim KPSS'ye girdik, hatırı sayılır bir puan almıştık ama AKP gençlik kollarından ya da cemaatten olmadığımız için kapılar yüzümüze kapandı.

Ocağımızda kaldık.

Üniversitede AKP gençlik kolları kamplar düzenliyor, gezdiriyor, burs buluyor, işe sokuyordu.

Ocaktaydık. Okul bitti, ülkücü olmanın (ya da AKP'li olmamanın) yine dezavantajları oldu ama yılmadık, yine Ülkücü kaldık.

Ve bu arada bugün "Erdoğan'la Perinçek arasında tercih yapın" diyen zât'ın lider diye bir statüsü vardı...

Çok şükür ki lidere sadakat şerefimiz olmadı, davaya sadakati, millete sadakati, vatana sadakati şeref bildik.

BUGÜN BEN YİNE AYNI YERDEYİM, ÜLKÜCÜYÜM!