Anadolu'nun köy ve kazalarında "Kabadayı" kelimesi şehirlerde kullanıldığı anlamı ile kullanılmaz.
Mesela doğduğum topraklarda bir delikanlı şık bir kıyafet giyse, büyükleri delikanlıyı "Anaaa ne kabadayı oldun sen yaaf" diyerek över.

İşten yorgun argın gelseniz, anneniz yorgunluğunuzu "Kabadayı adama iş koyar mı hiç?!" diyerek alır.

Hele bir mazlumun hakkını zalimin elinden almışsanız, mahalleniz "Ne kabadayı be!" nidalarıyla dolar taşar.

Çocuktum, kahvenin etrafında mıydık, yoksa bir dükkanda mı tam olarak hatırlamıyorum. Sadece hatırımda olan o bey amcanın yüz ifadesi ve söylediği o söz.

Bey amca televizyon ekranına kilitlenmişti, gözlerini kısmış pür dikkat ekranda ki adamı dinliyordu. O an ne oldu, ekranda ki adam ne söyledi bilmiyorum. Bey amca birden elini dizine vurdu, sıktığı dişlerinin arasından konuştu. Yoğun bir sevgi ve hayranlık hissetmiştim o seste

- Bu adam çok kabadayı adam, bravo valla, bin kere bravo valla!

Ekranda ki adam Rauf Denktaş'tı.

Açıkçası ben o yaşlarda Rauf Denktaş'ı pek kabadayıya benzetememiştim, çünkü bizim kabadayımız sürekli gülümsüyordu.

Çok zaman sonra öğrendim ne kabadayı bir adam olduğunu.

Çok zaman sonra anladım o gülümsemenin içerisinde protest bir tavrın saklandığını….

Esaret altındaki bir vatanda dünyaya geldi.

Çocuk sayılabilecek yaşlarda sokaklarda eylemlerdeydi, en güzel gençlik çağları cephede silah başında geçti, sonrası ise çile yüklü bir hayat…

Savaş, tutuklanma, sürgün, arkadan yenilen hançerler ve tüm olumsuzluklara gülümseyerek başkaldıran bir adam.

Rauf Denktaş, onu baskılarla insanlıktan çıkartmak isteyenlere inat, bir ömür gülümsedi insanlığa. 
Onun mücadelesi sadece Türklük için değildi, aynı zamanda insanın insanca yaşaması için mücadele verdi o.

Hayatı roman olur derler ya, öyle bir hayat işte. Buraya sığdırmam mümkün değil...

...

Belki de kabadayılığın raconundandır, efkarını düşmana değil, dosta göstermek.

Onu sadece son dönemlerinde üzgün gördüm. Yine gülümsüyordu ama üzgündü, her halinden belliydi bu.

Çünkü bu sefer onu elin pusuları değil, dost bildiğinin tokadı vurmuştu.

AKP hükümeti döneminde istenmeyen adam ilan edildi Rauf Denktaş.

Rauf Denktaş'ın "Anavatanım" dediği Türkiye'de konuşmasını yasakladılar.

AKP'nin desteklediği Annan planı denilen ihanet projesine karşı çıkmasının üzerine, AKP hükümeti ve "Barışın önündeki engel Rauf Denktaş'tır" diyen Birleşmiş Milletler intikam harekatını başlatmıştı.

Annan projesine neden karşısın diye sorduklarında "Sadece iki sebep bile karşı olmam için yeterlidir" demişti

1 - Devleti yok sayan bir anlaşmaya hayır demem reaksiyon değil görevdir.
2 - Taslak anayasada Mustafa Kemal'i çıkarıyorlar. Atatürkçülüğü öğrenmeyelim istiyorlar.

İşte Türkiye'ye gelse bunları anlatacaktı. Ama konuşturtmadılar "Ne konuşacaksan Kıbrıs'ta konuş" dediler.

Yalnız bırakıldı, yalnızlaştıkça esaret altında geçen çocukluğu düştü aklına. Düşündükçe mücadeleye sarıldı. Bakın nasıl anlatıyor Rauf Denktaş o yılları.

"Biz Kıbrıs'ta İngiliz sömürgesiydik. "Yaşa Kralım yaşa" diye İngiliz marşları söylüyorduk. Öğretmen, 'içinizden Kralım yerine Kemal'im deyin'diyordu. İçimizden Kemalim diyorduk. Öğretmenliğin bayraklaşması budur işte"

Anlatamadı bunları Türkiye'ye gelip. İzin vermediler, mücadelesini tek başına verdi, tek başına…

Vazgeçmedi ömrünü adadığı bağımsızlık mücadelesinden.

Vazgeçmedi Mustafa Kemal Atatürk sevdasından.

O çok kabadayı adamdı.

Şimdi bakıyorum da, dün onun kuyusunu kazanlar, hala on iki adamızın hesabını veremeyenler ve onların peşine takılan, yani artık onlardan bir farkı kalmayan sahte milliyetçiler, bugün onun kabadayılığı üzerinden pirim yapmaya çalışıyor.

Onlara tek bir sözüm var

- Az kabadayı olun!


Okan Kilit