FED 2008´den beri faizleri %0'da tutuyor. Bununla da yetinmeyerek son 8 senedir piyasaya 3,5 trilyon USD akıttı. Obama'nın başkanlığının başında 10,6 trilyon USD olan devlet borcu şu an 19,5 trilyon USD büyüklüğünde. Yani ABD devlet borcu %84 arttı. Bu gidişle 2020'ya kadar ABD devletinin borcunun 22,6 trilyon USD olacağı tahmin ediliyor. Lakin asıl ABD'nin toplam borcu, yani devlet + özel sektör + sosyal güvenlik sistemi, 103,5 trilyon. Bu vergi ödeyen nüfusa göre değerlendirildiğinde kişi başına 865bin USD demektir. Yani ABD'de vergi ödemekle mükellef olan her kişinin ortala 865bin USD borcu var demek. Buda ABD'nin 18,4 trilyon USD büyüklüğünde GSMH'ne göre borç oranının %562 olduğu manasına gelir.

Avrupa'ya baktığımızda, orada da durumun pek iç açıcı olmadığını görmekteyiz. Bir çok AB ülkesinin ya resmen iflas etmiş olduğunu (Yunanistan) ya da sadece AB ve IMF desteği ile ayakta kalabildiğini görüyoruz. McKinsey ve bağımsız araştırma merkezi 'NCPA'nin verilerine göre bazı AB ülkelerinin GSMH'ları ile orantılandığında borçlanma oranları aşağıda ki gibi olduğunu görüyoruz:

  • Yunanistan: %1,196 (resmi iflasından sonra)
  • Portekiz: %931
  • Fransa: %923
  • İngiltere: %877
  • İtalya: %699
  • Almanya: %676

Bu oranlar yine mevzu bahis ülkelerin devlet + özel sektör + sosyal güvenlik sistemi borçlarını GSMH'leri ile orantılandığında çıkan rakamlar.

Toplam borçlanma hariç AB'nin hala çözemediği bankacılık sıkıntısı da büyük. Toplam verilen kredilerdeki geri ödenmeyecek kredilerin (NPL) payına bakıldığında, teorik olarak bankaların %10'un aslında iflas ettiği ve ancak doğrudan veya dolaylı devlet yardımı ile ayakta durabildikleri görünmekte. Örneğin İtalya'da geri ödenmeyecek kredile oranı %18. 200 senesinden beri İtalyan sanayisi %20 küçülmüş. Yunanistan'da iflasa rağmen NPL oranı %34'de, İrlanda %19, Portekiz %12 ve İspanya %7.

Sadece İtalya'nın geri ödenmeyecek kredi portföyü 360 milyar Avro büyüklüğünde.

Bu sene AB bankalarının toplam değer kaybı 280 milyar USD.

Buna rağmen İtalya gibi ciddi sıkıntısı olan ülke ECB'nin uyguladığı para politikası sayesinde ABD'den daha az faiz ödüyor.

İtalyan ekonomisi Yunanistan'dan çok daha büyük.

Dünya çapında bankaları İtalya'ya karşı 550 milyar Avro alacaklı, bunun 250 milyarı sadece Fransız bankalarına ait.

İtalya'nın batması Yunanistan'a benzemez. Yunanistan'da bile AB'nin ne kadar zorlandığı göz önünde bulunursa, İtalya'da benzeri bir durum İspanya ve Portekizi kesin çökertir, Fransa'yı en azından çok ciddi derecede sallar. Fransa sallanırsa, veya batarsa Almanya sallanır. En geç Almanya dünyayı sallar!

Mevcut durum böyleyken dünya da gerek ekonomik, gerekse politik çok tehlikeli gelişmeler yaşanmakta.

Herkesin 8 Kasım 2016'da ABD'ye odaklanmasına rağmen ben 4 Aralık 2016 tarihinin daha önemli olduğu kanaatindeyim.

ABD'nin devlet politikası, özellikle söz konusu dış politikaysa, başkanın kim olduğunla pek alakadar değildir. Dünyaya sunma, ambalaj, kullanılan dil başkandan başkana farklı olabilir, ama stratejik çizgi başkanın ismine bağımlı değildir.

Oysa 4 Aralık 2016'da İtalya'da anayasa halk oylamasıyla beraber İtalya'nın geleceğinin AB içinde mi olacağına, yoksa İtalya'nın da İngiltere'yi örnek alarak AB'yi terk mi edeceğine karar verilecek.

Herkesin İngiltere'nin AB lehine karar vereceğine inandığı bir dönem ve ortamda çevremde İngiltere'nin çıkma lehinde oy kullanacağına iddiaya giren ve iddiaları kazanan biri olarak İtalya'nın vereceği kararı tahmin etmekte zorlanıyorum. Her ne kadar İtalya'nın İngiltere gibi çıkacağını düşünmesem de AB aleyhine bir karar çıkması olasılığı da bayağı yüksek.

Böyle bir durum da AB'nin tamamıyla yeniden yapılanmasına ve Avro'nun sonuna yol açar.

Diğer yandan sadece AB'de değil dünya çapında ekonomiyi çok derinden etkileyecek gelişmeler yaşanmakta.

Baltic Dry Index 01.12.2005 - 13.10.2016


Ayrıca dünya çapında en önemli nakliyat güzergahları ve nakliyat şirketlerinin kapasite kullanımı gösteren Baltic Dry Endeks'in günümüz itibariyle 906 puan ile 2006 başında olduğu 2500 puanın çok daha altında olması da bariz bir göstergesidir. Bu endeks bu yılın ilk üç ayında kısmen 300 puanın altına bile düşmüştür. Yani 2006 başında Petrol fiyatı 70 USD civarındayken ve merkez bankaları sınırsız para politikası uygulamazken dünya çapında reel sektörün üretimi ve üretilen malların talebi dünyanın adeta paraya boğulduğu ve uzun zaman petrol fiyatlarının 40 hatta 30 USD'nin altına bile düştüğü bir dönemde bir türlü canlanmıyor.

Küresel böyle bir reel ekonomi ortamında Arapların Rusya ile anlaştıklarını ve son günlerde petrol piyasasında suni bir daraltma yaratarak fiyatlarının çok hızlı şekilde yükseldiğini görmekteyiz. 2016'nın Ocak ayında 26 USD'ye kadar düşen petrol fiyatı şu an tekrar 50 USD'yi geçmiş bulunmakta ve daha da artması bekleniyor.

Petrol Future 01.12.2015 - 13.10.2016


İlk aşamada petrol fiyatlarının USD 50-70 civarına gelmesinden petrol ihraç eden ülkelerin tekrar para kazanmaları, gelirlerinin yükselmeleri ve dünyada talebe olumlu katkıda bulunmaları sonucuna varılabilir ve bu kısmen de doğrudur. Arz daraltma ile sun yükselen fiyatların bu ülkelerin karlılık marjlarını yükselttiği kesinken, daha az petrol sattıklarını ve dolayısıyla da gelirlerinin de ilk bakışta göründüğü kadar yüksek olmadığını düşünmek gerek.

Yani örneğin bir ürünün iki birimini tanesi 5 paradan satan tüccar 10 para gelir elde eder. Satış fiyatı 5 paranın 2,5'i kar olsa, toplam gelir 10 paranın 5'i kardır. Birim başına karını artırmak için arzı daraltarak piyasaya sadece 1 birimi 10'dan sunsa, bir birimden elde ettiği kar 7,5'a çıkmış olur (maliyetinin sabit kaldığını farz ederek), ama geliri hala 10'dur. Dolayısıyla yine 10'dan fazla harcayamaz. İki birim satıp 15 kar etmesi için piyasanın gerçekten iki birime ihtiyaç duyması gerekir. Yani alıcı 'Bana muhakkak 2 birim lazım, tanesini 10'dan da olsa alırım' demelidir. Şayet alıcı, 'madem fiyat arttı, bende sadece 1 birim alırım' diyorsa, o zaman satıcı karlılığını yükseltse bile gelirini yükseltemez.

Tabii ki bu çok basitleştirilmiş bir örnektir ve dünya petrol piyasası bu kadar basit hesaplarla gerçekçi şekilde tarif edilemez. Ama ekonominin temel kanunları bu piyasada da geçerlidir. Gerçek talep artışından değil, arzı daraltarak yükseltilen fiyatların toplam gelir etkisi sınırlı kalır.

Petrolün artması demek, üretim maliyetinin artması demektir. Üretim maliyetinin artması demek ise enflasyonun artması demektir. Artan enflasyona karşı üretim maliyeti düşükken bile çok temkinli bir talep, malların fiyatları arttığında daha da daralması gerekir.

Enflasyon arttığı için FED ve ECB para politikalarını değiştirerek faizleri artırmaya başlarlar veya senet karşılığı para sürme programlarını sonlandırırlarsa bu da şirketlerin borçlanma maliyetlerinin artmasına sebep olur ve, ya şirketler artan maliyetlerini ürettiği malların fiyatlarını daha fazla artırarak tüketiciye yükleyebilirler, ya da imkanları varsa kar marjlarının düşürerek talebi sabit tutmaya çalışırlar ama bu da karlılık oranlarının ciddi düşmesini sağlar (kaldı ki bir çok şirketin kar marjında bunu yapabilecek manevra alanında bulunmamaktadır).

Şirketlerin durumlarının kötüye gitmesi, senelerdir uygulanan bedava para politikası ile şişmiş borsaların düşüşüne yol açar.

Şirketlerin verilerinin kötüleşmesi haricinde zaten merkez bankalarının faiz artırması, kredi piyasalarında senetlerin getirisinin de yükselmesine yol açar ve yatırımcılar hisse senetlerinden çıkarak tahvillere yönelirler. Bu da borsaların olumsuz etkilenmesini artırır.

Artan faizlerin tabii ki sadece özel sektörü etkilemekle kalmaz.

Yazının başında ülkelerin borçlanma durumları ile başladım.

Bu borçlar faizlerin bu seviyede düşük olması ile nispeten 'taşınabilir' durumdalar.

Faizler artarsa ekonomilerinin kaldırabileceğinden çok daha fazla borçlanmış olan ülkeler başta olmak üzere herkesi etkiler.

Bu ekonomik riskler bir yanda dururken, bir de Ortadoğu'da, özellikle Suriye'de olan gelişmeler ve dünyada yeniden yeni bir kutuplaşmanın başladığını göstermekte.

Dolayısıyla yatırımcılar için son derece riskli bir ortamdayız.

Bunun için olmalı ki, Warren Buffet ve bir sürü başka büyük yatırımcı son aylarda dünya borsalarının çökmesi üzerine para yatırıyor.

Ve bütün bunlar yaşanırken üretim için gereken finansmanından enerjisine kadar her şeyde dışarıya bağımlı olan Türk ekonomisinin durumunu düşünmek bile istemiyorum!

Üstelik bu sefer 'Baba gibi satacak' milli kurumlarımız da kalmamışken.