Aşağıdaki yazı yaklaşık bir yıl önce o zamanın şartlarına göre yazılmıştı. Malûm zaman değişti, ama önemli bir fark - İyi Parti'nin kurulması - dışında yazının temel mesajını etkileyecek bir gelişme yaşanmadı. Anlaşılıyor ki 24 Haziran seçimlerine de bu şartlarda gideceğiz. Kısa bir süre içerisinde millet vekili aday listeleri kesinleşecek. Tam da bu noktada işte, son dönemdeki çıkışıyla milletin umudu hâline gelen - MHP içerisinde siyaset yapmaları hukuk dışı yollarla engellendiği ve MHP köklerinden uzaklaştırılıp iktidarın gayrı milli politikalarına payanda yapıldığı için İyi Parti'yi kurarak milli merkezi temsil etme iddiasını ortaya koyan - Sayın Akşener ve ekibine ellerindeki bu fırsatı heba etmemeleri, milletin beklentilerini boşa çıkarmamaları, program oluşturmada, aday tespitinde ve siyasi çalışmalarda bu gerçeğe göre tavır belirlemeleri, tabanın sesine kulak vermeleri, eğitime özen göstermeleri, gençlere güvenerek önlerini açmaları, şahsi çıkarları milli çıkarların gerisine atmaları, tarihi gerçeklerin ışığında milli şuurla hareket etmeleri çağrısında bulunmayı bir Ülkücü Türk Milliyetçisi olarak kendime vazife addediyorum. Türk Milleti'nin yeniden kendi tarihe yön verme şansını kısır çekişmelere kurban etmeye hakları yoktur. İlkesiz ve ülküsüz tavırlarla kaybedilecek ne vaktimiz ne de enerjimiz vardır. "Omurgası Türk Milliyetçiliği olan ve milleti yediden yetmişe kucaklayacak milli duruş sahibi bir kadroyu milletin önüne koymak" bu beklentilerin dikkate alındığını gösterecek ve milletin güven duygusunu güçlendirecek ilk adım olması bakımından oldukça önem arzediyor. Umuyor ve bekliyorum ki tarihi bir sorumluluk yüklendiklerinin farkında olarak hareket edeceklerdir.

Sözde değil özde İyi'yi millete gösterme zamanı.

Bence "Yiğit düştüğü yerden kalkar." yani düğüm nerede ise çözüm de oradadır. Ne diyordu Atatürk: "Bilelim ki milli benliğini bilmeyen milletler başka milletlere yem olurlar." Ne zaman ki Türklüğümüzü unuttuk, o zaman düştük ya da düşürüldük şimdi olduğu gibi. Madem burada düştük, buradan kalkacağız.

Kim başlatacak bu kutlu yürüyüşü? Elbette Ülkücü Türk Gençliği ve onların omuzlarında, katkıları ve destekleriyle Türk siyasetine yön verecek olan Türk Milliyetçisi yapılanmalar. Bütün bu yapılanmaların tek bir merkez çatı altında toplanması ve bu çatının da MHP olması arzumuzdur. Elbette MHP bizimdir ve bu bütünleşmenin orada olması evlâdır, lâkin şartlar buna imkân vermiyorsa alternatif çözümlerin de gündeme gelmesi kaçınılmaz olacaktır. Yeter ki bütün milli güçler bir arada kalma azmi ve kararlılığı göstersinler. Bazen evinizi korumak için ondan geçici bir süreliğine de olsa ayrılmayı ve sağlamlaştırdıktan sonra yeniden ona geri dönmeyi göze almak şarttır. Gelelim devamına:

Niye Ülkücüler? Bakın tarih nasıl da yetişiyor imdadımıza: Çünkü milletimizi ayağa kaldıracak yegâne yol, şanlı tarihimizde Türk'ün yükseliş dönemlerinin her birinde ödünsüz bir şekilde Türk için, Türk'e göre ve Türk tarafından uygulanan, zamanı Türkçe okuyan ve gücünü "damarlarındaki asil kandan" alan Türk Milliyetçiliği Ülküsü'dür ve bu kutlu davanın günümüzdeki temsilcisi de Ülkücü Hareket ve onun mensubu Ülkücülerdir, ülkesi ise nerede bir Türk varsa orayı vatan toprağı sayarak kapsayan ve orada bayrak dikip gücünü hissettiren Turandır da ondan. Bu ta Orhun Abideleri'nde yazılı olarak kayıt altına alındığı ilk günden bugüne kadar özü hiç değişmeden, gelişip zenginleşerek günümüze kadar gelmiş öz davamızdır. Milli İstiklal Savaşı'mız ve devamında kurulan Türkiye Cumhuriyeti de bu temel üzerine oturtulduğu için yedi düvele karşı tam bağımsız olabilmiştir ki bu zaten son yükselişimizdi ve Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk iki önemli çağrısı Onuncu Yıl Nutku ve Gençliğe Hitabe ile bu durumu adeta Bilge Kağan'a nazire yaparcasına son defa olmak üzere kayıt altına alıyordu.

Nasıl başaracak? Bilge Kağan'ın "Ey Türk! Titre ve kendine dön! Üstte gök çökmedikçe, altta yer delinmedikçe, senin töreni kim bozabilir..." uyarısı ile başlayıp Atatürk'ün "Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur." çağrısı ile son şeklini alan çağlar üstü kutlu seslenişte zaten açıkça işlenmiş özümüze çözüm yolu.

Nereden başlayacak? Eğitim, eğitim, eğitim, yok başka çıkar yol, başöğretmen Atatürk'ün çağrısı nasıl da veciz özetliyor bu durumu: "Yetişecek çocuklarımıza ve gençlerimize, görecekleri öğrenimin sınırı ne olursa olsun, ilk önce ve her şeyden önce Türkiye'nin bağımsızlığına, kendi benliğine, milli geleneklerine düşman olan bütün unsurlarla mücadele etmek gereği öğretilmelidir. Dünyada milletlerarası duruma göre böyle bir mücadelenin gerektirdiği manevi unsurlara sahip olmayan kişilere ve bu nitelikte kişilerden oluşan toplumlara hayat ve bağımsızlık yoktur." Şahsi beklentilerimizden sıyrılacağız, işi ehline teslim edeceğiz, gençlerimizi eğiteceğiz, onlara güvenip görev ve sorumluluk yükleyeceğiz ve elbette çok çalışarak adım adım ülkümüzü yücelteceğiz.

"Türk, öğün, çalış, güven."

"Ne mutlu Türk'üm diyene."