Tarih ilminin önemi maalesef ülkemizde hala tam manasıyla anlaşılamamıştır. Bu durumun sıkıntılarını her geçen gün biraz daha derinden hissetmekteyiz. Tarih ilminin açıklamaya, aydınlatmaya çalıştığı olaylar kimilerince gereksiz görülsede bunun böyle olmadığı gün gibi ortadadır. Tarihin amacı bizlere sadece geçmişi anlatıp, bunları ezberlememizi sağlamak değildir. Ya da geçmişe duyulan özlemden dolayı öğrenilmez.

Tarih geçmişte yaşanmış olan olaylardan dersler çıkarıp aynı hataları tekrar yapmamamız için öğrenilir veya incelenir. Yani kısacası "Tarih tekerrürden ibarettir." sözünün gerçekleşmemesi için öğrenilir. Tarih ilmi ifa edilirken tarihin tekerrür etmemesi için de araştırılan dönemin sosyal, ekonomik ve politik şartları göz önünde bulundurularak incelenmesi gereklidir. Bu durumlar göz önünde bulundurulmadan incelenen tarih yüzeysel bir düzeyde kalacaktır.

Tarih ilmi, konusu itibariyle genellikle toplumları ilğilendiren kararların alındığı durumları inceler. "Kişilerin, kurumların tarihi yok mudur?" diye sorabilirsiniz.

Elbette vardır, herşeyin bir tarihi vardır.

Ancak genellikle belirtmiş olduğum konular üzerine yoğunlaşan bir çalışma prensibine sahiptir. Bir örnekle açıklayacak olursak;

Birinci Dünya Savaşı'nın başlamasını bütün okullarımızda maalesef sadece bir Sırp milliyetçisi üzerinden öğretirler. Gerçekte ise o olay büyük kıvılcımlardan sadece bir tanesidir ve asıl sebepler daha farklıdır. Savaşı getirecek kadar büyük toplumsal olaylar ve devletler arası kamplaşmalar yaşanmış ve bunun neticesinde, sonuç ise savaştır.

Bazı tarihsel vakaların öncesi ve sonrasıyla incelenmeden anlatılması bilgi kirliliğinden başka bir netice getirmeyecektir.

Bu açıklamalar ışığında gelin konumuza odaklanalım.

Ne diyor bazı devlet büyüklerimiz?

"Payitaht'ı izliyorsunuz değil mi?"

"Peki niçin soruyor bu soruyu!"

Tarihi iyi bilmemiz gerektiğini vurgulamak için bu soruyu sorma gereği duyuyor. Tarihi o diziden öğrenebileceğimizi anlatmak için söylüyor.

Şahsen ben izlemiyorum. Hiçbir tarihi diziye de merak duymadım, izlemedim, kimseye izlemesi için de tavsiyede bulunmadım. Tarih diziler ve filmlerden öğrenilmez. Diziler, filmler reyting yapmak ve para kazanmak için kurgulanır. Zira o kadar kolay olsaydı tarih okuyanlar, okutanlar ve bilimum tarihe ilgi duyanlar izler kolay yoldan tarihi öğrenirlerdi. Ben tarihçi değilim, ancak şu kadarını biliyorum ve görüyorum ki Türk milleti olarak tarihi bilmek bir yana izlediklerimizle, öğrendiğimizi zannedip tarihi şahsiyetlere çamur atmakta üstümüze yok. Diğer bir kötü alışkanlığımız ise bizde tarih ilmini ifa edenlerin sağcısı farklı okuyor, solcusu farklı okuyor. Böyle bir şey yok, olmaz, olamaz, olmamalıdır.

Tarih dediğimiz bilim dalı bütün bilimlerde olduğu gibi objektif olmayı gerektirir. Yani bilgileri tarafsızlık süzgecinden geçirdikten sonra konuşmak gerekir. Ama bakıyoruz maşaallah, ağzı olan konuşuyor. Bir konu üzerine odaklandınız diyelim...

Mesela son yıllarda çok meşhur olan bir konu üzerinden yola çıkalım.

Sultan ikinci Abdülhamit dönemini araştırıp bir gerçek (objektif) bilgiye ulaşmak istiyorsunuz.

Öncelikle genel bir araştırma yapar konu üzerine yazılmış kitaplardan genel bir bilgi edinirsiniz. (Tam anlamıyla öğrenmek isteyen sıradan bir vatandaştan bahsediyorum) Daha sonra o kitaplardan öğrendiğiniz bilgiler ışığında o kitaplar sizi başka kitaplara yönlendirecektir. O dönemde yazılmış olan yerli ve yabancı romanlardan okursunuz. Dönemin edebiyatçıları ne demiş onları okursunuz (Mehmet Akif Ersoy, Namık Kemal vs) ve bu konu hakkında kendinizi geliştirmiş olursunuz.

Ama bunları yapmadan kısa yoldan hiç kitap okumadan ya da dizi izleyerek tarih öğreneyim diye birşey olmaz.

Her neyse diğer kafamı kurcalayan bir konu dün restorasyonu tamamlanmış olan ve açılışı yapılan kiliseyle alakalıdır. Demir Kilise (Sveti Stefan) kilisesinden bahsediyorum.

Bu arada restorasyon yapmakta ne kadar usta olduğumuzu bilmeyeniniz yoktur diye düşünüyorum. Yakın zaman içerisinde yaptığımız bazı restorasyonlarda bunu görebilirsiniz. Mesela; Aspendos Antik Tiyatrosu, Şile Kalesi, her memleketime gittiğimde gördüğüm Konya Alaaddin Tepesi ve Çatalhöyük restorasyonuyla beraber daha niceleri...

Morgan Freeman geliyor, Çatalhöyük'te kazı alanlarında belgesel çekiyor. Biz hala o bölgede en ufak bir tesis yapmaktan aciziz. Gidenler görmüşlerdir, ovanın ortasında bir höyük, alana girişte bir büfe var. Onun dışında dinlenebileceğin, oturup çay içebileceğin bir yer, konaklayabileceğin en ufak bir dam yok. Hadi onu da geçelim Çatalhöyük'ün bağlı olduğu ilçe olan Çumra halkının konuyla uzaktan, yakından alakası yok. Bu iki yerin arası taş çatlasın 10 km. ya var ya yok. Varın gerisini siz düşünün.

Bu kilise haberini görünce aklıma 1898 yılında yapılan Ayastefanos Rus Abidesi aklıma geldi. Sonra bu kilise neyin nesiymiş diye bir bakmayım dedim. Neticede isimlerde ufakta olsa bir benzerlik var. (Ayastefanos ve Stefan)

Ayastefanos deyince sizin aklınıza ne geliyor bilmem ama benim aklıma tarihe 93 Harbi (1877-78) olarak geçen büyük mağlubiyet ve onun sonucunda imzalanan Ayastefanos Antlaşması (Yeşilköy) geliyor. Uzun bir süre yürürlükte kalmamış olmasına rağmen hemen arkasından imzalanan Berlin Antlaşması ile Osmanlı Devleti'nin balkanlar ve kuzeydoğu anadoluda (Kars, Ardahan ve Batum) büyük miktarda toprak kaybetmesine sebep olmuştur.

Gelelim Demir Kilise ve Ayastefanos Rus Abidesi mevzuuna...

Garip bir durumdur ki ikisinin de yapılış tarihleri 1898 yılı olmuştur. Peki "yapılma sebepleri nelerdir?" diye bir soru sorarsak, alacağımız cevap şu olurdu.

"Mecburiyet"

"Ne mecburiyetimiz vardı?"

Şöyle ki 18. yy.'da yapmış olduğumuz değişiklikler (Tanzimat, Islahat, Birinci Meşrutiyet ve 1876 Kanuni Esasi) neticesinde azınlıklara bazı haklar tanımak zorundaydık. Onlarda kilise yapmak istediler ve yaptılar.

Peki "Rus Abidesi ne oluyor?" derseniz;

93 Harbi'nde ölen Ruslar çeşitli yerlere dağınık bir şekilde defnedilirler. Bunların hepsini bir araya toplamak için Osmalı Devlet'ne bir anıt yapmak istediklerini iletirler. Tabi bu istek rica, minnet bağlamında yapılan bir istek değildir. Bu resmen bir emirdir. Sonuç itibariyle Osmanlı Devleti savaş tazminatı olarak bu anıtı yapar.

Ancak işler Ruslar'ın istediği gibi gitmez. Çünkü anıt Osmanlı Devleti'nin başkentinde İstanbul'un göbeğinde Ruslar'ın zaferini simgeleyen bir hançer gibi durmaktadır ve kısa zamanda herkesin tepkisini toplar. Ancak yapacak bir şey yoktur. Katlanılacaktır.

Peki "nereye kadar?"

Ta ki "14 Kasım 1914 günü gelene kadar."

O gün neler oldu?

14 Kasım 1914 günü Halife Beşinci Mehmet Reşat Cihad-ı Ekber ilan eder. Yani dünya müslümanlarını İtilaf Devletleri'ne karşı Büyük Savaş'a davet eder.

Ve tabi olarak, bu çağrı karşılık bulmaz.

Çünkü halifenin müslüman dünyasında bir hükmü kalmamıştır. (Bu olayda ayrı bir konu olarak ele alınmalıdır.)

Aynı gün içinde Rus Abidesi dinamitler döşenerek yıkılmıştır. Başkentin kalbine saplanmış olan hançer çıkartılmış ve kısa bir süre sonra enkazı kaldırılmıştır.

Yine aynı gün içinde (14 Kasım 1914) abidenin yıkılışını Fuat Uzkınay filme alarak ilk Türk filmini çeken kişi olmuştur. Bu olayın neticesinde Türk milleti ilk kez sinema ile tanıştırılmış oldu.

O gün bu gündür film izliyoruz. O gün Rus Abidesi'nin yıkılışını ve Osmanlı Devleti'nin savaşa girişini izlemiştik. Bugün!!!

Bilmiyorum, kimileri çıkıp Cumhuriyet'e "reklam arası" diyor, kimi başka bir şey diyor.

"Film ne mi oldu?"

Film kayıp, bulunamıyor.

Peki; "bütün bunlar nereden aklıma geldi?"

Geçenlerde haberlerde görmüştüm Rus Anıtı tekrardan İstanbul'a yapılacak diye...

Hatta bu konuyla ilgili MHP'nin geçmişte vermiş olduğu bir önerge mevcut onu da aşağıda paylaşacağım.

Yapılır veya yapılmaz orasını bilemem ancak yapılacak olursa da şaşırmam. Çünkü bunlar yapılmadı değil.

Restorasyon sanatlarımızdan birini de Van'ın Akdamar Adası'nda ki Akdamar Kilisesi'nde sergilemişler ve Ermeniler'e hediye etmişlerdi. O adanın geçmişiyle alakalı bilgiye sahip olduğunuzu düşünerek yazımı bitirmek istiyorum.

Ama benden tavsiye;

"Reklam arası" diyene inanmayın, fazla film,dizi ve reklam izlemeyin.

Keşke son 15 senedir bütün bu yaşadıklarımız bir reklamdan ibaret olsaydı ve birazdan herşey normale dönseydi.

Sağlıcakla kalın...

Numan Ateş